Bizim kuşak büyük Rus klasiklerinin çoğunu Nihal Yalaza Taluy’un çevirilerinden okudu. Şiir tadındaki bir Türkçe ile yapılan bu çevirilerin “aslından güzel” olduğunu iddia edenler bile çıktı. (Bkz: Yalçın Küçük, “Kolay Okuyucuyu Aşmak Ya Da Aydıncıklar”, Edebiyat Cephesi, Sayı 12, 16-31 Ağustos 1979)
Nihal Yalaza Taluy, klasiklerin nasıl çevrilmesi gerektiğine ilişkin görüşlerini 1943 yılında Tercüme dergisinin 71. sayısında şöyle dile getirmiş:
“Hiç olmazsa klasik eserlerin tercümesinde laubali olmayalım. Çünkü onları okuyacak olanlar yalnız yolculuk esnasında trende ve vapurda vakit öldürmek veya bir şey okumuş olmak için alınan 25 kuruşluk kitap serilerinin dalgın ve müsamahakâr karii değil, dünya edebiyatını öğrenmek isteyenlerdir. Bunlar arasında bilhassa da genç nesil vardır. Onlara, her şeyin en iyisini, en temizini ve en doğrusunu vermek borcumuzdur.”
Ancak, bu özenli çevirmenimizi lâyık olduğu şekilde andığımızı söylemek mümkün değil. İnternet’te onun hakkında bulunabilen kısıtlı bilgilerin pek çoğu eksik ve yanlış bilgiler ihtiva ediyor. Hatta öyle ki ekşi sözlük’te kadın değil erkek olduğu bile iddia edilebildi. Bunun yanında, çevirdiği eserlerin, ölümünden sonra yapılan yeni basımlarında nasıl saygısızca tahrif edildiğini bir başka yazımda ele almıştım.
Bu yüzden, biraz da kendimizi affettirebilmek için, bu değerli çevirmenimizi çok eski dergi sayfalarında kalmış iki ilginç yazı ile anmanın uygun olacağını düşündüm.
Varlık Dergisi’nin 15 Aralık 1962 tarihli 588. sayısında yayınlanan birinci yazı Muazzez Menemencioğlu’nun Nihal Yalaza Taluy ile yaptığı bir söyleşi. Bu söyleşide, Nihal Yalaza Taluy’un sadece iyi bir çevirmen olmakla kalmayıp yetkin bir Dostoyevski yorumcusu da olduğunu göreceksiniz.
İkinci yazı ise, Yaşar Nabi Nayır’ın, vefatının hemen ardından Nihal Yalaza Taluy için kaleme aldığı ve eski bir dosta veda anlamını taşıyan acı dolu bir anma. Yine Varlık Dergisi’nin 15 Şubat 1968 tarihli 715. sayısında yayınlanan bu yazı Nihal Yalaza Taluy hakkında birçok özel bilgiyi de ihtiva ediyor.
Mehmet Aslan

SANATÇILARLA KONUŞMALAR
NİHAL YALAZA TALUY İLE
Konuşan: Muazzez Menemencioğlu
Yıllardan beri Dostoyevski’den yaptığı çevirilerle haklı bir ün yapan Nihal Yalaza Taluy’la 31 Ekim 1962 tarihinde, Ankara’da yaptığımız konuşmayı sunuyoruz.
Ne zamandan beri çeviri yapıyorsunuz?
30 yıldan beri. Önceleri, İstanbul’da o zamanlar çıkan “Resimli Ay” dergisinde Averçenko, Teffi gibi eski Rus mizahcılarının küçük hikâyelerini çevirirdim.
Sizi, Dostoyevski’nin yurdumuzdaki en başarılı çeviricisi olarak tanıyoruz. Dostoyevski’yi çevirmeğe ne zaman başladınız?
Milli Eğitim Bakanlığı’nın Klâsik Eserler serisini yayınlamağa başladığı yıldı. Rahmetli N. Ataç, bana küçük hikâyelerden vazgeçip, büyük eserler çevirmemi salık verdi. Dostoyevski’nin “Budala”sını ele aldım. Ama bazı sebeplerden kitabı Babıâli kitabevlerinden birine devrettim. Ancak birkaç yıl sonra Millî Eğitim Yayıneviyle yeniden temasım oldu. O zaman çıkan ÜLKÜ dergisi için hazırladığım bazı çeviriler Millî Eğitim Yayınevine verildi. Fonvizin’in “Anasının Kuzusu” ve “Tuğbay” adlı 2 oyunu, yayınlar arasında basılan ilk çevirilerim oldu. Bakanlık bana daha büyük eserlerin çevirilerini verdi. Dostoyevski’den çok sevdiğim “Ölü Bir Evden Hatıralar”ı, “Stepançikovo Köyü”nü, “Yeraltından Notlar”ı; Tolstoy’un ve Turgenev’in birkaç kitabiyle Onyedinci yüzyılda yaşamış bir din adamının “Protopop Avvakum” adlı otobiyografisini çevirdim.
