Türk edebiyatının geleneğinde yıllıklar önemli bir yer tutar. Yıllıklarda bir yılın edebi dökümü yapılır, o yıl yayımlanan eserlerden seçmeler yayımlanır, yıl içinde yaşanan edebiyat tartışmaları özetlenirdi. Yıllıklarda bir de soruşturma bölümleri olurdu. Parşömen Edebiyat olarak, yıllıkların soruşturma kısmını yaşatmak ve sürdürmek niyetiyle başladığımız ve bu yıl dördüncüsünü yayımladığımız yıl sonu edebiyat soruşturmalarının, geleceğin edebiyat okurları ve araştırmacıları için verimli bir kaynak olacağına inanıyoruz.
Soruşturmanın son sorusunu bilhassa çok önemsiyoruz. Sorunları dile getirmenin eleştiri kültürümüzün gelişmesine, birlikte düşünmeye ve giderek çözümler üretmeye varacağını umuyoruz.
Bu yıl da okurlara, yazarlara, çevirmenlere, editörlere, yayın emekçilerine, kitapçılara edebiyatımızın halini sorduk. 2023’ün edebiyat açısından daha verimli bir yıl olması temennisiyle…

Yıl içinde yayımlanan ve hak ettiği ilgiyi görmediğini düşündüğünüz kitapları, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız?
2022 yılında benim için en önemli kitaplardan biri Enis Batur’un son şiir kitabı “Gece Korkunç Sünger, blues”oldu. Zor yılların sonlarına doğru, pandemi de gelince Karanlık Oda Şarkıları’yla üretken bir kalemin bir de hepimizi zorlayan kapanmayı da fırsat bularak, alışık olduğumuz hayatla ve sanatla muhasebesini bu sefer “bir son duygusu”nu fazlasıyla hisseden şiirlerini üzerimize adeta yağdırdı, diyebilirim. Deşifre edilmesi gereken nice detayla, bu okkalı yapıtları basan Simurg Sanat Yayınları’na teşekkür etmeli.
“Bir son duygusu” hepimizi kapladı sanırım, ama bu son bir seferde gelmiyor, tekrar tekrar geliyor: Julian Barnes, her zamanki gibi Serdar Rifat Kirkoğlu’nun çevirisiyle, Ayrıntı Yayınları’nın çok geçmeden bize sunduğu Elizabeth Finch romanında, sanırım bir parça da 2008’de vefat eden edebiyat temsilcisi eşi Pat Kavanagh’a duyduğu özlemle, bize bir kez daha ölüm ve sanat düşüncelerini etraflıca kapsayan muazzam bir roman hediye etmiş oldu.
Avrupa edebiyatını iyiden iyiye kaplayan bu son duygusuyla birlikte tüm bir hayatın muhasebesini yapma akımının iyi bir örneği, İtalyan Sandro Veronesi’nin Eren Cendey çevirisiyle Can’dan yayımlanan Sinekkuşu romanı oldu. Annie Ernaux ya da Domenico Starnone, Elena Ferrante gibi isimlerin de yaptığı gibi, çok geniş kapsamlı yaşam dilimlerini, en ufak ayrıntılarıyla inceden inceye anlatan, sadece kişisel tarihleri değil dönem tarihlerini de çok akıllıca aktaran romanlar kategorisinde Sinekkuşu, beni tatmin etti.
Don DeLillo’nun son yapıtı Sessizlik romanının Aylin Ülçer çevirisiyle Siren’den yayımlanmasını (Beyaz Gürültü’nün de filme alındığını), Colm Toìbin’in Thomas Mann’la ilgili romanı Sihirbaz’ın İlknur Özdemir çevirisiyle Sia Kitap’tan yayımlanmasını da unutmamalı.
Size göre 2022 yılının önemli edebiyat ya da yayıncılık olayları nelerdi?
Benim açımdan sevdiğim yazarların ve çevirmenlerin başına gelenler üzücüydü: Paul Auster’ın oğlunun trajik ölümü, Salman Rushdie’nin siyasal şiddet biçiminde suikasta uğrayıp yaralanması, şoke edici biçimde aniden Javier Marías’ın ölüvermesi, Yaşar Avunç, Aysel Bora, Aykut Derman gibi bir kuşağın en üretken Fransızca çevirmenlerinin aramızdan ayrılması. Farkındaysanız tüm bunlar “bir son duygusunu” kuvvetlendiriyor. Annie Ernaux’nun Nobel Edebiyat Ödülü’ne hak kazanması bir nebze ümit tazeledi, ekonomik buhrana rağmen dünyanın edebiyatını bize de aktarmaya devam eden pek çok genç yaşlı yayınevinin hâlâ üzerimize okunacak çok sayıda kitap atması okur mantığımla tatmin olmaya devam etmemi sağladı.
Edebiyat ortamımıza baktığınızda ne gibi sorunlar ve eksiklikler görüyorsunuz?
