
Çağdaş edebiyatın önde gelen yazarlarından Amitav Ghosh, bu ay Timaş Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alan iki kitapla okurunu selamlıyor: İklim değişikliğine dair çok boyutlu bir bakış açısı sunduğu Büyük Kaos ve hem dünyada hem de ülkemizde örneklerine gitgide daha sık rastlar olduğumuz eko-eleştiri türündeki romanı Silah Adası.
Büyük Kaos, Ghosh’un 2015 yılında Chicago Üniversitesi’nde verdiği dört dersin bir derlemesi. İklim değişikliğinin tahminimizden çok daha büyük bir ölçek ve şiddette olduğunu vurgulayan Ghosh, konuyu edebiyat, tarih ve politika referansları üzerinden ele alıyor. İlk bölümde Madam Bovary’de karşımıza çıkan Viktoryen doğa anlayışından Solaris’e kadar örneklerle kurmaca ve iklim krizi arasındaki ilişkiyi inceliyor; modern çağda yozlaşan insan doğasını irdeliyor ve roman türünün iklim değişikliğini ele almada neden yetersiz kaldığını sorguluyor. İkinci bölümde iklim değişikliğinin tarihçesine odaklanıyor. Erken modern dönemin dünyanın farklı bölgelerinde farklı modernite türlerini beslediğini söyleyen yazar, Asya’nın sömürgecilikle baltalanan sanayileşme süreci üzerinde duruyor. Politika bölümündeyse iklim kriziyle mücadelenin ancak bireysel tedbirlerin kolektif hale gelmesiyle mümkün olacağının altını çiziyor.

Ghosh, Chicago Review of Books, Vulture ve Amazon gibi mecralar tarafından Yılın En İyi Kitapları arasında gösterilen Silah Adası’nda ise zamandan zamana, kıtadan kıtaya dolaştığımız bir yolculuğa çıkarıyor bizleri; insan doğasıyla tabiat savaşını, –belki de gerçekçi romanın sınırlılığına olan inancından– yeniden yorumladığı kadim bir Bengal efsanesi üzerinden tasvir ediyor ve konuya dair şunları söylüyor:
“Edebiyat ve iklim değişikliğiyle ilgili Büyük Kaos isimli bir kitap yazdım. İklim değişikliğinin modern yazarlar ve modern edebiyat için neden bu kadar zor olduğunu ele alıyor. O kitabı bitirdikten sonra daha çok modern-öncesi edebiyat okumam gerektiğine karar verdim. Ve aniden o hikâyeleri farklı bir gözle görmeye başladım. Feci seller, kuraklıklar, kıtlıklar ve fırtınalarla ilgili o efsanelerin tam da bugün yaşadığımız şeyi tarif ettiğini gördüm. Beni en çok etkileyen, o zamanlarda insanların bu meseleleri bize kıyasla çok daha doğrudan ele alabildikleri gerçeğiydi. O zamanlar insanlar bir karşılık verebilir, tepkilerini gösterebilirdi – bilirsiniz, resim yaparlardı, binalar inşa ederlerdi. Demek istediğim, Venedik’in en önemli simgelerinden Santa Maria della Salute Bazilikası aslında büyük bir felaketi, vebayı, anmak için inşa edilmiştir. Artık felaketlerle yaratıcı bir şekilde boğuşmayı bile beceremiyoruz.”

Romanın ana karakteri Kalkütalı Deen, politik olarak çalkantılı bir gençlikten sonra ABD’ye göçer, bir sahaf ve antikacı olarak Brooklyn’de kendi halinde bir yaşam sürmeye başlar. Hayata sarsılmaz bir rasyonellikle bakan Deen’in dünyasında tesadüflere ve mucizelere yer yoktur; hikâyelerse adı üstünde yalnızca hikâyedir. Fakat kışı geçirmek için döndüğü memleketinde yaşanan bir karşılaşma, Deen’in dünyaya bakışını kökünden sarsacak bir dizi olayın işaret fişeğini ateşler. Uzaktan bir akrabası, Deen’e çocukluktan aşina olduğu Silah Taciri efsanesini hatırlatır. Efsaneye göre Silah Taciri, biat etmeyi reddettiği yılan tanrıçası Manasa Devi’nin gazabından korunmak için denizaşırı bir yolculuğa çıkar. Tacir’in sürekli aklının bir köşesinde yer tuttuğunu fark eden Deen, onun ayak izlerini takip ederken bulur kendini. Sundarbanlar’da, sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya bir tapınakta başlayan serüveni, orman yangınlarıyla boğuşan Los Angeles’a, oradan da Venedik’e kadar uzanır. Deen bu süre boyunca yalnız değildir; yolu, farklı coğrafyalardan, farklı sosyal sınıflardan birçok insanla kesişir: topraklarının onlara verebileceğinden çok daha fazlasını isteyen Bengalli iki genç –Rafi ile Tipu–, iklim değişikliğinin balinalar ve yunuslar üzerindeki etkisini inceleyen deniz biyoloğu Piya ve Deen’i hikâyelerin, tesadüflerin ve mucizelerin hayattaki yerini yeniden sorgulamaya teşvik eden Cinta.
Tarihe, bilime, politikaya, folklora ve mitolojiye dair ögelerin ustalıkla bir araya getirildiği bu iki kitap, okura çağımızın tastamam bir tasvirini sunuyor; zamanımızın en önemli gerçeğine dair kapsamlı ve derinlikli bir okuma deneyimi, öz eleştiri imkânı vadediyor.
Dilruba Aydın