Salâh Birsel’in Yeditepe Yayınları tarafından 1955 yılında basılan “Günlük”ü, yazarın 1949-1955 yıllarında tuttuğu günlükleri kapsıyor. Daha çok edebi düşünceleri içeren 94 sayfalık bu cep kitabının ilk günlüğünde, “…insan, ne de olsa bunca emeğin, bunca uğraşın bir karşılığı olmasını istiyor,” cümlesi dikkat çekici.
Edebiyat ne de olsa meşakkatli uğraş, yazarlık birçok yanıyla nankör meslek. Eserin karşılığını, gerçek değerini hiç görememe hatta görmezden gelinme ihtimali var. Bazen de yazarın hakkının teslim edilmesi yıllar alır ki buna ömür yetmez. Pek çok edebiyatçımız, Birsel’in bu sözü ve düşüncesinden yanadır sanırım. Türk edebiyatının ustalarından Necati Tosuner, bir röportajımız sırasında benzer cümleler kurmuştur: “Ama çok bilinen bir yazar olamadım ben. Doğrusu, pek de aldırış etmedim. Yaşım da 70’i geçti artık. Tren gitti ama istasyonda olmak güzeldi. Yine de, bir zamanlar bir şeyler yazmış olmanın tadını iyi çıkardım. Evet, yazarken alınan bir haz duygusu var, yoksa çekilir çile değildir gerçekte. İğneyle kuyu kazmak enayilik olur. Yani, kazmayla kuyu kazmak bile yeterince güçtür. Ter dökmek gerekir. Yazarların sol bileğinde bir terlik olur. Yazarken terledikçe ona silerler.” (Yaz’Ankara, s.188)

Kendinden ya da çoğu kez başka düşüncelerden yola çıkan günlüklerinde Birsel, kendiyle konuşur. Onun yazdıklarına birer günlükten ziyade deneme denmeliydi belki. Çünkü edebiyat, özellikle de şiir hakkındaki görüşlerinin yanı sıra; Cahit Külebi, Oktay Rıfat, Sabahattin Kudret, Tarık Buğra, Oktay Akbal, Bekir Sıtkı, Memduh Şevket Esendal, Sadri Ertem, Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Muzaffer Tayyip Uslu, Edip Cansever, Sait Faik gibi pek çok edebiyatçının ürünleri, dönemin edebiyat dergileri, fikir ve sanat gazeteleri (Fikirler, Yeditepe, Yaprak, Mavi vb.), tiyatro oyunları, piyesleri hakkındaki eleştirilerini, beğenilerini okuruz. Özellikle Uslu için “Denilebilir ki, yeni edebiyatımız içinde, Muzaffer Tayyip Uslu kadar mısraları rahatlıkla söylemiş bir başka şairimiz yoktur. Genç neslin tarihi yazılırken, hiç şüphe yok, onun üzerinde de durulacak. O, bunu hak etti,” yorumunu getirir. (Günlük, s.51-52)
Yazı işinin bir eğitim işi olduğundan, fazlalıkları atmanın, özellikle şiirin az kelime ile kurulması gerektiğinden söz açar Birsel. Türkçenin gelişmesi için çabalayan dilcilere ve aydınlara içerleyenlere köpürenler safında o da yer almıştır. Örneğin, “taşıt” kelimesinin “nakliye vasıtası” kelimesinden daha güzel olduğunu savunur. Sonra, “Bu günlüğü neden tutuyorum?” diye sorar kendine. Edebiyat alanında “…ortalık o denli karışık ki benim karıştırmam belki biraz durulmasına yol açabilir,” yanıtını verir.
Günlüklerinde az da olsa özel hayatından da bahsetmiştir. 21 Mayıs 1950’de yazdığı günlüğünde, bir durgunluk döneminden çıkma çabasını sezeriz. Zira otuz bir yaşındaki yazarın hayatında –iki yılı tutan günlerde– ne olup bittiğine ilişkin bir açıklama yer almaz. Kalbini tıkayan her şeyi bir yana itip yazılarına yeniden dönebilmeyi ister. Çünkü ona göre sanatçı, diğer meslek sahiplerinin aksine kalbini kullanan kimsedir. Belki de bu nedenle yazılarında ve okumalarında yola devam edebilmesini sağlayan bir neden arayışındadır. “Şu halde gene yazılarıma, gene güneşin ayak basmadığı o yapmacık ülkeme dönüyorum,” dedikten sonra edebiyatın hayatın kendisinden daha gerçek olduğunu, yola devam edebilme gücünü sadece ondan aldığı düşüncesini “Hayattan başka bir hayat beni bekliyor,” cümlesiyle sonlandırır.