Dünyanın kötüye gidişatı, ülkenin de özel buhranıyla birleşince, dijitalleşmenin de azımsanamayacak rolüyle, kültür alanlarımız bir yandan daraldıkça daralıyor, bir yandan da geniş kitleler ne yapacağını büyük oranda şaşırmış biçimde ortada kalıyor. Plak dükkânları, videocular, oyun salonları, fotoğrafçılar, sinema salonları, şimdi de kitapçılar mekân olarak ortadan kalkıyor. Pek çok kültürel toplanma agorası, mekânsal pazaryeri yok oldu sayılır. Tüm bu alanlardan demlenebilmek için çok sıkı tutkunu olmak gerekiyor artık. Bir zamanlar çok sayıda ilgi alanını aynı anda besleyebilmek, bir yürüyüşte birkaç cd, birkaç dergi, birkaç kitap alabilmek, günde bir-iki filme ya da tiyatro oyununa gitmek mümkündü. Sonra uğradığımız meyhanelerde, kahvehanelerde, kütüphanelerde yazarları, çevirmenleri, yayıncıları görmek, birlikte demlenirken ortak proje yaratmak, hatta sonradan hemen unutulacak kavgalara tutuşmak mümkündü. Şimdi dünyanın büyük kısmı cihazlarımızda, oradaki iletişimlerle buluşma ayarlayanlar haricinde, hemen hemen hepimiz dar alanlara sıkışmış durumdayız. Yolda karşılaştığımızda, birbirimizi sosyal medyadan tanısak bile, selamlaşmayı düşünmekten selamlaşamıyoruz bile. Buna rağmen her gün okunacakların sayısı artıyor, okuma zamanı azaldıkça azalıyor. Eskiden bir edebiyat dergisinin bir bira ya da iki kahve parası bile etmediğini belirtirdik, şimdi orta karar bir edebiyat dergisi birkaç açma parasına alınıyor ama sanırım kazanılan para da sadece kâğıda gidiyor. Dünya çapında kâğıt sıkıntısı var, enerji sıkıntısı var, idarelerin silahlanma yatırımları nedeniyle kültürel zenginliğe yeterince destek ayıramaması söz konusu, düşmanlık iklimi kültürel açıdan da çoraklaşmaya tüy dikiyor, kavgacı idareler aynı zamanda ekonomik buhranın yükünü de insanların sırtına bırakıyor. Tüm bu karanlık koşullarda, sanırım çoğumuz inzivaya çekilecek ve yazdıkça yazacak, bir sürü yapıt daha ortaya çıkaracak. İşin kötü yanı, bugün yıllık asgari ücreti teliften kazanabilmek için bir yazarın, yılda 100 liralık kitaptan (yüzde on telif alsa) 6000 adet satması gerekir; asgari ücrete gelecek zamla, 4000 adet daha eklenecektir muhtemelen. İstanbul’da kirasını ödeyebilmesi için, bir yazarın ayda 100 liralık kitabından 1500 adet satması gerekecektir ortalama. Aynı yazar taşrada oturursa, ayda 300 adet kitapla idare edebilir. Bu denklemlerde bakalım kimler yazdıklarından geçinebilecek… Peki edebiyat ve yayıncılık ortamımızda yazarları, çevirmenleri, yayınevi emekçilerini asgari oranda refah içinde tutacak, zor koşullarında destekleyecek sandıklar, sendikalar, vakıflar, dayanışma mekanizmaları var mı? Bir edebiyat salonuna uğrayıp kütüphanesinden yararlanabilmek, mağazasından ucuz kâğıt ya da printer mürekkebi alabilmek, sıcak kahve eşliğinde bilgisayarımızı elektriğine ve wifisine bağlayıp çalışabilmek mümkün mü? Ucunda siyasi ve idari propagandalar olmadan, kurumlarla işbirliği yapabilmek mümkün mü? Yazacak kadar aklı boşaltmak, tüm sosyal ve çalışma hayatının kaosunda kedi sevip felsefe yapabilmek, şiir yazıp sohbet edebilmek için zaman ayırmak mümkün mü? Gündelik siyasetin ve dünya hallerinin felaketlerine üzüldüğümüz, sinirlendiğimiz, harcadığımız aklı kaçışlar dışında sağlıklı biçimde edebiyata ayırabilmek mümkün mü? Sadece şu yazıyı okuduğumuz mecrayı sağlıklı biçimde ayakta tutabilmek, bu mecraya emek harcayanların diğer endişelerden azade bize bu imkânı sunmaya devam edebilmesini garanti altına almak mümkün mü? Şu veya bu yayınevi, şu veya bu idareci, şu veya bu patron, şu veya bu topluluk değil mesele, tüm bir kültürel çevre kolaylıkla boğulabiliyor, gündelik endişelerimizde bırakalım yerleşimi, enerjiyi, ulaşımı, eğitimi, sağlığı, peynirin ya da kahvenin bile gerisine düşebiliyor, geniş kapsamda. Çıkmamış candan ümit kesilmez mi demeli tam bu noktada?