Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan yirmi beş, Hüseyin İnan yirmi üç yaşında idam sehpasına yürümüştü. Jahrein milletvekilliği adaylığını ilan ettiğinde otuz yaşındaydı. BTP genel başkanı Hüseyin Baş “Stresi alıyor” diye sanal çatışmaya girdiğinde otuz bir. Ümit Özdağ altmış bir yaşında, bir çocuk babası.

Haydar Baş’ın vefat etmesinin ardından Bağımsız Türkiye Partisi’nin başına Türk demokrasi standartlarına uygun bir biçimde oğlu Hüseyin Baş’ın geçmesi pek şaşkınlık yaratmamıştı. Hüseyin Baş’ın çatışmaya girdiği haberi içinse aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Neyse ki haber başlığına tıklayıp içeriğe vakıf olunduğunda söz konusu çatışmanın Counter Strike oyununda gerçekleştiği, bu muzip haberin Hüseyin Baş’ın oyun oynadığı bir videoyu paylaşmasına dayandığı anlaşılıyordu.

Siyasal iletişim stratejilerinde gençlerle bir olmanın ve onlarla aynı dili konuşmanın ana göstergesi yakın bir zamana rap müzikti. Daha doğrusu ana akım partiler seçim beyannamesinden alınmış birtakım cümleleri adı sanı duyulmamış, tercihen erkek bir gence hızlı hızlı okutmayı rap sanıyorlardı. Örneğin İBB adaylığı sırasında Binali Yıldırım kampanyası için yapılan “rap” şarkısında geçen şu sözleri ele alalım:

“Ulaştırma, başbakanlık, tecrübeler birikti
Böyle büyük şehre büyük tecrübeler gerekli”

Sanatsal ifadede zirveyi zorlayan bu gibi sözlerin gençleri nasıl büyülediğini, içlerini Binali Yıldırım’ın o ele avuca sığmaz enerjisiyle nasıl da doldurduğunu tahmin edersiniz.

Bugün içimde Türkiye’nin geleceği için hâlâ cılız da olsa bir umut ışığı varsa inanın bu iletişim modelinin zerre kadar tutmamasının da ciddi bir payı bulunuyor. Gelgelelim biliyorsunuz ki ülkemiz, susamlı çubuk kraker bittiğinde poşeti kafasına diken açgözler misali içimizde kalan son umut kırıntılarını da yalayıp yutmadan rahat etmeyen siyasetçilerle dolu. Siyasal kariyerlerini “Daha kötüsünü yapabiliriz” şiarı üzerine kuran bu tayfanın şimdilerde siyasal iletişim stratejisini yeni bir kanala, dijital oyunlara kaydırdıkları görülüyor.

Berbat bir iletişim kurmakta Binali Yıldırım kadar başarılı olamayan Ekrem İmamoğlu’nun bu açığı kapatmak için acele ettiğini Karadeniz gezisi ve sonrasında yaşananlardan anlayabiliyoruz, ancak bu müthiş başarının arkasındaki yoğun emeği, ilmek ilmek örülmüş kabızlığı da görüp takdir etmek gerekiyor. Sayın İmamoğlu’nun “Oyun oynarsam genç gibi görünürüm” taktiğine ilk yeltenenlerden olduğu, açılışını yaptığı bir oyun geliştirme merkezinde “MetroCrafter” (Metro Ustası) rumuzuyla oyun oynadığı unutulmamalı. Mansur Yavaş’ın “Kim bilir? Belki birlikte oyun oynar, mid’de karşılaşırız” diyerek twitch hesabı açması ve Kılıçdaroğlu’nun Jahrein’in twitch yayınında arz-ı endam etmesi de.

Jahrein’i tanımayanlarınız olabilir –ki umarım sayısı fazladır, zihinsel hijyeninize önem verdiğiniz anlamına gelir– twitch adlı bir platformda oyun oynayarak ve yorumlayarak hayatını kazanan bir ergendi kendisi. Ne var ki ergenliği baki kalırken faaliyet alanı gün be gün genişledi. Bir de yavaş yavaş siyasi yorumlar yapmaya başlayınca –ki milletvekili adaylığını açıklaması da gecikmeyecekti– medyanın köşe başlarını tutan figürlerin dikkatini çekti. Düne kadar kendisi siyasetçileri yayına konuk alırken, şimdi o siyasi bir aktör gibi Fatih Altaylı’ya konuk oluyordu.

