İslami Dayanışma Oyunları’nın beşincisi geçtiğimiz günlerde elliden fazla ülkenin katılımıyla Konya’da gerçekleşti ama belki farkında bile değilsinizdir. Etkinliğin toplum çapında ilgi uyandırmadığı hususu haberlere bile konu olduğundan bunun için sizi suçlayacak değilim. Kaldı ki halkımız nezdinde çoktan kapanmış olan bu bahsi de yürümeyen bir sohbette umutsuzca “Eee daha daha…” der gibi ben de yeniden açmak istemezdim. Gelgelelim bu köşenin bütün olayı gündeme oturayım derken sandalyeden düşen haberler olduğu için yapmak zorundayım, affedin.

Açıkçası Katarlı bir voleybolcunun Türk sporculara “kafa kesme hareketi” yaptığı, veya organizasyonun hatalar zinciriyle geçtiği gibi haberler dışında konuşulmaya değer pek bir tarafı da yok gibi. Aslında bu iki haberin de yok:

Katarlının hareketi oyunların İslami niteliğine dikkat çekmek için yapılmış gibi duruyor. Adamcağız maç esnasında niyet edip namaza duramayacağına göre inancını en iyi bu şekilde sergileyeceğini düşünmüş olmalı. İnanmıyorsanız da saygı duyacaksınız.

Hatalar/ihmaller zinciri ise artık tıpkı lokum, lale, döner veya Türk kahvesi gibi ülkemizle özdeşleşmiş, milli bir hasletimiz, biliyorsunuz. Maazallah Yunanlar, Ermeniler falan “İhmaller zincirini ilk biz başlattık” diye sahiplenmeye kalksa ülkece kenetlenip uluslararası arenada canhıraş mücadelesini vermemiz gerekir gurur kaynağımız olan bu özelliğimizin. “Mavi Vatan”, “Siber Vatan” misali “Hata Vatan” adeta. Hal böyle olunca, organizasyon komitesinin mevcut ekonomik kriz koşullarında katılımcılara baklava vs. ikram etmek yerine hatalar zincirinin tadına baktırarak otantik bir Türkiye deneyimi yaşatmak istemesi bence hoş bir sürpriz olarak görülmeli. Buna saygı duymayı geçtim, şapka çıkarmak gerek.

Haberi okuyup “Hatta keşke organizasyonun logosu da zincir olsaydı” diye düşünürken esas logonun ne olduğunu bilmediğimi fark edip resmî web sitesindeki kurumsal kimlik dokümanını kurcaladım. Evet, maalesef etkinliğin logosu laleydi. Dilerseniz siz de benim gibi “Atletizmle lalenin ne ilgisi var” gibi haklı bir soru sorup sinirlenmek yerine bunu da hatalar zincirinin bir halkası sayarak kendinize ulusal bir gurur vesilesi yapabilirsiniz.

Organizasyonun sloganı da yine logosu gibi pırıltısızdı: Birlik Güçtür.

Yalnız bir detay ziyadesiyle dikkatimi çekti: Kurumsal kimlik dokümanında bu yönde bir bilgi yoktu fakat bazı haberlerde logo tasarımında kullanılan lale yapraklarının tasarımının aynı zamanda Arapça “kardeş” olarak okunacak şekilde yapıldığı yazıyordu. “Müminler ancak kardeştirler” ayetine yapılan bir gönderme. Sezar’ın hakkı Sezar’a, tasarımdaki bu yaratıcılığı bu defa sahiden takdir ettim. Slogan da bu bağlamda anlam kazanıyordu işte.

“Yaşlı Adam ve Üç Oğlu” hikayesini hatırlarsınız: Ölüm döşeğindeki adam elindeki bir demet çubuğu çocuklarına sırayla verip kırmalarını ister. Üçü de kırmayı başaramayınca demeti çözer ve çubukları o yaşlı haliyle tek tek kırar. Kıssadan hisse, tek başınayken insanın zorluklara göğüs geremeyeceği, ancak kardeşleriyle kenetlenirse hiçbir gücün onları kıramayacağıdır.

Yine de, amaç dayanışma olsa da neticede doğasında rekabet olan bir organizasyonda “birlik” mesajı verilmesine takıldım ister istemez. Karate şampiyonası düzenleyip sloganını “Döğüşmen Guzum” yapmak gibi bir şeydi bu.

Dil ağrıyan dişi kurcalar. Bir coğrafyada ısrarla ve her fırsatta birlikten söz ediliyorsa nasıl bir ağrının kurcalandığını da kurcalamak gerek sanki. Hacıbektaş’ın “Bir olalım, iri olalım, diri olalım” sözünün sayın cumhurbaşkanımızın repertuarında neden özel bir yeri olduğunu da bu kapsamda sorgulayabiliriz. Novi Pazar ziyaretinde bile neden “Tek bir isteğim var: Novi Pazar bir olsun, iri olsun, diri olsun” diyecek kadar bu söze tutkun olduğunu. Hakikaten bir insanın tek isteği nasıl Novi Pazar’ın iri olması olabilir, ekmek mushaf aşkına? Novi Pazar’ın iri olması da ne demek? Novi Pazar’ın irisi mi makbul? NOVİ PAZAR DA NERESİ?

Ama tabii ki fazla kurcalanacak bir şey yok: Katarlı voleybolcunun hareketinde ayan beyan görüldüğü üzere ortada “kardeşlik” olarak nitelendirebileceğimiz bir şey yok. Ne İslam coğrafyasında ne de bu ülkede (sanmıyorum ki Novi Pazar’da da olsun). Bir “birlik” söz konusu yalnız – Yaşlı Adam ve Üç Oğlu’nun hikayesindeki çubukların tıpatıp aynısı bir birlik: Orada da çubukları bir arada tutan şey onların kendi iradeleri değil, bağlanıp deste yapılmış olmalarıydı hatırlarsanız.

“Burada” da aynısı işte. Ümmet olarak, millet olarak gerçekten de birbirimize bağlanmış, kenetlenmiş vaziyetteyiz. Hikayedeki çubuklar birbirine iple bağlıydı, biz hatalar zinciriyle.

Hakan Sipahioğlu