İnsan, hayatının doğal akışı kesintiye uğradığında da hayatı sevmeye devam edebilir mi? Beer (Berend), okul çıkışı geçirdiği kaza sonrası bu soruyu yanıtlamak zorunda kalacaktır. Gözlerini yitirmiştir. Bu, çocuk ya da yetişkin herkes için ağır bir olaydır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta bu ağırlığın nasıl aşılacağıdır. Bu zor durumla nasıl baş edilecektir? Jaap Ter Har’ın 11 yaş ve üstü çocuklar için kaleme aldığı, Can Yayınları tarafından okurla buluşturulan “Hayatı Sevmeye Devam Et” bunun üzerine kurulmuş bir kitap.

Beer, hastanede kendisine geldiği ilk anlarda balta girmemiş bir orman karanlığı içinde kendisini yapayalnız kalmış gibi hisseder. Ona “kör oldum” dehşeti içindeyken uzanan ilk el Hemşire Will’in eli olur. O, bütün hayatının mahvolduğunu düşünürken Hemşire Will bunu kesinlikle doğru bulmaz. “Her birimizin önünde yeni bir başlangıç vardır her zaman.” Onun da 15 yaşındayken yüzünün yarısı yanmıştır. Görüntüsü, onu ilk kez gören hastaların dehşete kapılmasına yol açacak kadar kötüdür. O, bunu milyonlarca insanın başına gelen küçük bir dram olarak görür. Beer’den de körlüğün hayatında küçük bir dram olarak kalması için çabalamasını ister. “Eğer bunu başaramazsan ortada yaşayabileceğin bir hayatın kalmaz.” Her insan kendi trajedisiyle baş etmek zorundadır.
Beer, ilk anda bundan sonra hep başkalarına ihtiyaç duyarak yaşamak zorunda kalacağını düşünerek büyük bir öfke duyar. Herkes ona acıyarak yardımseverlik duygularıyla mı yaklaşacaktır?
Dünyada ondan kötü durumda olan birçok insan vardır. Kör olsa da geleceksiz olmadığı düşüncesine dört elle sarılır.
Hayatını artık tamamen başka bir biçimde yaşamak zorunda olduğunu kabul etmelidir. Bu kabullenişte Üniversiteli’yle tanışmak Hemşire Will’den sonra ikinci şansı olur. Böbreklerinden sorunlu, zamanını kitaplarla geçiren, kitapkurdu, psikoloji öğrencisi Üniversiteli ile hastanede tek kişilik odadan koğuşa geçtiğinde tanışır. Bu koğuş onun için bir bekleme odası gibidir. Geçmişle gelecek arasında bir dinlenme noktası.
Üniversiteli, onu bir enkaz haline gelmemesi konusunda uyarır. Bağımsız olmak için mücadeleyi sürdürmek, merhamet istemediğini herkese göstermek zorundadır. “Bazen seni düş kırıklığına uğratsa da hayatı sevmeye devam etmeni çok isterim.” Üniversiteli’yle dostluğu Beer’in hayatı sorgulamasına yol açar. İnsan yalnızca hayatındaki güzel şeylerden dolayı yaşamak istiyor olabilir miydi? Hayatta güzelliklerin yanı sıra kötü ve çirkin şeyler de vardı: Vietnam Savaşı, ölmek, anne babanın ayrılması, komşularının oğlu felçli küçük Jan, dünya nüfusunun dörtte üçünün açlık ve yoksulluk çekmesi… Öyleyse hayata anlam veren neydi? Hayatta olmazsa olmaz insanın sevdikleriydi. Annesi, babası, kardeşi, arkadaşları… Kör de olsa sevdiklerini yitirmemişti. Onları görmeden de sevebilirdi. Beer, bu duygu ve düşüncelerle eve döner.
Hemşire Will ve Üniversiteli’den sonra Tjeerd Bosma, Beer’in hayatında özel bir yere sahip olacaktır. Tjeerd, sınıf arkadaşıdır. Derslerde çok başarılı olsa da sporda korkak ve beceriksizdir. İçe dönüktür. Sınıfta kimse onunla ilgilenmez. Beer, Tjeerd’in gerçek kişiliğini ancak kör olduktan sonra fark eder. O, diğer arkadaşlarından farklı olarak Beer’e okulda elinden geldiğince yardım etmeyi önerir. Birlikte kaza nedeniyle biriken eksiklerini gidereceklerdir. Böylece Beer’in o yılı tekrarlaması gerekmeyecektir. Ofsaytta kalmayacağı bir dünyanın kitapların, sohbetlerin, düşüncenin, müziğin ve Tjeer’in bulunduğu bir dünya olduğunu anlar.
Sonuçta Beer, bu zorlu süreçten Hemşire Will, Üniversiteli, Tjeer, ailesi ve arkadaşları sayesinde başarıyla çıkar. Hayatı daha güçlü, bilinçli karşılamaya başlar. Herkesin dikkat göstermekle yükümlü olduğu bir engelli değil, bir köşeye itilmesine izin vermeyen normal bir insan olacaktır. Eskiden körlüğün insanın hayatını yarıya indirdiğini, değersizliğe mahkum ettiğini düşünürken şimdi eskiden sahip olduğu değerlerden bir şey yitirmediğini anlar. Görmeyen birinin dünyasının görenlere kıyasla daha sınırlı olması gerekmez. İnsan düşüncelerinde dünyayı istediği gibi büyük, güzel veya çirkin kılabilir.
Kitabı şu satırların altını çizerek kapatalım:
“Bağış kampanyalarında bu çocuklar için cömertçe para veriyoruz ama onları eşit bireyler olarak içimize almak yerine kapalı kapılar ardında saklıyoruz.” (s. 114)
Olması gerektiği gibi engelli insanları eşit bireyler olarak içimize almak… Bu, hem onlara hem bize iyi gelecektir. İnsan, insana muhtaç değil midir zaten?
Sevda Müjgan Yüksel