Geçtiğimiz Ağustos ayında Metin Celâl, Küçükçekmece Belediyesi’nin düzenlediği “Bilinmeyen Yönleriyle Basında Nâzım” sergisi vesilesiyle, Edebiyat Haber sitesinde zihin açıcı bir makale yayınladı ve Yeşil Elmalar romanından bahisle “Nâzım Hikmet Türkiye’nin ilk post modern romanını yazmış olabilir mi?” diye sordu.

Yeşil Elmalar’ı yıllar önce müthiş heveslerle okuyup derin hayal kırıklığına uğramış bir Nâzım hayranı olarak benim bu soruya vereceğim yanıt tereddütsüz “hayır” olurdu. Ama konumuz o değil.

Metin Celâl’in yazdıklarını okurken göçebe zihnim başka yerlere uçuştu. Araya giren bir yığın işi hallettikten sonra aklıma takılan hain çengele nihayet geri dönebildim ve Yeşil Elmalar romanının kitap halinde yayınlanma macerasıyla ilgilenmeye başladım. Metin Celâl’in de yazısında değindiği gibi, yayın camiasında neredeyse kural gibidir, Nâzım’ın her eseri bütün veçheleriyle daima merak edilir. Yeşil Elmalar’ın benim merakımı celp etmesi de biraz bu hepimizin içine yerleşmiş doğal güdüden, biraz da romanın ilk baskısının kapağında gözüme ilişen küçük bir ayrıntıdan kaynaklanıyordu. O ayrıntı ne mi? Az sonra geleceğim. Ama önce başlıkta yer alan sorunun altını bir kez daha çizmeliyim: Bu yazının derdi Nâzım Hikmet’e ait olduğu tartışmasız olarak bilinen Yeşil Elmalar romanının ilk ne zaman ve kimin tarafından kitap haline getirildiği sorusuna yanıt bulabilmektir. Çözmesi kolay gibi görünse de epey karışık bir bilmece bu. Öyle ya, çok merak ediyorsan git bul kitabı, aç bak. Ne zaman, nerede, kim basmış anlarsın. Kendini de, alemi de nafile yere işgal etmezsin. Keşke öyle olsa… Çünkü kitap bulunmuyor.

Kalkıştığım bu iş uğruna araştırma yaparken bir sürü yeni bilgi edindim. Yol boyu birkaç kez fikrim değişti. Yeni malumatlara ulaştıkça daha önce bildiklerimden şüphe duymaya başladım. Velhasılıkelam, az buz uğraşmadım. Epey tırmaladım, mesai harcadım. Sonunda bu bol görselli, sorularla, varsayımlarla dolu, kendinden desenli yazıyı kaleme almaya karar verdim. Yegane emelim edindiğim malumatı meraklısıyla paylaşmaktır. Konuya ilişkin benim görmediğim, bulmadığım, akıl edemediğim başka kanıtlar, izler varsa lütfen siz de paylaşın. Bilmece bahsi tam olarak kapanmış değil çünkü.

Bu tereddütlerimle tütsülenmiş ince peşrevden sonra, müsaadenizle başlıyorum.

Yeşil Elmalar romanının ilk olarak 1936’da Akşam gazetesinde imzasız olarak, daha doğrusu “?” imzasıyla tefrika edildiğini biliyoruz. Zaten Metin Celâl de yazısında Yeşil Elmalar romanının tefrikası bittikten hemen sonra, ertesi günü, Akşam’da bir açıklama yayınlandığını hatırlatmıştı:

“Biz bugün bu romanın Nâzım Hikmet’in eseri olduğunu biliyoruz ama tefrika sırasında ‘?’ imzasının kimin olduğu tabii ki merak edilmiş, dedikodu konusu olmuş. Akşam Gazetesi de 1 Temmuz 1936’da ‘Kimlerin Eseri? Yeşil Elmalar Nasıl ve Kimler Tarafından Yazıldı?’ diye bir açıklama yayınlamak gereği duymuş.

