Tarık Tekoğul

Ön Sevişme

Yaratıcı refleks genişliyor. Bu her şeyi yaratabildiğimiz anlamına gelmiyor tabii. Fakat yaratmaya çok ara veriyor da sayılmayız. Söz konusu kısmi bir yokluktan kısmi bir varlık meydana getirmek olduğunda kendimizi kıyaslayabileceğimiz kimse yok, biz eteklerine jakuzi ve tepesine de gözcü kulesi diktiğimiz Kaf Dağı’nın hikâye tanrıları, sonsuzluğun ne kadar sıkıcı olduğunu düşünmeden edemiyoruz. Yağdırdığımız her hikâyede bir takım büyüler arıyoruz bakın burası önemli, nasıl ifade etmeli bir takım teknik tesadüfler, peygamber mucizelerini andıran arınma potansiyelleri, daha iyisini arzulatacak orgazmlar. Bunların içinde barınamadığı, daha kötüsü selam bile vermediği öyküler geliyor belki de aklınıza, ilk kez tanışmamız hürmetine –aslında daha önce tanışmıştık fakat doğru zamanda ve doğru yerde değildi çoğunuz– her şeyi bilme tuşuna basmıyoruz şu an ve böylece bilemiyoruz bu belkinin ötesini ve berisini. Kusur ve tipiklikle lanetlenmiş bu hikâyelerin bazısı basılıyor ve çok satıyor, bazısıysa kıyıda köşede kendi inine inen bir kaplan gibi küçülüp unutuluyor.

Hikaye tanrıları olarak eşitliğe inanmadığımızı da bu noktada belirtmem gerekiyor sanırım. Ağaç keserken vicdanı sızlamayanların uydurduğu bir zırvadan ibaret o kelime. Ya da hiç çocuk uyutmamışların. Ve fakat şuna emin olmalısınız: Sınıflara da inanmıyoruz. Doğru malzemelerin doğru zamanda doğru şekilde kullanıldığı her hikâye katımıza ulaşıyor ve tahlile değer bulunuyor. Şimdiye kadar binlerce hikâye anlattık, üzerlerinde çeşitli isimlerin yer aldığı binlerce kitapta okudunuz bunları. Ete kemiğe bürünüp editöryal işlem nihayete erene kadar bu metinlerin yazarlarını edebî bir arafa sokuyoruz biz. Orada dinleniyor ve daha çok hayal gücü temin edebiliyorlar. Kitap dağıtıma çıkınca da Kaf Dağı’na dönüyoruz. Yeni büyü ve orgazm arayışları için.

Açıklama yapmanın temelde bir ahmaklık olduğu bilinciyle aşağıdaki hikâyeyi size veriyorum. Kendimize tanrılar desek de bilinmeyen bir kaynaktan gelen şifalı suları ötekilerden ayıran işçileriz biz. Sizi şımartmak ve etkilemek isteyen muzip elçiler. Hikâyeye geçmeden önce gözlerinizi yummanızı ve inandığınız tanrılar adına bir şeftali düşlemenizi diliyorum sizden.

Sevişme

İri bir şeftali istiyordu canı, yeteri kadar tüylü, yaratımın fışkırımı nihayetinde ortasından şişkin bir hilalin fırladığı bir şeftali.

Konu bu kadarla kalsa her şey daha basitti. Fakat kötüsü, şeftalilerden korkmaya hiç ara vermemesiydi. Onlara dokunamıyor, biri onlardan bahsettiğinde kaçacak yer ayırıyordu. Bir psikolog şeftalilerden korkmasını çocukluğundan kalma travmalara bağlayabilirdi ve düzenli terapi teklif edebilirdi. Onun için sorun ve çözümü daha basitti: Mutlaka bir şeftali ısırmalıydı. Bu kez de istediği ölçülerde olmayan, içi kuru ve tüysüz bir şeftali yeme ihtimali tedirgin etti onu. Bunun üzerine gidemeyecek kadar yorgun hissetti. Uyuyacak ve kalkacak, yarın ciddi bir plan yapacaktı. Yeryüzünde şimdiye dek kimse şeftali yemediği için ölmemişti. Bu düşünceye tutununca da bir daha hiç şeftali yeme isteği duyamayacağından çekindi. Evet evet, bunu şu an, uykuya dalmak üzere olduğu gece vakti itiraf etmekte bir beis görmüyordu. Bunu yine şu an bir yemine dönüştürmesinin sebebi ise şeftalilerden hoşlanmayacağı bir gelecek olasılığının ona çok da ihtimal dışı gözükmemesiydi. “Mutlaka, yakında olmalı, bunu öğrenmeli, kati surette, alternatifi olmayacak şekilde iri, ideal tüylü ve biçimli yarığa sahip bir şeftali yiyeceğim. Andolsun ki içi sulu olacak ve onu ısırdığımda dünyanın kalanını geride bırakacağım.”

Tüm bunlara, bir gecede bu büyük yeminleri etmesine ne sebep oldu? Aslında nedenselliğe kalpten iman etse de tek bir nedenin onu bu noktaya taşıdığını söylemek fazla iddialı olur. İnsanların yedikleri şeftalilerden bahsetmesinden sıkıla sıkıla bu geceye erişti ve daha fazla sıkılamayacağı bir noktada belki. Ya da bir kişisel gelişim zırvası dinledi, korkularınızın üzerine gidin vaazı yerleşti zihnine. Kim bilebilir ki, ben bilebilirim, ama geciksem daha iyi olacak.

