2.Aralık.22

Enis Batur, Kırkpâre kitabında (Remzi Kitabevi, 1993) yer alan Mârifetnâme başlıklı yazısında Erzurumlu İbrahim Hakkı’yı anlatır. 1703 doğumlu yazarın, 1756’da yazdığı Mârifetnâme adlı eserinin “Doğu’nun bütün kitaplığı” içerisinde müstesna bir yer kapladığını iddia eder Batur. Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi’nin Yakınçağ Anadolu düşüncesinin yetiştirdiği en büyük Hümanist olduğunu da söyler. Yazıya bakılırsa, hak vermemek elde değil. Batur, yazısının antresine de İbrahim Hakkı Efendi’nin şu sözünü kondurmuştur: “Tanrı beni büyüklerimin kibirinden, küçüklerimin bönlüğünden, yaşıtlarımın hasetinden korusun.”

5.Aralık.22

Mizanpajını beğendiğim birkaç yayınevi var. Kullandıkları font, aralık, sayfa düzeni, tasarım çekiyor beni içine. Fakat Can ve YKY korkunç. Bu ikisinin gözlerimize garezi var. (Şımarıkça bir yorum belki, ne yapalım, şu hayatta kaç zevkimiz var!)

7.Aralık.22

Memleket gam deposu gibi. Her şeyi, bütün saçmalıkları, ahlaksızlıkları, kötülükleri anlıyorum bir yerde. Anlamıyorum ama anlıyorum. Fakat çocuklar, çocuklara yapılanlar… Ülke tepetaklak gelse yeridir fakat bir şey olmuyor. Ölmüşüz, üzerimize de epey toprak atmışlar.

8.Aralık.22

Parşömen Edebiyat’ın 2022 Edebiyat Soruşturması devam ediyor. Fakat bana ulaşan, e-mail atan filan olmadı henüz. Ben de kendime ufak bir torpil yaptım. İşbu Dünlük’te kendi yanıtlarımı veriyorum…

KİTAPLAR (Yıl içinde yayımlanan ve hak ettiği ilgiyi görmediğini düşündüğünüz kitapları, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız?)

Bence kitapların hiçbiri hak ettiği ilgiyi görmüyor. Edebiyat okurluğundan bahsediyorum. Hakkıyla okunan, değeri teslim edilen kitapların sayısı çok az. Bunun birçok nedeni var elbette. Ekonomik, kültürel, sosyo-ekonomik, vs. Fakat sonuç, bu işe gerçekten emek verenler için yıldırıcı. En “baba” kitap birkaç baskı yapıyor ki mevcut durumda hakikaten bir başarı bu. Fakat 80 milyonluk ülkede, kuş kadar bir şey satılan kitapların sayısı. Birkaç bin sadece. Edebiyat dergileri için de durum aynı. Hatta daha da kötü.

Yine de birkaç kitaptan bahsetmek isterim.

Oya Baydar, yeni romanı Yazarlarevi Cinayeti’nde yazmak üzerine düşünmüş. Kurgu klasik anlamda olmasa da polisiye unsurlar barındırıyor. Esin-intihal, yazma tutkusu-yazarcılık oynamak gibi konuların tartışıldığı bir metin. Pazarlama hamlelerinin, reklam ilişkilerinin ortasındaki yazarın konumu ne? Yayımlanma, ünlü olma, tanınma hırsı yazma tutkusunun önüne geçebilir mi? Usta-çırak ilişkisi nedir, sınırı nerede başlar nerede biter? Başkasının size anlattığı hikâyeleri yazdığınızda, burada yazar hikayeyi anlatan mıdır yoksa yazıya döken mi? Bunun gibi, daha da çoğaltılabilecek soruları deşiyor Baydar bu romanında. Ödüller, atölyeler, yazarın kendini aşma ve yeni bir dil bulma isteği, edebiyat piyasasının halleri, vasatlığın hakim olması, iyi metinlerin okura ulaşamaması ve daha birçok edebiyat içre meseleye de el atıyor. Bir bakıma, okuyanı da bu meseleler üzerine düşünmeye davet ediyor.

Öyküye gelince… Bu yıl yayımlanan kitaplardan okuma fırsatı bulabildiklerim arasında şunlar dikkate değerdi bence: Dünya Unutana Kalır (Deniz Poyraz), Hikâyemiz Burada Başlıyor (Tobias Wolff), Telaş Bandosu (Semih Öztürk), Miyop (Doğan Yarıcı), Köstebek Yolları (Günay Çetao Kızılırmak), Evrenin Yatışmaz Yapısı ve Diğer Öyküler (Aykut Ertuğrul), Keşke Yüzüme Baksanız (Halil Yörükoğlu), Buzkandilleri (Kadire Bozkurt), Boş Zamanlar (Cemil Kavukçu).

Küçük bir parantez: Edebiyat okuru olduğu halde çağdaş öyküye mesafeli duran pek çok okur var. Biliyorum, görüyorum; tanıyorum bazılarını. Yukarıdaki kitapları bilhassa onlar için andım. Belki günümüzde yazılan öyküyle aralarını düzeltme fırsatı olarak görürler bu kitapları.