(…) Akşam gazetesinin ‘Yeşil Elmalar Nasıl ve Kimler Tarafından Yazıldı?’ açıklaması romanın kitap halinde yayını ile de uyumlu. Yani yazar belirtilmiyor ve şu açıklama yapılıyor; ‘Yeşil Elmalar romanı bir tek muharririn eseri değildir. Bu roman; Edgar Valles, Jül Romen, Cek London, Edvard Kipling’in romanlarından alınan, iktibas edilen parçalarla ve bir Fransız ilim heyetinin Yeni – Gine adasında yaptığı tetkikattan vesikalar alınarak meydana getirilmiştir’ denilip bir ‘montaj, terkib’ olduğu söyleniyor. Kuşkusuz bu açıklama o yıllarda siyaseten ‘suçlu’ sayılan Nâzım Hikmet’in eserini yayınladı diye eleştirilip köşeye sıkıştırılmamak için yapılmış.”

Metin Celâl’in son cümlesine katılmak gelmiyor içimden. 1936 yılında vaziyet Nâzım aleyhine adli bir faciaya dönüşmüş değil henüz. Türk basını Nâzım Hikmet adından bir cüzzamlıdan kaçarcasına uzak durmaya başlamamış. Bence Akşam’da yayınlanan fantastik açıklamanın asıl sebebi, Nâzım’ın Yeşil Elmalar adlı eseri pek muteber bulmayıp sahiplenmek istememesidir. Ama bunlar tartışmalı şeyler, kesin bir iddiada bulunmak mümkün değil.

Yine de siz Akşam’daki olaya bakar mısınız? İki buçuk ay boyunca imzasız, isimsiz roman tefrika edip “yahu bu yazıları kim yazıyor” diye sorulunca da, “yazar bir kişi değil, heyet toplandı, başka başka kitaplardan parça alıp montaj yaptılar” diye ortaya karışık açıklama yayınlıyorlar. O tarihte, yani açıklamanın basıldığı 1 Temmuz 1936’da Nâzım Hikmet tutuklu değil, mahkum değil. Henüz özgür bir adam olarak İstanbul sokaklarında dolaşıyor. Bu da demek oluyor ki Akşam gazetesinde yayınlanan bu muzip “açıklama”yı bizzat kendisi kaleme almış olabilir. (Ne olur öyle olsun!) Ama bilemiyoruz.

Akşam gazetesinde tefrikadan sonra yayınlanan açıklama, 1 Temmuz 1936, sayfa 6

Sizce de şahane değil mi? Roman tefrika ediyorsunuz, ortalıkta yazar yok! Bir süre sonra kitap haline getirilip basılıyor, yine yazar adı yok! Böyle bir manzara karşısında tabii ne oldu? Ne olacak, zihnimdeki merak hücreleri derhal kaşınmaya başladı. Çünkü efendim, her neden ve nasıl olduysa, imzasız yayınlanmış her türlü kitap benim ilgimi çeker, kendimi tutamam.

Bulduklarımı anlatacağım ama tam burada küçük bir parantez açıp başka bir acayip vakayı anmama müsaade edin. Yeşil Elmalar’ın macerasına dalınca aklıma zamanında Altıkırkbeş Yayınları çatısı altında toplanan değerli kardeşlerimizin yayımladığı, kapağında “Cortazar, Calvino, Barthelme, Asimov, Burgess, Borges” yazan kitap geldi. Okurun algısıyla oynayıp bir çeşit derleme intibaı yaratan bu değerli çalışmanın adı Gizli Hava Müzesi olarak seçilmişti. Arka kapakta o mahut Gizli Hava Müzesi şöyle tarif ediliyordu: “Oyun, taklit, harita, kültür mirası, yazarlık, zürafalar, taksiler, gizli örgütler, sessizlik, ölüm, çizmeli kedi, televizyon, üçgen, rüya, projeler, sinema, büyü, tarih, gerçek…”

Bu hülyalı tanımın altında “6 ustanın ağzından daha önce gün ışığına çıkarılmamış 6 parçalık koleksiyon” ibaresi yer alıyordu. Elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin dostlar, Akşam gazetesinin Yeşil Elmalar romanı için yayınladığı “kimlerin eseri” başlıklı açıklamayı hatırlatmıyor mu bu satırlar?

Yine arka kapakta, söz konusu yanarlı dönerli tanım cümlesinin altında barkod niyetine kafası gayet güzel bir desen, ISBN numarası yerine de Akbank’ta açılmış bir banka hesabını çağrıştıran alfa-nümerik karakterler dizilmişti.