Sanatın dakikalara indirgenecek bir şey olmadığından bahseder. Verdiği örnek komik olduğu kadar anlamlıdır. Eserini bir hafta içinde nasıl tamamladığı ile hiç çekinmeden övünenlere, mayonezin veya soğan salatasının bile daha fazla zaman gerektirmesinden mürekkep, sanat eserinin yaratılmasının dakikalarla ölçülemeyeceği düşüncesi bugün de geçerliğini korurken, ders niteliğindedir. “Üslûp, hiç şüphe yok, iyi yazar olmanın ilk adımıdır,” diyen Birsel, üslubun eseri boğması ve yazarı tekdüzeliğe düşürme riski olduğunu söyler. Ona göre “Sanatın sadeliğe erişmesi, yani sanat eserinin her türlü süs ve yapmacıktan kaçınması, öyle kolayca elde edilebilecek şeylerden değil her halde. Buna sanatçı, uzun emeklerden, uzun ter dökmelerden sonra varabilir ancak.” (Günlük, s.32)
Türün hakkını verircesine yazarın dili genç, kalemi canlı, anlatımı sade ve akıcıdır. Kendine has deyişleri, kelimeleri vardır. Okurken “tepizlenmek, inan, apikurya maskaraları,” gibi nice sözcüğü ve tanımlamayı söz dağarcığınıza katmanız mümkün. Küfür ve yüz kızartıcı kelimelerin edebiyatımızın bir süsü olduğunu kendisi kabul etmekle birlikte, edebiyatçıların beğenilmenin bir yolu olarak neredeyse “tulumbacı ağzıyla” döktürülmüş küfürbaz bir edebiyat peşinde olmalarını da eleştirir.

Günlüklerin son bölümünde, okullardan aldığı davetle edebiyat matinelerine katılmak üzere Antep, Elbistan, Kapıdere, Maraş, Pazarcık, Birecik, Kilis, Ceyhan hattında bir geziye çıkar. Ama o gezinin arifesinde, “Diyebilirim ki yolculuk kişiliğimizin birçok hatlarını değiştirir, birçok hatlarını keskinleştirir. Yola çıkan adam, yolculuğun başlangıcında şairse filozoflaşır, sünepe ise karaborsacı kesilir,” diye yazar. (Günlük, s.72) Anadolu kentleri arasında yaptığı bu yolculuklarda büyük kentlerde yaşamanın tabiatı unutturduğunu, tatların değiştiğini, damak zevkinin giderek öldüğünü söyler. Hayatının ilk 20 yılını geçirdiği o körfeze, gönlünde özel bir yeri olan İzmir’e ve Ege’nin lezzetlerine, özellikle lor tatlısına özlemini dile getirir. Ama bütün yolların sonunu yine edebiyata bağlayacak şekilde, “Tutulacak yol, gerçekle oynamak, gerçeğin biçimine yeni biçimler katmaktır,” der ve “Sanat eseri gerçekten daha gerçek olmağa bakmalıdır,” sözünü hatırlatır.
Salâh Birsel’in edebiyat üstüne kaleme aldığı günlükleri yakınmalar, kaygılar ve serzenişlerin bugüne ulaşmış hâlidir. Sanata ilgi gösterilmeyen bir çağda yaşandığından tutun da birtakım yoksullukların, imkânsızlıkların sanatın yaratma gücünü ortadan kaldırmasına, sanata çelme takmak isteyenlerin birleştiğine ama sanatı sevdiklerini söyleyenlerin ona gerekli saygıyı beslemeyip bir türlü birleşemediğine kadar bütün bu düşüncelerin hâlâ güncel olduğu görülür. Görmek, okumak isteyene pek çok anahtar vardır yazılarında. Çünkü kendisi yazarak düşünürken okurunu da düşünmeye zorlar. İşte yaşamın, deneyimin süzgecinden damıtılmış, sanatı diğer alanlardan üstün tutan besleyici metinler, üstünden geçen zamana karşın bugün sırf bu nedenle okunmalıdır.
Esme Aras
Kaynakça
– Esme Aras, Yaz’Ankara, h2o Kitap, 2021.
– Salâh Birsel, Günlük, Yeditepe Yayınları, 1955.
Yayıncının notu: Salâh Birsel’in yazıda söz edilen ve alıntı yapılan Yeditepe Yayınları baskısı “Günlük” kitabı, Sel Yayınları tarafından yayınlanan “Hacivat Günlüğü” (2018) içinde yer almaktadır.
Esme Aras’ın metni her zamanki gibi çok lezzetli. Ayrıca ufuk açıcı, meraklandırıcı. Çok teşekkürler…
Teşekkür ederim, çok sevgiyle Meltem ablacığım 💙