YKY Kitabevi’ndeki görevlinin önerisine kulak verdim. Önce sordu: “Furuğ’u bilir misiniz?” Bilmez miyim, diye cevapladım. “O zaman bu kitabı alın,” dedi tatlı tatlı, “Başa Dönmeyiz”i göstererek. Furuğ’u bildiğimi sanıp hemen satın aldım. Meğer bilmiyormuşum ve iyi ki de alıp bir solukta okumuşum bu romanı.
Makbule Aras Eyvazi, Furuğ Ferruhzad’ın toplu şiirlerini “Rüzgâr Bizi Götürecek” adıyla Farsça aslından çevirmiş ve Dünya Kitap tarafından düzenlenen Yılın En iyileri ödüllerinde, 2019 Yılın Çeviri Ödülü’nü almış. “Başa Dönemeyiz” de Eyvazi’nin ilk romanıymış.
Başa Dönemeyiz’de İranlı şair, yazar, oyuncu, yönetmen, ressam Furuğ Ferruhzad; hayatındaki dört erkeğin bakışından, gözünden, dilinden bir şiir diliyle anlatılıyor.

Karlı bir Tahran günü. Furuğ ölmüş. Bir trafik kazası ama belki de intihar etmiş. Öldürülmüş de olabilir. Orası meçhul. Dört erkek perişan.
İbrahim Gülistan, Furuğ’un Şâhi’si. Şâhi çiçeğim diye seviyor İbrahim’i, mektuplar, şiirler yazıyor ona. “Bu dünyada sevilmeye layık olan yalnız sensin ve bir de ağaçlar” diyor Furuğ. “İkiniz de yeşerir, tazelenirsiniz, ikinizin de gölgesi var, ikinizin de nefesinden ıtırlı kokular yayılır ve kökleriniz topraktır. Toprak ki ondan başka hakikat yoktur. Yalnız ikiniz varsınız Furuğ’u seven. Başka kimse yok.”
İbrahim, yönetmen. Film stüdyosunda tanışmışlar Furuğ’la. “Savrulup durduğum bu yeryüzü rüzgârında beni tutup toprağa dikensin sen Şâhi, ölümün nefesini erteleyensin.” diyecek kadar çok sevmiş Furuğ. Ama İbrahim evli. Aşkları hep gölgeli.
İbrahim, öldüğü gün Furuğ’un evine gidiyor. Ondan kalan kağıtları, defterleri, mektupları, kelimeleri toparlıyor. Hava soğuk. “İnanalım / soğuk mevsimin başlangıcına inanalım / inanalım düş bahçelerinin yıkıntılarına / işsiz, devrik oraklara / ve tutsak tohumlara / bak nasıl yağıyor kar” diye yazmış Furuğ. Hava o kadar soğuk. İbrahim çok ağlıyor.
Perviz Şapur, Furuğ’un boşandığı kocası ve oğlu Kami’nin babası. Banyonun aynasında, Furuğ’un artık olmadığı bir sabaha uyanan yüzüne bakıyor. Bedenin acıyı nasıl da kaydettiğini düşünüyor. Boşanmışlar ama Perviz, Furuğ’u sevmekten vazgeçememiş. Kendi hayatının enkazı altında kaldığını düşünüyor. Furuğ’un gürül gürül akan ve herkesi kendine meftun eden hayat enerjisini düşünüyor. Furuğ bir salkım üzüm, üstünde çiy taneleri. Furuğ açık bir pencere, tüllerin uçuştuğu. Furuğ içine doğru kapanan kilitli karanlık. Furuğ hem ölüm hem dirim. Perviz, kendi varlığını nasıl da kuşatılmış, boğulmuş hissettiğini düşünüyor. Şiirin aşklarını ikiye ayıran ve Furuğ’u ondan alıp götüren bir deli ırmak olduğunu düşünüyor. Furuğ ne yaparsa yapsın onu sakinleştiremiyor, aşkını hep ispat etme telaşına düşüyor.
Furuğ, bir özgür kuş. “Ben ne senin ne de toplumun emirlerini yerine getirmek istiyorum! Biliyorum, sen benim aksime sakin bir hayattan yanasın ama içten içe sen de benim yaptığımı yapmak, karşı çıkmak istiyorsun, bunu yapamadığın için de rahatsızsın. Bana da işte en büyük kızgınlığın bu yüzden, senin yapamadığını yapabildiğim için!” diyor Perviz’e.
