Kısaltmaları, özetleri, kuyrukta beklememeyi, aralara kaynamayı, kısacası çabuk ve geçici çözümler üretmeyi seven bir ülkeyiz malum. Mevzu duygular olunca ise bir hışımla tıka basa yaşıyoruz yaşayacağımızı. Hatta çoğu alanda bizi başarıya ve yüksek konsantrasyona iten şeyin kökeni bir şekilde fitili ateşlenmiş karmaşık duygularımızdır diyebiliriz rahatlıkla. Özellikle spor müsabakaları gibi hayatın legalleşmiş yarışmalarında bu durum çok işe yarasa da günlük hayatta vücuda oturmamış bir elbise gibi gözükür öfkeyle biçimlenmiş hesap sorma sevdaları. Bunu Akdeniz duygusallığına ve coşkusuna bağlamak elbette işin kolay yanı. Ama kötü haberi hemen şimdi, alıştırmadan söyleyeyim: Duyguların özetleri veya kısaltmaları olmaz. Bilakis bardağı taşırarak direkt karşımıza yansıttığımız hislerin bizlere kazandırdığını sandığımız güç, rakip veya öteki olarak gördüklerimizin mağlubiyetinden ziyade, bizim zayıflığımızı gösterir. Duvara ittirdiğimiz yabancı acıyla veya özürle değil, muhakkak ayakta kalabildiğini gösterir biçimde, büyüyerek döner geri.

İşte Muaz, tam olarak hayata tutunabilenlerin ve en zor durumlarda, çıkış yolunu adres sormaktansa bıkmadan usanmadan yürüyerek kendi kendine bulanların öyküsü. Gözle görülür, muntazam bir yol bulamayınca kadere boyun eğip kendini şanssız hissedenlere inat, ilerlemek için bırakın asfaltı, ayakkabıya bile ihtiyaç duymayanların mücadelesi ile baş başayız. Bahaneleri cebinde hazır tutan kişilerin en sevdiği kelimeler şanssızlık ve kaderse; Muaz gibi yüreği kendinden büyük insanların sessizliğiyle kilo alan kelime umudun ta kendisidir. Yani ötekileşmek zorunda kalan bütün Muaz’ların daima umut duygusu ile yaşadığının zengin kanıtlarını sunuyor bu eşsiz kitap bizlere.
Burcu Kapu, güncel bir meseleye odaklanmış. Suriye’de yaşanan iç savaş sebebiyle ülkemize sığınan bir aileyi anlatıyor. Hikâyenin merkezinde, evin ilk çocuğu Muaz var. Bombaların patladığı, insanların iki gurup arasında taraf olmadan yaşamaya çalıştığı, sabah evden çıktıklarında akşam ailelerine kavuşup kavuşamayacaklarını kestiremediği iç savaşın ortasında çocukluktan sıyrılıp gençliğe adım atmaya çalışan bir çocuğun gözü ve hisleriyle ölçüp tartıyoruz yaşananları. Ve çoğu zaman duyguların, gözle görülen gerçekleri tarumar ettiğine şahitlik ediyoruz.
Asıl mesele başka tabii. Ötekileştirme yaparken ait olduğumuz kalabalık içerisinde kendimizi güçlü ve konforlu hissederiz. Empati yoksunu hallerimizi haklı çıkarmak için de yüzlerce neden bulmakta üstümüze yoktur. İşte bu noktada Burcu Kapu, popülist davranıp önyargılarımızın duygularımızı yönetmesine müsaade etmemize çok özel biçimde itiraz ediyor. İnsanların doğal yaşam bütününün bir parçasını oluşturan dış görünüşleri, ekonomik sınıfları, ırkları, yönelimleri vb. bir sürü elementi en üst kimlik noktasına taşımak ve buna bağlı olarak yapılan sınıflandırma ile sebep sonuç ilişkilerinin içerisine tıkıştırmak, çoğumuzun farkına varmadan sahip olduğu bir ilkel dürtüden fazlası değildir. Bu gerçeği sözle anlatmanın yetmediği yerde görselliği kullanan yazar, bununla da yetinmeyip dev cüsseli öyküsünün sırtını koca yürekli bir çocuğun kalp derinliklerine dayamayı başarmış. Nasıl mı? İnsanın heybetli duruşunun arkasına gizlenen ruhuna bambaşka bir insanı bırakarak.