Dostoyevski’den çevirdiğiniz romanlar arasında en sevdiğiniz hangisidir?
“Yeraltından Notlar” ve “İnsancıklar”.
Dostoyevski’den çevirdiğiniz eserler yalnızca bunlar değil ama.
Sonra “Tatsız Bir Olay”ı çevirdim. Dostoyevski’den son çevirdiğim Millî Eğitim Bakanlığı Klâsikleri serisinde yayınlanan “Karamazov Kardeşler” adlı 4 ciltlik büyük romandır.
Varlık Yayınevi için Dostoyevski’den neler çevirdiniz?
“Ezilenler”, “Ebedi Koca”, “Kumarbaz”, “İnsancıklar, “Beyaz Geceler”, “Ev Sahibesi”, “Amcanın Rüyası”, “Başkasının Karısı”.
Dostoyevski’nin, yaşadığı dönem içinde, fanteziye düşkün bir yazar olduğunu söyleyenler var; ne dersiniz?
Bence, ona pek fantezist diyemeyiz. Her çağa, her döneme hitabeder Dostoyevski. Oysa ki, başka klâsik yazarlarda az çok mahallî, dönemlerine has bir hava sezilir. Dostoyevski’nin bütün eserlerinde evrensel insan, insanlığın tezleri, dramı yaşar.
Sizce Dostoyevski her çağda okunup, yadırganmamayı nasıl başarmış?
Sınırsız bir psikologdu o. Yarattığı tiplere her yerde, her zaman rastlamak mümkün. Bir kitabını okuyup bitirince, kitaptakiler fotoğrafın arabı gibi içinizde yer eder. Eserlerindeki pek çok tipin adını, çevrenizdekilere lâkap gibi verebilirsiniz. İşte şu, şudur dersiniz… İnsan ruhunun, insan karakterinin ölmez yönlerini koyar romanına Dostoyevski. Eserlerinin yapısındaki ustaca kuruluşun etkisini de unutmamak gerek.
Şimdi içimizden biri, kalkıp da insanın çağlar boyunca değişmiyen, ölümsüz yanlarını işlemeğe kalksa, o kadar büyük yazar olabilir mi sizce?
Her yazarın kendine göre bir dünya bakışı, bir dünya anlatışı var. Birçok yazar, aynı konuyu alır, değişik açılardan işler. Eser şu veya bu açıdan ilgi uyandırır, düşündürür. Ama o konuyu Dostoyevski alıp işleyince, içinize yerleşir, sadece düşündürmekle kalmaz, insanda kelimenin tam anlamiyle yeniden yaşar âdeta.
Birtakım toplumcu yazarlarımız, Dostoyevski’nin normal olmayan tipleri seçmekle üne eriştiğini söylüyorlar. Dostoyevski’nin yarattığı tiplerin, böylesi karakterleri seçişinin nedeni?
Dostoyevski’nin kendisi de ruh yapısı bakımından pek normal değildi. Sar’a nöbetleri, sonra hayat şartları; aile ve toplum şartları… Bilirsiniz, Dostoyevski iki kere evlenmiştir. Hele birinci karısının onun büyük mutsuzluğunda belli bir etkisi olmuş. Kendini kumara verişi de bundandır. Hastalığı sebebiyle ruhunun bir köşesinde daimî bir mistiklik közlenmiştir; bu zaman zaman kıvılcımlanır, dine yöneltirdi yazarı.
Dostoyevski’nin yarattığı karakterlerden sizde en çok yaşayanı hangisi?
“Yeraltından Notlar”daki genç adamla “Budala”daki prens Mışkin.
Normal sayılmayan karakterleri seçmek, romanda daha mı elverişli oluyor?
Bir örnek kimseleri yazmamak belki daha elverişli. Kim bilir, bir bakıma belki daha kolay, ama belki de daha güç… Bugünün kuşağı olarak soruyorsunuz bunu siz. O günlerin yazarları okurlara, onların daha az bildikleri şeyleri anlatmağa, göstermeğe çalışırlardı. Ama Dostoyevski, ruhunun girintili-çıkıntılı oluşu yüzünden de bu yolda yazmış olabilir.
