Türk edebiyatının geleneğinde yıllıklar önemli bir yer tutar. Yıllıklarda bir yılın edebi dökümü yapılır, o yıl yayımlanan eserlerden seçmeler yayımlanır, yıl içinde yaşanan edebiyat tartışmaları özetlenirdi. Yıllıklarda bir de soruşturma bölümleri olurdu. Parşömen Edebiyat olarak, yıllıkların soruşturma kısmını yaşatmak ve sürdürmek niyetiyle başladığımız ve bu yıl dördüncüsünü yayımladığımız yıl sonu edebiyat soruşturmalarının, geleceğin edebiyat okurları ve araştırmacıları için verimli bir kaynak olacağına inanıyoruz.

Soruşturmanın son sorusunu bilhassa çok önemsiyoruz. Sorunları dile getirmenin eleştiri kültürümüzün gelişmesine, birlikte düşünmeye ve giderek çözümler üretmeye varacağını umuyoruz.

Bu yıl da okurlara, yazarlara, çevirmenlere, editörlere, yayın emekçilerine, kitapçılara edebiyatımızın halini sorduk. 2023’ün edebiyat açısından daha verimli bir yıl olması temennisiyle…

Alper Beşe

Yıl içinde yayımlanan ve hak ettiği ilgiyi görmediğini düşündüğünüz kitapları, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız?

Bu soruyu yanıtlarken çok iddialı olmak istemiyorum. Benim de ıskaladığım onlarca metin olmuştur yıl içinde. Ancak konuya ilgimi çeken bir noktadan bakayım: Türkçedeki ilk romanı Mahcubiyet ve Hassasiyet ile hem satış bakımından hem üzerine çıkan yazılar dikkate alındığında alışılmışın üstünde bir ilgiyle karşılanan Norveçli yazar Dag Solstad’ın Jaguar Yayınlarınca yayımlanan Armand V. adlı romanının henüz bir aksiseda yaratmadığı görüşündeyim. Armand V. –bana göre– Solstad’ı 21. yüzyılın Calvinoları, Borgesleri, Bernhardları seviyesinde ele almamız gerektiğini ortaya koyan, üst anlatıya yeni bir soluk getirmeyi denemiş bir roman. Mahcubiyet ve Hassasiyet, çok güzel çatılmış olmakla birlikte “duygu yoğun” bir yapıt olmasıyla öne çıkıyordu. Sanıyorum ki onu bu denli ilgi odağı kılan buydu. Yani ne yazık ki edebiyat dışı bir ölçütle ilgiye boğulmuştu bu kitap. Yine aynı yazarın “Lise Öğretmeni Pedersen’in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı” romanının da örneğin bir 12 Eylül yazınıyla karşılaştırıldığına veya “On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap”ının varoluşçuluk bağlamında ele alındığına tanık olmadım. Armand V.’ye gelirsem, kitap benim için konusunu yaşamdan değil, edebiyattan alıyor. Yaşama teğet geçmediği halde odağını yaşantılara değil anlatıma-kurguya-biçime yerleştiriyor. Bu yönüyle “herkesin kendinden bir şeyler bulacağı” veya Netflix’e dizi projesi olarak sunacağı bir kitap olmaktan uzaklaşıyor. Diyeceğim, edebiyatın vebasına bulaşmadan işini yapıyor. Bu yüzden de (henüz diyeyim) üzerinde durulmayan bir iş olduğunu düşünüyorum.

Size göre 2022 yılının önemli edebiyat ya da yayıncılık olayları nelerdi?

Öncelikle yayıncıların 2022 yılında yayıncılığa devam edebilmesi başlı başına bir olay bana göre. Edebiyat için konuşursam Tuğrul Tanyol’un Yunus Nadi Şiir Ödülü için takındığı tavrı bu başlık altında anmak isterim. Anımsanacaktır, Tanyol ödüle kendi iradesiyle katılmamış, ödülü kazandığıyla ilgili bir telefon görüşmesinde ödülün kendisiyle başka bir şair arasında paylaştırıldığını öğrenmişti. Bunun üzerine, diğer şairin Türk şiirinde bir karşılığı olmadığı, kendisinin bir “özgül ağırlığı” (genç arkadaşlarım neden tırnak kullandığımı anlamayacaktır belki) bulunduğunu öne sürerek ödülü almayacağını söylemişti. İfadelerin bana ait olduğunu belirttikten sonra bunu neden olay saydığımı açıklayayım.