Boşandıklarında oğlunu kendi isteğiyle Perviz’e bırakmış Furuğ. “Kami’siz mahvolur.” demiş babasına. Perviz, oğlunu bir daha hiç göstermemiş Furuğ’a. İnsanın önce kendisine sadık olmasından daha kutsal bir sadakat olmayacağını nihayet anlamış. Furuğ’un kendisine ihanet etmediğini de biliyor. Ama evladını esirgemiş bir anneden. Her mutsuzluk bir hatanın sonucu değil midir? Perviz acıdan kavruluyor. Bir morgun yalnızlığından kurtarmak istiyor Furuğ’u. Onu bile yapamıyor.
Feridun Ferruhzad, Furuğ’un Feri’si, altı kardeşinden biri. Birbirlerine hayallerini, rüyalarını acılarını anlatmışlar. Feridun Münih’teyken, “Buraya gelme Feri,” yazmış Furuğ, “burada birkaç kişi dışında herkes koca bir hiç. Hiç olanlar başkalarının hayatını mahvederler; çünkü kendileri olamıyorlar, yalnızca konuşuyorlar.”
Feridun o karlı sabahta hep hatırlıyor. “Feri’ciğim, hayatta hiçbir şey önemli değil, çünkü hiçbir şey gerçek ve kalıcı değil. Tek kalıcı olan iştir, şair olmak istiyorsan kendini şiire ada. Çok basit mutluluklara razı olanları bırak. Etrafına bir duvar ör ve orada kendini yeniden inşa et, yeni bir benlikle şiirini yarat.” Bunları söyleyen Furuğ artık yok. Feridun’un da o duvarı örecek gücü yok. Duvarın öte tarafının sesine ihtiyacı var. Etrafı öylesine dolu olmalı ki kendi sesini duymamalı.
Albay Muhammed Ferruhzad, yedi kardeşten sadece Furuğ’un direnç gösterebildiği baba. Askeri okul düzeninin tek kuralsız cümlesi Furuğ. “Renksiz bir cümle gibiydi hayatımız babacığım. Her şeyin bir kuralı vardı, bakışın, gülüşün, yemek yemenin. ‘Gerek’ kelimesinden nefret ediyorum. Hayattan çıkarılmalı bu kelime. Bunu yapman gerek, şunu giymen gerek, şöyle yürümen gerek, böyle gülmen gerek.” demiş babasına.

Albay’a göre yedi çocuğunun hiçbiri istediği gibi değil. Furuğ’un doğarken azaplarını da yanlarında getiren ruhlardan olabileceğini düşünüyor. Karısı Turan Hanım’ın üzerine Mehlika Hanım’la evlenmiş. Evladının acısını yaşarken onu Mehlika Hanım’ın avutmasını istiyor. Pehlevi Hanedanı’ndan Farah Diba arayıp cenazeye geleceğini ve töreni kendilerinin organize edeceğini söylediğinde şaşırıyor. Bu telefonun, Furuğ’un ölümüne yol açan kazanın onu takip eden Savak aracıyla ilgili olduğuyla ilgili söylentilere dair bir sus ihtarı olduğunun da farkında.
Feridun, cenaze törenine Pehlevi hanedanının katılmasına karşı. “Hayattayken bunlarla mücadele eden Furuğ, bunu hak etmiyor babacığım.” diyor ama Albay bir kaya gibi sert. Devletin iradesine karşı çıkılmasına izin vermiyor.
Kar yağıyor ve cenaze namazını kıldırsın diye bekleniyor molla. Bekleyişin nefesi donmaya başlıyor. Beklenen molla gelmiyor. Şair Mehrdad Samedi mezarın başına geliyor. “Ben kıldırırım,” diyor, “kimseye hacet yok.”
“Bu şehirde herkes bir sümüklüböcekmişim gibi üstüme tuz dökmek için fırsat kolluyor ama benim için çığlıklar atıp kendini paralayan kimse yok,” diye fısıldamış, “Sen beni öpmesen ben her gece yaşlanırım!” diyecek kadar çok sevdiği Şâhi’sine.
İçindeki boşluğun etrafına şiiriyle bir korkuluk çeken, ara sıra o boşluğa düşse de şiirine tutunarak çıkan, “Ben bir kadın, bir insan olmak istiyorum.” diye haykıran Furuğ yalnız ölüyor.
Belki de “sadece bir kuş” olan Furuğ’un dünya üzerindeki kısacık ömründe, güçlü kalp atışları ve kanat çırpışlarına dair bu şiir dilli romanı iyi ki okumuşum. Yoksa Furuğ’u bildiğime dair yanılgımla hayatıma devam edip eksik kalacakmışım.
Berrin Yelkenbiçer