Rüyasında şeftali ağaçlarıyla dolu bahçelerde koşturduğundan bahsetmemize gerek bile yok aslında. Bu rüyayı ilk kez de görmüyordu hem, bazı geceler derinden bir sesin ona fısıldadığını duyuyordu. Ona bir şeftali ağacı bulup kusana kadar yemesini salık veriyordu bu ses. Salık veren seslerle arası hiç iyi olmamıştı. İnsan sadece kendine salık verebilmeliydi, iri ve ideal tüylü bir şeftali için dahi olsa bu böyleydi.

Batıl inançları olan biri şeytan çarpmış gibi doğrulduğunu söylerdi yataktan. Elini yüzünü yıkadı ve aynaya bakıp diş etlerini seyretti. Aralarına yapışacak şeftali posalarını hayal etti. İnternete girdi, üstünde yazarının makyajlı resimlerinin olduğu kitapların tanıtım yazılarını okudu. O âna pek inanmazdı. Ne kariyerinde ne sosyal hayatında o ânın diğer insanlarla işini bitirip kendisine uğrayacağını hiç düşünmemişti. Başına gelene kadar. Gördüğü kitabın cıvıl cıvıl bir kapağı yoktu ve üzerinde yazarın resmi de gözükmüyordu. Yine de Aristo’ya mezarında “işte bu” dedirtecek bir öze sahip gibiydi: “İri Şeftalileri Yeme Kılavuzu”

O an, dedi içinden, hoş geldin. Kargo teslimat tarihine baktı, o kadar vakit yoktu. Yaşadığı yerin en büyük kitapçısı bu kitabı satıyor olmalıydı. Hazırlandı ve evden çıktı.

Bulutlar ilerliyor, güneş seçebildiği kadarıyla rutin rotasında seyrediyor ve onun canı deli gibi şeftali çekiyordu. Kitapçıya ulaştı. Aldığı ekran görüntüsünü görevliyle paylaştı. Görevlinin gözleri ışıldadı, kendisini takip etmesini istedi. Dükkânın en ucuna kadar ilerlediler. Görevli kitabı alıp kendisine uzattı. Alıp açmak üzereyken, şimdi değil, diye fısıldadı. “Henüz hazır değilsin, tıraş olup üstüne yeni bir şeyler al, güzel kokular sürün, sadece zihnin değil vücudundaki her uzuv delicesine istesin bunu. Sadece o zaman kavuşabilirsin düşlerine.”

Düştüğü saçma dehşetin onu tutup kendine getirmesine müsaade etti. Silkelendi ve kitabın ücretini ödeyip oradan ayrıldı. Mahalledeki berberine gitti. “Hayatımın en önemli ânı, beni güzel bir şeye çevir, güzel bir şeyleri mahvetmeden.”

Kıyafet ve koku, güzel ayakkabılar, tüyleri yolunmuş bir gövde, bu gövde kaslı ve üzerindeki kremden dolayı parıldıyor. Kim diyebilir ona kim, şeftali yiyemeyeceğini kim söyleyebilir ona, hayatının hatasını yapmak istemeyen hiç kimse. Hiç kimse. Hiç. Şeftaliye uzanan o ulu köprüyü arşı titreten adımlarla aşacak ve arasına tanrı bile girse onu defedecek kudreti hormonlarına salgılatacak. Kudret o, cesaret ve cüret o. Bir erkek o, atalarından kalma adrenalin arketipini sırt çantasına koyacak ve Everest’in tepesine tırmanacak, tanrıya ok atacak, pazılarını karlı dağların gölgelerinde seyredecek. La ilahe ben, la ilahe ben diye haykıracak. La ilahe ben.

Orgazm

Sıcak ve soğuk. Islak ve kuru, yaratımı yaratıyor, zamanı ortadan yarıp donduruyor, ellerini ısıtıyor burnundan çıkan ısıyla. Isılarla arası iyi. Dudaklarının kenarında şeftali suları, ziyan olmasın diye dilini dolandırıyor birkaç tam daire kadar. Sapına kadar, çekirdeğine kadar, çekirdekte eme eme kuru yer bırakmayana kadar. Tohum ekemez, ona ait çünkü, bir kader biçilmiş olmalı ikisine. Kusamaz ya da tuvalete çıkamaz. Erkeklik içinde tekrardan filizleniyor, bitmeyen bir tekrarlanım, sonsuza dek içinde tepinecek.

Duş ve Çarmıh

Buraya mı aldınız, ve neden? Böyle olmamalıydı. Arafa koymak için fazla mükemmel. Buraya gelirse kaos kol gezer buralarda, ikilik çıkar. Demek o kadar tanınmıyor, en çok onlardan çekinmelisiniz tanrıçam, gizi öyle eğip büker ki onlar, karanlığa ve gölgelere öyle şekil verirler ki bir anda kendinizi anlamsız bir vasatın içinde bulursunuz. Evet evet, çarmıhı getirin, biz hatırlayacağız ya. Bu neden yetmesin. Mezar taşına süslü cümleler yazılmasındansa tanrıların katında stabil ve hayran olunacak en yüce şey, en mübarek kimse olarak kalacak. Ellerine çiviyi çakarken acımayın. Sözlerime kulak verin. Boynu sağ tarafa doğru yatsın, kafasında bir taç bulunsun, kendi yakutlarımızla süsleyelim onu. Son bir şey, hayal gücünü bana getirin, onunla birlikte can vermesin. Sonsuza dek bir tanrının ruhunda süzülsün. Bu kadarını hak etmiş olmalı. Ve dikkat edin, çok dikkat edin, göğe yükselmesin.

Tarık Tekoğul