Gizli Hava Müzesi, Altıkırkbeş Yayınları, 1995

Bilmem söylememe gerek var mı, kitabın elbette ki kapakta adı geçen yazarlarla alakası yoktu. Onlar tarafından değil de onları taklit eden (ya da etmeye çalışan mı demeli?) bir gizli ajan tarafından kaleme alınmıştı. Söz konusu altı parçalı montajın faili sonradan gönüllü olarak ortaya çıktı ama ben yine de büyüyü bozmak istemem. Burada ismini anmaktan imtina ediyorum. Arayan nasılsa bulur.

Yeşil Elmalar’ın macerasına dönelim. Roman ilk olarak 1936 yılının 18 Nisan-30 Haziran günleri arasında Akşam gazetesinde tefrika ediliyor. Çoğu kez atlanan ufak bir hatırlatma yapayım. Nâzım Hikmet aynı yıl içinde ve çok yakın bir dönemde, tam olarak 30 Mayıs-16 Ekim 1936 tarihleri arasında, bu kez Son Posta gazetesinde Orhan Selim müstear adıyla başka bir tefrika roman daha yayınlayacak. Yani 30 Mayıs-30 Haziran arasındaki otuz iki gün boyunca aynı yazarın iki farklı romanı iki farklı gazetede aynı anda tefrika edilecek! Kalemin bereketine bakar mısınız? Sonradan yine kitap halinde basılacak olan Kan Konuşmaz adlı o romanı da şimdilik bir kenara koyuyorum.

Yeşil Elmalar’ın Akşam gazetesinde yayınlanan ilk bölümü, 18 Nisan 1936, sayfa 6

Konumuza avdet edersek, araştırmaya başladıktan sonra anladım ki “1936 yılında Akşam gazetesinde tefrika edilen Yeşil Elmalar ilk ne zaman ve kimin tarafından kitap haline getirilmiştir?” diye sorduğunuzda size verilen standart bir yanıt maalesef yok. Ortalıktaki bilgiler, nasıl söylemeli, bir hayli karışık. Örneğin 1992 tarihli Adam Yayınları nüshasının başında “Birinci Basım: 1936” yazar. Ama bu ifade romanın Akşam gazetesindeki tefrikasına yapılan bir atıf da olabilir. (Muhtemelen de öyledir.)

Yeşil Elmalar, Adam Yayınları, 1992, sayfa 8-9

Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın internet sitesine baktım. Orada duran Öner Yağcı imzalı bibliyografya çalışmasında şöyle denilmekteydi:

Yeşil Elmalar (Dünyanın en meşhur on iki muharririnin müşterek romanı imzasıyla), Yenlap Neşriyat, İstanbul 1938

Ama aynı sayfada, hemen bir üst satırda Kurtuluş Savaşı Destanı adlı eserin 1937’de İstanbul’da Numune Matbaası’nda basıldığı da söylenmekteydi. Eğer bir mucize ile karşı karşıya değilsek bu bilgi oraya yanlışlık eseri girmiş olmalıydı. “Nâzım Hikmet Kaynakçası” başlığı altında, “Nâzım Hikmet’in Ölümünden Önce Yayımlanan Kitapları” bölümünde yer alan bu ifadenin doğru olması mümkün değildi. Neden mümkün değildi? Destan 1937’de basılmış olamazdı çünkü o tarihte henüz yazılmamıştı. Nâzım Hikmet, orijinal adı Kuvâyi Milliye olan (“destan” ifadesi alt başlık olarak eklenmiştir) eserine 1939’da İstanbul tutukevinde başlamış, muhtemelen Çankırı cezaevinde bitirmiş, yine muhtemelen 1941 yılında Bursa hapishanesindeyken son rötuşlarını yapmıştı. Ama o kitabın hikâyesi de uzun ve son derece karışıktı. Oraya girersek çıkamayız, iyisi mi biz bu meseleyi de bir kenara bırakalım, dedim, bibliyografyada Yeşil Elmalar hakkında verilen bilgilere soru işareti koymakla yetindim.

