
Hafif kara karasın sen birazcık sert. Benim elmacık kemiklerim çıkık gözlerim gök. Babam az konuşurdu hep yörük. Anam bir garip kuldu heybesi sökük.
Anam beni hıdırellez günü doğurmuş. Ellik vakti değilmiş lakin elleri kanamış. Parmaklarının arasına ayrık otları birikmiş. İki canlı gün doğmadan çiğ tanelerine karışmış. Anam beni mayalarla aynı yerde saklamış. Tahta kaşıklarla çayırlardan çiğ toplamış. Yürüye yürüye otlardan, bakır taslara akıtılan şifadan. Dualar ede ede, gün doğmadan girilen haneye. Bereketi kendinden teslim olunup göğe.
Ne varsa yenilmiş içilmiş. Geçim derdi bugün haram kılınmış.
İşte oba işte maya işte buzağı. Ağaca bakan keçinin dala bakan oğlağı. Yoruldukça kolları. Seyirte seyirte bakarmışım ben yardan aşağı. Çok özledik diye diye baharları. Anam beni taa içine bastıra bastıra rüyasına almış. Beni beşiklere belemiş. Başımın arkası dümdüz. Ovalar engin türküler yalınız.
Olur da konarım da kalkmam diye babam bana dedemin adını seslenmiş. Dile gelmiş zaman tam vaktidir diyen mekan. Nenemin ellerinde bir zine. Ne duyduysam ben annemden seslenerek keçiye köpeğe. Sezdiğim ne varsa yapraklardan dallardan çiçeklerden. Gördüğüm yıldızlı gecelerden. Anlatılan hikayelerden. Bir zaman sonra en çok da senden.
Anne ne zaman dediğimde, gün tepedeyken, arkamı dönsem deniz önümde yayla derdi. Annem beni bahar oğlağım diye severdi. Babam seni tanısaydı da adımı umut koymazdı.
Ben senin ayaklarından birinin bastığı yerden. Tam evet oradan işte. Arkama denizi alıp, yükseklere çıkıp güneşe düşman olmadan, yürüye yürüye Bezirgan’a gelip, virajlı yollardan kayalardan asfaltlardan geçerek, nefesim kesilene kadar, susayana, anlatacaklarımın sevinciyle yanıp tutuşana kadar, yürüyüp bir ağaca yaslanıp, şöyle derin bir oh çekerek, buradan görünen obalara amcalara dayılara cümle aleme bakarak, biriktirdiğim ne kadar hikaye varsa hepsine, senin de ismini aralara koyup anlatacağım. Tam durduğum yerden arkamda yanımda deniz. Sağımda solumda kara. İkimizin ortasında mı Hızır ile İlyas acaba. İzleyerek canlanan doğayı. Bin senedir geldiğimiz toprak. Ayak izleri burada gör bak.
O gün bekledikçe Hızır ile İlyas’ı ateşlerin suların bulutların arasında altında içinde, mavilerin yeşillerin umutların arasında, sen de beni dinleyecek misin. Sen ne demiştin ismine, sen benim elimi tutarsan ben senin kaldığın yerden en azından bu kadarını, bir iki sayfalık çok değil bir iki adımlık küçük yörük adımlarımı, bak bu görünen Aladağ’a bakarak hiç olmazsa senden öğrendiklerimi anlatırım. Hem anlatır hem dinlerim. Hem buluşurlarsa onlara bekçilik ederim. Sana dualar gönderirim.
Belki ninem gibi sen de,
Rüyama gelirsin. Ben sana Hızır derim.
Rüyama gelirsin. Ben sana İlyas derim.
Sahi sen ne demiştin adını.
Yaşar mı?
Anam beni hıdırellez günü doğurmuş.
Eğilip su içtiğin çeşmenin oradan geçerken.
Senin adını kulağıma çağırmış.
Halil Yörükoğlu
şiir gibi, yaylanın akıp giden ırmağı deresi gibi akıp gitmiş cümleler. okuyanı ardına sürükleyip. çok güzel. kaleminize sağlık. Harika.
Osman Şahin’in Toros yörüklerini anlatırken ki diline hayrandım. Bir de Halil Yörükoğlu’nun anlatımı eklendi bu hayranlığa. Kalemin daim olsun.
Keyifle okudum. Usta işi. 👏👏👏