Dostoyevski’nin bizde çok okur bulmasının, çabuk benimsenmesinin nedeni?
Bunu da, aşağı yukarı, 6.ncı sorunuz gibi cevaplayacağım. Her çağa, her döneme cevap veren Dostoyevski’nin anlattığı insanlara dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de bol bol rastlanır. Eserlerini bu yüzden kendimize yakın buluyor, ilgileniyoruz.
Her yapıdaki okura açık olmağı nasıl başarmış?
Bunu Dostoyevski daha çok konuyu seçişi, verişi ve üslubuyla başarıyor. Orta halk, üslup oyunlariyle bezeli, konusu dağınık bir eseri kolay kolay benimsiyemez. Dostoyevski’nin yalın bir deyişi var; üsluba hiç önem vermiyor. İnsanları sever o; onlara acır, dertlerine, yaralarına eğilir… anlatırken de ayrıntılar üstünde durmaz. İçtenliği adeta bir ruhsal iletim gibi okuruna geçer, sarar onu.
Dostoyevski’nin kadın karakterleri hakkında ne düşünürsünüz?
Bakın, ben onun yarattığı erkek karakterleri daha güçlü bulurum. Kadın tipleri onda pek çeşitli değildir. Büyük eserlerinde üç kadın tipi dikkatimizi çeker: “Karamazov Kardeşler”deki Gruşenka, “Budala”da Nastasya Filipovna, “Suç ve Ceza”da Sonya Marmeladova gibi feleğin kurbanı olmuş kötü kadınlar başta… Asiller sınıfının budala, şımarık, kuş beyinli kadınları… Üçüncü olarak da saf, fazlaca romantik bir genç kız tipi var. Aslında kadın, Dostoyevski’de daha çok konuyu geliştirmeye yarayan bir yardımcı unsurdur. Aşka gelince: Dostoyevski’nin eserlerinde aşk, pek bugünkü anlamında değildir. Bütün Rus edebiyatında, hatta bugünkünde bile vardır bu: Cinsel konular fazlaca didiklenip uluorta yayılmaz.
Ama Dostoyevski, bu geleneksel çizgiyi aşabilecek güçteydi.
Evet. Ama aşmamış. Gerekli bulmamış belki de… Belki de yaradılışına uygun değildi bu. Bakın, ondan çok sonraları Gorki, Andreyev, Kuprin gibi gerçekçi yazarlar da bu çeşit konuları enine boyuna deşmemişlerdir.
Dostoyevski’nin toplum içinde hep ezilen kişileri sevmesi nedendir?
Kendi kişisel ezilmişliğinden geliyor bu bence. Türlü türlü sille yemiş hayattan… Güçlü olanı sevmiyecek tabiî. Dram unsurunu zayıf olanda buluyor.
Dostoyevski’den çevirmeyi düşündüğünüz başka eserler var mı?
Onun hemen hemen bütün eserleri çevirildi Türkçeye. Kala kala birkaç ufak hikâye, notlar, bir de büyük eser olarak “Netoçka Nezvanova”sı kaldı.
“Netoçka Nezvanova”nın bir çevirisi var ama elimizde.
Aslından çevirilmemiştir demek istiyorum.
Son bir soru: Kısaca yaşamanızı anlatır mısınız?
İlk gençliğimden beri bu işe verdim kendimi. Bu alanda faydalı olabildimse bahtiyarım; boşuna yaşamamışım demektir…
(Varlık Dergisi, sayı 588, 15 Aralık 1962, sayfa 6)

NİHAL YALAZA TALUY DA ARAMIZDAN AYRILDI
Geçen sayımızda Nurettin Özyürek’i kaybetmiş olmaktan duyduğumuz acıyı dile getirirken bu sayımızda da bir başka yakınımızı, Nihal Yalaza Taluy’u hiç beklenmedik bir şekilde kaybetmenin acısından söz açmak zorunda kalacağımı nasıl bilebilirdim.
Varlık yayınlarının temel direklerinden biriydi Nihal Hanım, ama benim için ondan da fazla bir şey, hâtırası unutulmaz eski bir dost, vefalı bir arkadaştı.
