Joachim Zelter’in “Yalanın Erdemi” adlı romanı İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Regaip Minareci ile konuştuk.

“Yalanın Erdemi”ni çevirmeye nasıl karar verdiniz?
“Yalanın Erdemi”ni önce 2005 yılında Ayrıntı Yayınları için çevirmiştim, Yeraltı Edebiyatı dizisinden okurlarla buluşmuştu. Kitap bana o yıllarda yayıncı tarafından önerilmişti. Gerek kurgusunu gerekse yazarın hayal dünyasını ve ironik üslubunu çok sevdiğim için aynı yayınevine çok geçmeden yazarın yine bir kurmaca harikası olan “Amerika Mektupları”nı çevirmiştim. On yedi yıl aradan sonra “Yalanın Erdemi”İş Bankası Kültür Yayınları logosuyla raflarda yeniden yerini aldı. Bir de müjde vereyim: Aynı yayıncı “Amerika Mektupları”nı da şu sıralar yayına hazırlıyor.
Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?
Eğitim hayatımın tamamı Almanya’da geçti. Münih’te okuduğum elektronik mühendisliğinin ardından 1977 yılında Hürriyet dergi grubunda Almanca çevirmen olarak çalışmaya başladığım basın sektöründe izleyen yıllarda çeşitli kademelerde yöneticilik yaptım. Yirmi beş yılı aşkın gazetecilik deneyimimin ardından yayınevlerinde editör olarak çalıştım. İlk edebiyat çevirilerim 1990’lı yılların sonunda yayımlandı ve edebiyat çevirmenliği benim için bir tutku halini aldı. 2010 yılından beri özel yaşamım dışındaki tüm zamanımı edebiyat çevirilerine adıyorum ve bundan çok mutluyum.
Çevirilerimin önemli bir kısmını klasikler oluştursa da çok sayıda çağdaş edebiyat eseri çevirdim ve çevirmeye devam ediyorum. Genelde roman ve öykü çeviriyorum. Belli bir rutininiz olmazsa zaten elinizdeki işi size verilen sürede tamamlamanız tehlikeye düşer. Benim durumumda ayrıca otuz yılı aşkın bir süre sabah evden çıkıp işe gitmek gibi bir rutin söz konusu. Dolayısıyla yılların alışkanlığıyla sabahları işe gidecekmiş gibi hazırlanıp çalışma masamın başına geçiyorum. Özel işlerim varsa bile günün benim açımdan en verimli saatleri olan öğlenden önceyi olabildiğince çevirilerime ayırmaya özen gösteriyorum.

“Yalanın Erdemi”nin çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Yalanın Erdemi, üstün üslup ve ifade yeteneğine sahip bir yazarın imzasını taşıyan sürükleyici bir kurmaca. Zelter bir büyükanne ile torununun hikayesini anlatırken okurunu hakikatle yalan arasındaki bir uçurumun kıyısında dolaştırıyor.
Yukarıda bahsettiğim gibi “Yalanın Erdemi”ni yıllar önce çevirmiştim. Hafızamı zorlamaya çalıştım ama çevirinin o tarihte ne kadar sürdüğünü hatırlayamadım. Ancak aradan epeyce zaman geçtiği hem de orijinal eser gözden geçirilerek farklı bir yayınevinden yeniden yayımlandığı için, çeviri dosyamı yeni çeviriyormuşum gibi çok detaylı bir biçimde ele aldım. Bu çalışmaya yaklaşık iki ayımı ayırdım. Çalışırken dilsel zorluk yaşamasam da yazarın zeka ve kelime oyunlarının hakkını verebilmek için az uğraşmadım.
Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı Joachim Zelter? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?
Joachim Zelter üretken bir kalem. Dolayısıyla onu tanıyordum ancak kitaplarını çevirmeden önce eserlerini okumamıştım. Okuduktan sonra müdavimi oldum. Bol ödüllü çok üretken bir yazar olan Joachim Zelter, romanlarının yanı sıra pek çok tiyatro ve radyo oyunu yazmış ve yazmaya devam ediyor. Bu arada Yalanın Erdemi, henüz yayımlandığı yıl Almanya’nın çok önemli edebiyat ödüllerinden Thaddäus Troll ödülüne layık görülmüştü.
Yaratıcılığından özellikle genç kuşaklarımızın etkileneceğine inandığım için Zelter’in eserlerinin Türk okuruyla yeniden buluşmuş olmasını önemli bir kazanım olarak değerlendiriyorum.
Joachim Zelter orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?
Joachim Zelter, üstün yaratıcılığıyla Alman edebiyatının önemli isimleri arasında yer alıyor. Usta bir anlatıcı, bütün eserlerinde kaleminin gücünü kıvrak zekâsıyla harmanlıyor. Uzun cümlelere, metaforlara gerek duymuyor. Kurguladığı hayal dünyasını dozunu gitgide artırarak sunuyor. İronik bir dille toplumsal eleştiriler yaparken okurlarını az bulunur kurmacaların içine çekiyor, hatta sarsıyor. Bir okur olarak hakikatle yalan arasında savrulup giderken bir bakmışsınız absürtlük düzeyine varan akışa kendinizi kaptırmışsınız. Öyle ki, kendinizi zaman zaman interaktif bir oyunun içinde hissediyorsunuz. Zelter, bir başka eserini elinize aldığınızda yine başka bir zekâ oyunuyla karşınıza çıkıyor, yani o bunu hep yapıyor. İyi ki de yapıyor ve bize özgün eserler veriyor diyorum.
Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?
Kahramanımız kurduğu yalan dünyasını mantık düzlemine oturma çabasından hiç vazgeçmiyor. Bunun örneğini şu alıntıyla verebilirim: “Yalan söylemeyeceksin. Yıllar sonra bir arkadaşımdan İncil’deki bu emri aramasını istemiştim. Hiçbir yerde bulamadı. Sadece şu cümleye rastladı: Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin. Rahatlamıştım. Komşun için yalancı tanıklık etmeyeceksin demiyordu. Kendin için yalancı tanıklık etmeyeceksin de demiyordu.”
Kitapta beni en çok genç bir insanın onu yetiştiren kişi tarafından –burada bu kişi büyükanne– onaylanmak daha doğrusu sevilmek için özünden vazgeçmesi etkiledi. Kahramanımız, hayatın gerçeklerini sindiremeyen büyükanneyi mutlu edebilmek, karşılığında kabul görmek için girdiği yalan sarmalında içinden sıyrılması güç ve onda kalıcı yaralar açacak kimliklere bürünüyor. Elbette burada anlatıldığı boyutlara doğrudan ulaşmasa da genç insanların çevreleri tarafından onaylanma ihtiyaçları bazen zorlayıcı olmanın ötesinde yıkıcı sonuçlar doğurabiliyor maalesef.