Biz yine İmamoğlu’nun Karadeniz gezisi sonrasındaki söylemlerine dönelim. Rasim Ozan Kütahyalı’nın gerek medeni kanun önünde, gerekse de insani vasıflar anlamında eşi olan Nagehan Alçı’nın yer aldığı fotoğraf karesi üzerinden aldığı eleştirileri yanıtlarken “Akıllı olmaya davet ediyorum” demesine, özellikle. Elimizi vicdanımıza koyarsak, İmamoğlu’nun “Akıllı olun” davetini Yasin Hayal’in Orhan Pamuk’a yönelik tehdidiyle bir tutmak doğru olmaz. O günkü konuşmayı ve ertesi günkü açıklamayı dinlerseniz İmamoğlu’nun aslında “Akılcı olun” demek istediği çıkarımını yapabilirsiniz. Ancak dilinin “akılcı”ya dönmemesinin de bir sebebi olsa gerek. Zira İmamoğlu için mevcut siyasal bağlamda “akılcı” olmak tam manasıyla “uslu” olmak demekti. Öğretmenin yaramazlık yapan sınıfa “Çiçek olun bakayım” demesindeki gibi, vatandaşların da uslu uslu oturup siyaseti izlemesi kendileri için en “akılcı” çözümdü.

Şimdi İmamoğlu’nun bu tavrının genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun Ekmeleddin vakasında vatandaşın oy vermeye “tıpış tıpış” gideceğini söylemesini ne kadar andırdığını göz önüne alıp düşünelim: Yazının başındaki “iletişim stratejisi” konusunu olduğundan daha dar anlamda değerlendiriyor olabilir miyiz? İletişim modelindeki “ergenleşme” eğilimi yalnızca genç kuşağa ulaşmanın bir yolu değil de, bir bütün olarak halkı güdülebilir bir “ergenliğin” sınırlarında kalmaya ikna etme çabası olamaz mı? “Siz siyasal olarak reşit değilsiniz” deme hususunda merkez siyasetin ağız birliği?

Jahrein’in milletvekili adaylığını ve kendi kendine biçtiği (itiraf edelim ki belli bir kitle nezdinde kabul de gören) siyasal analistlik rolünü de buna ekleyin. Hüseyin Baş’ın parti genel merkezinde CounterStrike atmasını da. Çok değil daha iki ay önce gerçekleşip başka bir yazıya konu olan “CNN Türk ekranlarında oyun görüntülerinin gerçek savaş zannedilip analiz edilmesi” hadisesini de. Ümit Özdağ’ın Süleyman Soylu’yu “çıkışa çağırması” da unutulmasın. Ergen olmayanın, çocuk gibi davranmayanın medyadan, siyasetten, kamusal alandan dışlandığı bir ülke konusunda kusursuz bir anlaşma tablosu bu.

Merkez siyasetin ve medyanın “ergen vatandaş” idealinde uzlaşması sürpriz de değil doğrusu – hele ki “her şey sınıfsaldır” diyenler için. Bu sınıfsal temel, Ak Saray’dan yaklaşık 1 milyon TL değerinde oyuncak çalındığı haberini de aynı tabloya dahil ettiğinizde berraklaşıyor.

Erdoğan’ın vatandaş ziyareti haberlerini takip ederseniz, hayli uzun süredir erkek çocuklara oyuncak araba (markası: “Süper Araba”!), kızlara oyuncak bebek verdiğini göreceksiniz. Yoksulluğun zirve yaptığı, enflasyonun rekora koştuğu bir dönemde ekmek hırsızlığı haberi beklerken “oyuncak hırsızlığı” vakasıyla karşılaşmanın “toplumsal ergenleşme” projesiyle bire bir örtüştüğünü iddia etmek abartılı mı olur? “En az üç çocuk” yapması öğütlenenlerin, birine bile layıkıyla bakacak geliri yokken, “Yol yaptı” argümanıyla sadakati kazanılmaya çalışılanlar araba almaya, alsa bile benzinini koymaya yetecek parası bulamazken oyuncağıyla avunmak belki de tek çözümdür. Ortalama bir vatandaşın kafayı yememek için “ergenleşmekten”, böylece asla erişilemeyecek yetişkince taleplerden vazgeçmekten başka şansı gerçekten yoktur belki de. “Akılcı olmak” belki de sahiden İmamoğlu’nun niyet ettiği gibi “uslu olmayı” gerektiriyordur.

İmamoğlu’nun talihsizliği (akılsızlığı?), bu uslu durma çağrısını makbul vatandaş “akılcılığını” reddedip inandıkları değerler uğruna kelimenin tam manasıyla ölümüne mücadele eden üç fidanın anma töreninde yapmış olmasıydı.

Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan yirmi beş, Hüseyin İnan yirmi üç yaşında idam sehpasına yürümüştü. Jahrein milletvekilliği adaylığını ilan ettiğinde otuz yaşındaydı. BTP genel başkanı Hüseyin Baş “Stresi alıyor” diye sanal çatışmaya girdiğinde otuz bir. Ümit Özdağ altmış bir yaşında, bir çocuk babası.

Hakan Sipahioğlu