Küçük bir parantez daha. Henüz kitapları olmayan, fakat keşke olsa dediğim birkaç isim var. Öykü için Cabir Özyıldız, Roza Alkan, Ahmet Tarık Tekoğul, Gül İnce Beqo. Deniz Kıral ise denemelerini kitap olarak muhakkak yayınlatmalı.

Deneme-eleştiri türünde iki kitabı anmak isterim: Banu Yıldıran Genç’in Geri Döndüğüm Yerler kitabı, çalışkan bir okur-yazarın yıllara dayanan verimi. Mevcut koşullarda, deneme türünde bu hacimde bir kitabın yayımlanmış olması bile başlı başına sevindirici. Banu’nun özellikle kendi hayatından izler, anılar katarak yazdığı denemeler nefis. Tuhaf durmasın söyleyeceğim, gayet anlaşılır aslında: Zambra’nın Okumamak kitabına bayılanlar, Geri Döndüğüm Yerler’i de okusun isterim. İkincisi Mesut Varlık’ın, altbaşlığı “Edebiyat, Endüstrisi ve Konuşamadıklarımız” olan “Olaylar Türkiye’de Geçiyor” adlı kitabı. Mesut Varlık, edebiyat kamuoyunu ilgilendiren pek çok meseleye el atıyor bu kitabında. Hakkında daha çok konuşulsun, tartışılsın isterdim.

Deneme demişken, yukarıdaki iki kitabın yanısıra Vedat Günyol Deneme Ödülü’nden bahsetmem gerekir. Bu yıl yedincisi verilecek ödülün. Yeni denemecilerin ortaya çıkmasına, kitaplarını yayınlatmasına büyük katkıda bulunuyor bu ödül. Üstelik, dereceye giren dosyaların bazıları Kırmızı Kedi yayınları tarafından basılıyor. Emek veren herkese bin teşekkür.

Yine deneme demişken… İlhan Durusel’in “Otlar Çağırıyor” adlı deneme kitabının bu yıl yeniden basılması, daha çok okura ulaşması bakımından iyi oldu. Kitabın eski baskısı bulunmuyordu.

İyi bir şiir okuru sayılmam artık. Fakat elimden geldiğince yeni şairleri takip etmeye çalışıyorum. Naçizane, Cemed Loma’nın Darbuka Solo’su, özgün bir ses olarak geldi bana. Yeni şiirlerini merak ettiğim bir şair kazanmış oldum kendi adıma.

OLAYLAR (Size göre 2022 yılının önemli edebiyat ya da yayıncılık olayları nelerdi?)

Belki Polyanna olup kendimizi zorlarsak, halen çıkmakta, yayınlanmakta direten edebiyat dergilerinin varlığını iyi olaydan sayabiliriz.

Peki ya kapanan, kapanmak zorunda kalan edebiyat dergileri? Bunların uzun vadeli etkileri yıkıcı olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü iyi edebiyat dergileri, iyi okurlar yetiştirir. Dergilerin kapanması, ilk soruda andığım rakamların daha da düşmesi demek. Rakamların daha da düşmesi, gelecekte (hem de çok uzak olmayan bir gelecekte) daha az iyi telif eser okuyacağız demek. Vasat çeviri eserlerin abartılı övgülerle karşılandığı, Türk edebiyatının iyi örneklerinin iyice azaldığı bir gelecek bizi bekliyor, hemen kapının arkasında üstelik. Bundan daha karanlık ne olabilir?

Biraz aydınlığa doğru yürüyelim. Göremediğim takip edemediğim vardır elbette. Bu berbat koşullarda (ve benim izleyebildiğim kadarıyla) iyi işler yapan, nitelikten ödün vermemek için çabalayan birkaç yayınevini anmam gerek. Varlıklarını önemli edebiyat olayından sayıyorum: Vacilando Kitap, Livera Yayınevi, Yüz Kitap, Alakarga Yayınları, Notos Kitap, Alef Yayınevi, İthaki Yayınları (bilhassa Türkçe Edebiyat ve Poetik dizileri açısından), Sia Kitap,

Ve dergiler… Takip etmeye, elimden geldiğince destek olmaya çalıştığım birkaç dergi var. Varlıkları umut veriyor: Ecinniler, Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi, Mavi Yeşil, Edebiyat Nöbeti, Altıyedi, Notos, Sözcükler…

Rize Sosyal Bilimler Lisesi’nin söyleşileri var sahi, unutacaktım neredeyse. İsmail Şimşek ve Hasan Öztürk hocaların rehberliğinde, öğrenci arkadaşlar “Edebiyat Sözlüğü – Bugünün Yazarları” adını verdikleri söyleşi serisinde, bugünün yazarlarıyla konuşuyorlar. Bu o kadar değerli ki o kadar olur. Hem genç okurlar (geleceğin yazarları, eleştirmenleri, en önemlisi iyi edebiyat okurları onlar) günümüz yazarlarıyla temas etmiş, onları tanımış oluyorlar hem de günümüz yazarları genç okurlarla, fişek gibi zihinlerle karşılaşma imkanı buluyorlar. (Yazar açısından, Bilmemne Belediyesi’nin Kitap Günleri gibi etkinliklerden ya da kitap fuarlarından çok daha değerli, işlevsel bir şey bu.) Bendenizi de konuk ettiler, oradan biliyorum. Söyleşi işlerine biraz mesafeli dursam da iyi ki katılmışım dediğim bir etkinlik olmuştu kendi adıma. Umutsa, umut işte burada!