Ödül kurumunu beğeniriz, beğenmeyiz; başka konu. Ama ödüller arasında ayrımlar yapmak önemli. Meraklısı açsın baksın. Cumhurbaşkanlığının verdiği Necip Fazıl ödülleri vardır. Kimlere verilmeyeceği bellidir. Ana muhalefet partisinin yönettiği büyükşehir belediyelerinin ödülleri türemişti bir ara bir paket program şeklinde. Aynı seçici kurul, turneye çıkmış kumpanya gibi çeşitli illerde ödüller dağıtır. Kime verileceği bellidir. Ama bir ödülün arkasında 80 küsur yıllık Cumhuriyet olunca veya saygın bir şairin ailesince yürütülünce bir kurumsallık bekliyor insan. Ya yaşı geldi diye ya dönemsel politik iklim koşullarına göre ya da daha kötüsü kişisel çıkarları beslemek adına verilen ödüller mide bulandırıyor. Bunlardan dert yanarken bile isim vermiyorum. Aslında isim isim tartışılması gerek bunların. “Dolar kaç lira oldu?” diye sormadan önce “Behçet Necatigil Şiir Ödülü ne oldu?” diyebilen –sayı çoğunluğu önemli değil– bir kamuoyu oluşmadan ne desem boş.

Tuğrul Tanyol, “bu metinler şiir değil” deme cesaretini göstermiştir. Bugüne dek jüri üyeleri dahil kimsenin çıkıp “şiirdir” dediğini duymadım. İyi şiir-kötü şiiri bile tartışamadığımız bir hız çağında bunlar sosyal medyada en fazla üç gün konu ediliyor. Ödülü Pavlov’un mamasına çevirirseniz olacağı budur.

Edebiyat ortamımıza baktığınızda ne gibi sorunlar ve eksiklikler görüyorsunuz?

Yalnızca edebiyat ortamımızı değil, tüm yaşamımızı olumsuz yönde etkileyen hız kavramı geliyor aklıma ilkin. Bu, mücadele edilecek bir şey değil. Pek çok çalışma görüyoruz bu alanda, ortalama dikkat süremiz artık saniyelerle ölçülüyor. Gazete diye bir şey kalmadı. Dergi ise hayatında kaset bile görmemiş bireylerin plak dinlemeye dönmesi gibi “yaşatılması gereken bir gelenek” gibi algılanıyor. Televizyonun olumsuz etkileri anlatılıyor hâlâ okullarımızda. Hızla beğeniliyor her şey (like) veya hızla görmezden geliniyor. “Vaktim yok görüşmeye kimseyle, kendimle bile” diyordu Ruhi Bey.

Düşünsenize, örneğin Çetin Altan’ın bir yazısını okudunuz bir sabah gazetede. Çok kızdınız. Ona hakaret etmek istiyorsunuz. Binlerce galiz sözcük belirdi zihninizde. Üstelik, muhatabı bunu duysun istiyorsunuz. En basitinden yerinizden kalkıp gazeteye telefon açarsınız, santralden ilgili yazarı bağlamasını istersiniz. Olmadı, bir kâğıt alıp önünüze ona okkalı bir mektup döşenirsiniz. Sonra evinizden çıkıp bunu postaneye götürürsünüz. Orada sıra bekler, parasını verip mektubu postalarsınız. Bu sürede hıncınız dinmediyse. Nefretinizi kusmak için bile bir mesai harcamanız gerek. Bugün ters tarafınızdan uyandınız, henüz yataktasınız, açtınız sosyal medyayı… 3 saniye içinde küfürleriniz muhatabına ulaştı. Beğeninizden söz etmiyorum bile. Daha elim ve vahim olmak üzere karşınızda bir Çetin Altan da yok. Bu kadar hızlı gelişen olaylar arasında zamana, hem vakit anlamında hem bir kavram olarak zamana bağlı olan edebiyat mümkün müdür?

Not: 2022 öncesi az buçuk edebi üretimi olmuş, 2022’de edebiyatıyla ortada görünmemiş birine sorduğunuz sorularla ilgili yanıtlarımın edebiyat dışına taşmasını, edebiyatı spordan siyasete, ekonomiden bilime her şeyle ilgili görmeme bağlayarak mazur görmenizi rica ederim.