Varlık’ın ilk çıktığı yıllarda, bundan otuz yıl önce tanımıştım onu. Edebiyata olan sevgisi onu çok iyi bildiği Rusça’dan çeviriler yapmaya yöneltmişti. Galiba Manas Destanı’ndan parçalardı bize ilk getirdiği yazı. Sonraları hikâyeler, şiirler çevirdi, kendine güveni artınca da romanlar çevirmeye başladı. O sıralarda kitap basan yayınevi parmakla gösterilecek kadar az olduğu için çevirilerini değerlendirecek yer bulmakta tabiî büyük güçlükler çekiyordu. Sonraları Millî Eğitim Bakanlığı, Hasan Âli Yücel’in yönetiminde Dünya Klâsiklerini sistemli bir düzende yayınlamaya başlayınca Nihal Yalaza’ya da Tolstoy’dan, Dostoyevski’den, birbirinden güzel çevirilerini yetiştirmek için kollarını sıvamak düştü. Yücel’den sonra gelenler, bir marifetmiş gibi, onun unutulmaz hizmetini baltalamayı iş sayıp çeviri çalışmalarını hemen durdurunca, tam o sıralarda aynı işe girişmiş olan Varlık Yayınevi’ne döndü, ve Varlık ona, o Varlık’a destek olarak bu hayırlı işbirliği tâ ölümüne kadar sürdü. Son günlerine kadar, bizim için hazırladığı ve tamamlamaya çalıştığı Dostoyevski’nin hikâyeleri ve Gorki’nin Ana’sı üzerinde çalışıyordu.
1900’de Kafkasya’da doğmuş olan Nihal Yalaza, ilk öğrenimini orada bir Rus lisesinde yapmış, Rusça’dan başka Fransızca ve mürebbiyesinden de Almanca öğrenmişti. Fransızca’dan da birçok çeviriler yapmıştır. Özellikle çocuk hikâye ve romanlarını daha çok bu dilden aktarmıştı Türkçe’ye.
Nihal Hanım’dan söz açarken, onun çocuklara olan büyük düşkünlüğünü belirtmek gerekir. Türk çocukları bu sevgi sayesinde birbirinden güzel ve faydalı nice kitaplara kavuşmuştur. Ankara’dayken Çocuk Esirgeme Kurumu’nun çocuklar için çıkardığı derginin temel yazarlarından biriydi. İstanbul’a geldikten sonra Doğan Kardeş dergisine telif, ya da çeviri pek çok yazılar yazdı. En büyük sevincini de galiba, çocukları sevindirmeye ayırdığı bu zamanlarında tatmış oldu. Bütün çocukları özel bir ilgiyle seven Nihal Hanım’ın kendi çocuğu üzerine nasıl titreyeceği tahmin edilebilir. İlk evliliği talihsiz olmuştu gerçi ama, bu evlilikten büyük bir kazancı oldu. Oğlu Engin. Bütün hayatı boyunca üstüne titredi oğlunun. En dar zamanlarında onun hiçbir şeyi eksik olmasın diye fedakârca çabaladı. Oğlu gerek zekâsı, gerek ahlâkıyle bu eşsiz anne şefkatine lâyık bir insan oldu. Önce çalışkan bir öğrenci, sonra dokuma mühendisi olarak başarılı bir teknisyen ve iş adamı oldu. Ve annesine, ömrünün son yıllarında ayrı bir mutluluk getiren biri kız biri oğlan birbirinden güzel iki de torun yetiştirdi: Şimdi 4 yaşında olan Derin ve yılını tamamlamış olan Değer.
Bize sık sık yaptığı Pazar ziyaretlerinde ilk göz ağrısı olan Derin’den söz açmadan edemezdi ve onun kendisine olan bağlılığını anlatırken sesinin heyecan ve mutluluktan titrediği hissedilirdi. Kitapları, oğlu, gelini ve torunlarıyle çevrili mutlu ve rahat bir ihtiyarlığı olacaktı. Ne yazık ki kader ona bu mutluluğu çok gördü ve kendisini edebiyatımıza daha çok hizmetler edebileceği bir yaşta aramızdan aldı.
Bütün hayatınca ciddî bir hastalık geçirmemiş, sapasağlam bir insanın amansız bir derdin pençesinde yavaş yavaş eriyişi son yılımızın, acıyla izlediğimiz en üzücü olaylarından biri oldu. O kadar sevdiğimiz, saydığımız iyi insan, vefalı dost Nihal Yalaza da yok bugün. Yitik dostlar kafilesine bir sevilen daha karıştı. Ve böylece gelip geçiyor yıllar bir yaştan sonra. İnsana mutluluklardan çok acılar getirerek.
Y. N. NAYIR
(Varlık Dergisi, sayı 715, 15 Şubat 1968, sayfa 5)