Zorba Kitabevi de İzmir’de sayısız söyleşi ve imza etkinliği yaptı bu yıl. Sevda Karadağ Çırak ve Özgür Çırak ikilisinin çalışkanlıklarına, emeklerine hayranım. (Yolunuzu düşürebilirsiniz muhakkak uğrayın Zorba’ya.)

Bir de yitirdiklerimiz var. Sevdiğim bir şair, Sina Akyol bu yılın başlarında vefat etti. Türk şiiri adına büyük kayıp.

Son olarak, Hulki Aktunç’un günlüklerinden bahsetmek istiyorum. Birkaç yıl önce, eski dergileri karıştırırken Eşik Cini’nin 7. sayısında (Ocak-Şubat 2007) rastlamıştım Hulki Aktunç’un günlüklerine. Orada şöyle diyordu Aktunç: “Bu yazıların türü nedir? Günlük mü? Anı mı? Deneme mi? Hatta ve hat-ta öykü mü? Bilmiyorum şu anda. Yazma güdüsü, yazı coşkusu maviyeşil akışlı Potdere gibi almış götürüyor beni… Sezgilerim, sürdür diyor.”

Meğer öncesi de varmış. Hulki Aktunç’un defterlerinden Doğan Yarıcı’nın yayına hazırladığı iki cilt var elimizde şimdi: Sen Buranın Kışındasın (1964-1967) ve İskandil (1968-1969). Fakat baştan uyarayım. Yazan kişiler olarak moraliniz bozulabilir sizin de. 1964’te Hulki Aktunç’un henüz on beş yaşındayken, Erzincan’da askeri okul öğrencisiyken yazdıklarını okuduğunuzda, bencileyin, ne kadar az şey bildiğinizi fark edebilirsiniz. Kendinizi çok yetersiz hissedebilirsiniz. Fakat daha güzeli, Türk edebiyatının bir büyük ustasının daha o yaşlarında nasıl büyük bir edebiyat tutkusuyla kendini yetiştirdiğini, kendini incelediğini, okuduğunu, çok okuduğunu ve edebiyat üzerine nasıl düşündüğünü, emek verdiğini görebilir, bundan mutluluk duyabilirsiniz.

Umudu yeşertecek “olaylar”dan bahsetmek için çabaladım. Unuttuğum, gözden kaçırdığım, bilmediğim, yetişemediğim muhakkak olmuştur. Affola.

SORUNLAR (Edebiyat ortamımıza baktığınızda ne gibi sorunlar ve eksiklikler görüyorsunuz?)

Devletin kapsayıcı, destekleyici bir kültür-sanat politikası olmaması. En baştaki sorun bu bence. Kamu kaynakları, kültür sanatı desteklemek için etkin şekilde kullanılmalı. Yayıncılık ve edebiyat dünyasının, yaklaşan seçimler öncesinde siyasi partilere kültür sanat politikalarının ne olduğunu sorması, bu konuda kamuoyu oluşturması hatta siyasi partilere baskı yapması gerekiyor. Talep etmek gerekiyor çünkü Türkiye’de sıra hiçbir zaman kendiliğinden kültür-sanata gelmez. (Bu uğurda yayın yapan Kültür Meclisi’ni takip etmenizi öneririm.)

Yazarlar haricinde (onlar da daha iyisini hak ediyor), yayıncılık dünyasındaki emekçilerin (çevirmenlerin, editörlerin, tasarımcıların, redaktörlerin) kötü koşullarda çalışmaları, büyük iş yüklerine karşın hak ettikleri maddi refaha kavuşamamaları çok büyük bir sorun. Güzel ve zavallı ülkemizde emekçiler birbirine kördür. O yüzden gelin çok bencilce düşünelim ve piyasa ağzıyla, müşteri ağzıyla konuşalım: Bir okur olarak iyi kitap okumak isterim ben. İyi bir editörlükten geçmiş, iyi çevrilmiş kitaplar okumak bir okur olarak hakkım. Bunun için de, sırf bunun için bile çevirmenlerin, editörlerin, tüm yayıncılık emekçilerinin daha iyi koşullarda, daha yüksek ücretler alarak çalışmalarını isterim.

9.Aralık.22

Tarık Buğra, düşman kazanmak sanatından bahseder. Dost kazanmak mesele değil, önemli olan düşman kazanmak. Kimler seni düşman belliyor, neden? Bazı insanların düşman olması, dost olmalarından evladır.

Dünlük’ün başına dönüp İbrahim Hakkı Efendi’nin sözünü anımsayalım: Tanrı beni büyüklerimin kibrinden, küçüklerimin bönlüğünden, yaşıtlarımın hasedinden korusun.

Heyhat, Tanrı bizi bunların hiçbirinden koruyamaz!

Onur Çalı