Futbolu çok seviyor Muaz. Ailesini de arkadaşlarını da ülkesini de. Geçmişini bir kenara bırakamadan büyümeyi öğreniyor savaşın gaddar kollarında. Büyümeye babasını anlamakla başlarken, annesinin duygularını irdelemeyi, kardeşinin düşüncelerini yanında tutmayı ve değişen hayatına yepyeni renkler katmayı da ihmal etmiyor. Mecburen koptukları ülkelerinde onları artık bekleyen bir hayat olmadığını çabuk kabul etmesi ve Türkiye’de bir yabancı, bir öteki ve ne yazık ki istenmeyen biri olma durumuna alışması, genişleyen düşünceleri sayesinde oluyor. İki ülkenin sınırları kadar birbirine yakın olmayan düşünceleri ve hisleri kolay kolay el sıkışamıyor belki de. Ama önyargıları kırması yine insani bir durumla gerçekleşiyor. Evvela kendi olarak, kimliğine sahip çıkarak. Sonra da en iyi bildiği şeyleri yaparak. Yabancılar tarafından sorgulanan dürüstlüğünden en zor anlarda bile ödün vermemesi, onu olduğu kişiden ziyade, olmak istediği kişiye ulaştırıyor.
Aslında kimseye uzak olmayan bir hikâye bu. Çünkü hepimiz sevdiğimiz işi yaparken güzelleştiğimizi biliriz. İçimizden geleni yüreğimizi açık bırakarak ortaya döktüğümüz an, hiçbir elin o kapıyı ittirip kapatmaya gücü yetmez. Çünkü sevgi tam olarak böyledir, bulaşıcı ve bulaştıkça irileşip semiren…
Toplumsal ezberden kurtulmak için, önyargılarımızın temellerine göz atmamız gerektiğini anımsatan bir kitap Muaz. Kötü kavramının içini dolduran bütün eylemleri kendimizce “öteki” ilan etiğimiz kişilere yapıştırma alışkanlığımızı kırabilmemiz için geniş bir evren sunuyor bizlere. Üstelik hiçbir dayatma olmadan, yalnızca gerçek bir hayat hikayesini çocuk gözünden sunarak. Ve asıl cömertlik de tam olarak burada yatıyor. Hepimiz Muaz veya Muaz’ın ailesini oluşturan bireylerden birisi olabiliriz pekâlâ. Çıplak gözle gördüklerimize çıplak düşüncelerle temas etmek yerine, insan olmanın gerektirdiği erdemle hayata dokunalım yeter. Gerisi sadece sevgi meselesidir.
Burcu Kapu’nun hayat ödevi niteliğindeki çalışmasını hayranlık içerisinde okudum. Yazarın futbola olan ilgisi, anlattıklarının içerisinde tatlı bir dokunuş olmuş ve “Futbol, asla sadece futbol değildir” sözüne destek çıkar nitelikte sporla hayatı el ele tutuşturmuş. Burcu Kapu’nun hikâyenin ağırlığını ve yükünü okuyucunun omuzlarından alabilmesi de apayrı bir beceri tabii ki. Ağır drama kaçmaması ve okurun duygularının üzerinde zıplamaması da ayrıca artı puan yazdı zihnimde. Gerçeği, parçalara ayırmadan bütün olarak yazabildiği için her türlü takdire layık Kapu. Ayrıca her kitabın gizli kahramanının editörler olduğunu düşünürüm hep. Editör koltuğunda oturan Olcay Mağden’in öyküyü tanıdık, Muaz’ı ise hepimize aşina kıldığını ve sahneyi iki adım geriden seyrederek, binayı doğru inşa ettiğini kitabın her sayfasından rahatça anlayabilmek mümkün.
Özetle aile ve vatan kavramlarının toprak ile bağını sorgulamanıza kesinlikle yardımcı olacak Muaz. Düşünmeye açık zihinlere, henüz kapanmamış yüreklere de iyi gelecek.
Umut Kaygısız