Mahir Ünsal Eriş, romanları da olan fakat bende hikâyeleriyle yer etmiş bir yazar. Hangi kitabıyla tanıştığımı şu an hatırlamayacak kadar döne döne okudum kitaplarını. Çanakkale, Bandırma, Gönen gibi yer isimleri bol bol geçiyorsa, yüksek ihtimalle Mahir Ünsal Eriş kitaplarından birindesinizdir. Son zamanlarda bir de Deniz Poyraz var tabii eserlerinde bu bölgelerden sık sık söz eden ama bu konu başlı başına bir yazıyı hak ettiğinden şimdilik üzerinde durmayacağım. Mahir Ünsal Eriş’e dönelim, yenilikleri takip eden bir yazar kendisi. 2020 yılında yeni kitabı Gaip, Storytel’de sesli kitap olarak yayımladı ilk olarak. Her hafta bir bölüm olarak parça parça sunuldu okura ya da dinleyicilere demek daha doğru olur. Toplamda elli iki bölümden oluşan bu romanın yayımlanma şeklini tefrika geleneğinin modern hâli gibi düşünebiliriz. Dinlemek isteyenler Gaip’i hâlen Storytel orijinal eserlerinde bulabilir ve Beyti Engin’in sesinden dinleyebilir fakat bu yazıya sebep olan güzel haber romanın geçtiğimiz günlerde Mundi Kitap etiketiyle raflarda yerini alması. Böylece romana iki şekilde de ulaşım mümkün hâle geldi.

Romanı başlatan, Balıkesir’in Aksakal beldesi çıkışında gerçekleşen bir trafik kazası. Yaralıların hemen Bandırma’ya nakledildiğini okuyoruz. (Az önce de bahsettiğim üzere yazarın imzası hâline geldiği için bu detay bizi hiç şaşırtmıyor hatta bir tebessüm yaratıyor bende artık.) Altmışlı yaşlarında olan Salih Bey, bu kazadan kurtulan tek kişi; otomobildeki diğer herkes ölmüş. Fakat Salih Bey de hafızasını kaybetmiş. Ailesinin adlarını dahi bilmediği o kişilerle bir otomobilde ve İstanbul dışında ne işi olabilir Salih Bey’in? Bu soru işaretleri ile başlayan roman hem polisiye bir olayın aydınlatılmasını konu ediniyor hem de bir aile olamayışı, baba ve oğulların gönül kırıklıklarıyla dolu ilişkisini… Bunlara ayrıca değineceğim. Salih Bey, ailesinde herkesin; eşi Nermin Hanım’ın, çocukları Samim, Fikret ve Müge’nin kendisinden çekindiği, tam olarak ne iş yaptığını da bilmedikleri biri. Dolayısıyla ailesi, kaza haberini aldığında hem şaşırmış hem de bu durum hakkında hiçbir fikir yürütememiştir. Altmış yıllık hayatına dair hiçbir şey hatırlamayan Salih Bey’in ise aklında tek bir soru vardır: Ben kimim? Bu, cevabı pek kolay bir soru değil. Yıllardır yaptığı iş ile ailesi arasına set çeken bu yaşlı adam artık kurduğu farklı hayatlarla yüzleşmek zorundadır. Romanda söz konusu olan “gaip”in yalnızca bir kişi değil onun geçmişi de olduğunu anlarız böylece. Burada da Salih Bey’in kişiliği, kimliği gaiplik ekseninde sorgulamaktadır.

Tefrika geleneği bağlamında baktığımızda da her bölümün ayrı bir aksiyon faktörü ile bitmesi heyecanı devamlı ayakta tutuyor. Oldukça hareket unsuru içermekle birlikte bu roman bir yandan da alt katmanda baba figürü ve oğullarına odaklanıyor. Hayatı boyunca ailesinde aslında eşine ve kızına da hep mesafeli olmasına rağmen iki oğlu ile arasındaki kopukluğa daha fazla eğiliyor yazar. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum. Aralarında bir türlü kurulamayan bağ iki oğlunda babalarına karşı farklı tezahür ediyor. Samim, babasından ve ilgisizliğinden nefret ederken Fikret, babasının o bilmedikleri dünyasına hayranlık beslemektedir. Aslında ikisininki de, babalarıyla bir türlü iletişime geçememelerine karşı kullandıkları bir savunma mekanizmasıdır. Küçüklüklerinden beri ancak böyle baş edebiliyorlar babalarının olmasına rağmen yanlarında hiç olmamasıyla çünkü. Öte yandan şöyle de bir durum var ki eşi ve çocuklarıyla kuramadığı bağı yaşlı ve hafızasını kaybetmiş hâldeyken torunu ile kuruyor Salih Bey. Torunu Başak ergenlik dönemindedir, aslında aralarında çocuklarına göre çok daha fazla yaş farkı olduğundan makasın iyice açılacağı düşünülse de durum tam tersi gelişir. Hastalık sürecinde ona sürekli kitap okuyan torunu için de dedesi bir merak unsurudur, onu keşfetmeye çalışır bu sebepten. Dedesi ile torunu arasında, Başak’ın dedesine okuması için verdiği bir kitap üzerinden ilerleyen muhabbet Mahir Ünsal Eriş’in esprili tarafını da görmemizi sağlıyor. Önceki eserlerinde bazı karakterleri farklı öykülerde tekrar görmeye alışık olsak da yazarın kendini ve önceki kitaplarından birini romana dahil ettiğine şahit olmamıştık diye hatırlıyorum. Romanda sürekli “kayısı kapaklı kitap” diye geçen kitap, yazarın Dünya Bu Kadar‘ı. Bu kitap neredeyse romanın başından sonuna kadar dolaşıyor ortalıkta hatta yazarı yani Mahir Ünsal Eriş’e dair de konuşuluyor fakat adı hiçbir şekilde geçmiyor. Bu bağlamda Eriş’in kendi eserlerine ve hatta kendine gönderme yaparak postmodernist unsurlara da başvurduğunu görüyoruz. Tabii ki romanın tamamı için bunu söylemek mümkün değil ama aralarda bu tarz oyunlar görmek postmodernist eserleri seven bir okur olarak benim epey hoşuma gitti.

Ayrıca hem aileyle hem devletle ilgili ciddi mevzuların merkezde olduğu böyle ağır bir romanda okuru gülümsetecek bu tarz minik oyunlara rastlamak yazarın farklı bir şeyler denediğini de görmemizi sağlıyor. Dedeyle torun arasında yine bu kitap ve yazarı hakkındaki bir konuşmada yazarın yurt dışına yerleştiği, bunu da küçük “altın damlası” çocuğu için yaptığı bahsi geçiyor. Başak bunu yazarı sosyal medyada takip ettiği için bildiğini anlatıyor dedesine. Aslında aralarında kuşak çatışması olması çok muhtemelken Salih Bey’le kendi jenerasyonu arasında köprü oluyor Başak. Böylece aslında romandaki ana karakterin geçmişini ararken gelecekle de bağ kurduğunu okuyoruz ve yazarın kendisinin de yaptığının bir nevî bu olduğunu söyleyebiliriz. Romanı bitirirken tahmin edileceği üzere vurucu bir şekilde bitiren yazarın bundan sonraki romanlarını ve öykülerini sabırsızlıkla bekleyeceğim.

Nagihan Kahraman