Metin Celal’in makalesinde Yeşil Elmalar romanın kapağının görüntüsüne yer verilmişti. Bu hakikaten tarihi kapağı daha önce hiç görmemiştim. 1930’lar için müthiş bir tasarımı vardı. En genci Bay Rock Star Teoman ağabeyimize benzemek üzere sağda üç erkek, solda iki kadın, toplam beş dekupe insan yüzünün çevrelediği şaşkın bakışlı bir dişi aslan (ya da puma?) kafası. En altta da yeni ateşlenmiş, hâlâ dumanı tütmekte olan bir altı patlar… Tek kelimeyle nefisti.

Yeşil Elmalar, yazar adı belirtilmemiş, Yenlap Neşriyatı, No 11, tarihsiz (ilk baskı?)

Beklenildiği gibi, yazar adı yer almıyordu bu kapakta. Mamafih, pek çok yerde iddia edildiği gibi, “dünyanın en meşhur on iki muharririnin müşterek romanı” da denmiyordu. Muhtemelen bu meşum ifade içerideki künye sayfasına konulmuştu.

Kapağın sol alt köşesinde fiyat yazılıydı: 25 kuruş. Ki günlük gazetelerin 3-5 kuruş fiyatla satıldığı 30’lu yıllar için bile bu meblağ Yeşil Elmalar’ı ucuz roman kategorisine sokardı. Sağ köşede ise “No 11” ifadesi okunmaktaydı. Yine altta, bu kez ortada “Yenlap Neşriyatı” yazılmıştı. Zaten yazının başında sözünü ettiğim, bende ampulü yakan, dikkatimi fena halde çekiştiren küçük ayrıntı bu oldu: Yenlap! Kimdi, neydi, neyin nesiydi bu “Yenlap Neşriyat”? Daha önce hiç adını duymamıştım. Böyle fantastik kapaklar yapıp, yazar adı vermeden kitap basabildiklerine göre bilinmeye, anılmaya değer bir müessese olmalıydılar. Yenlap” ifadesi aklımın çengeline takılmıştı bir kere. Google hazretlerini biraz kazıyınca çevrimiçi kaynaklardan Yeşil Elmalar’ın künye sayfasına ulaştım.

Ne yazık ki künyede de tarih belirtilmemişti. Üstelik yukarıdaki linkten ulaştığım sayfa görselinin tepesi yırtılmıştı. Belki de sözü edilen “dünyanın en meşhur on iki muharririnin müşterek romanı” ifadesi burada yer alıyorken, romanın Nâzım Hikmet’e ait olduğu ortaya çıktıktan sonra bu uydurmasyon ifade hassas bir okur eliyle bertaraf edilmiş, yerine el yazısıyla yazarın adı kondurulmuştu. Ama şunları okuyabiliyordum:

Yeşil Elmalar 

Aşk / İhtiras / Macera / Korku / Heyecan / Ruh Tahlili Romanı

-Bu romanın Türkiyede neşir ve tabı hakkı Yenlap firmasına aittir. Tercüme ve iktibas hakları kanunen mahfuzdur.-

Bütün çabalarıma rağmen son derece nadir olan söz konusu (ilk?) baskıyı bir türlü ele geçiremedim. Bu da bana dert oldu. Ama başka başka Yenlap Neşriyatı kitaplarına ulaştım. Bunların içinde Muazzez Tahsin (Berkand) imzalı Sonsuz Gece en faydalısıydı.

Sonsuz Gece (kapak ve künye sayfası), Muazzez Tahsin, Yenlap Neşriyatı, no 10, 1937

Şükürler olsun ki Sonsuz Gece’ye tarih koymuşlardı: 1937. Kitabın serideki numarası ise 10’du. Yani 11 sıra numaralı Yeşil Elmalar’dan bir önce basılan kitaptı bu. Demek oluyordu ki, eğer seride fantastik bir kuantum sıçraması yaşanmadıysa, Yeşil Elmalar romanı en erken 1937 yılında kitaplaşmıştı. Şimdi diyeceksiniz ki, zaten bütün kaynaklar Yeşil Elmalar romanının yayın tarihi olarak “1938”i veriyor, sen kimin evini soruyorsun? Öyle değil. Biraz sabır lütfen.

Sonsuz Gece’nin son sayfasında Yenlap Neşriyat tarafından yerleştirilen ilanda Yeşil Elmalar’dan bahsedilmekte, kitabı merakla beklememiz tavsiye edilmekteydi:

Sonsuz Gece, sayfa 216, Muazzez Tahsin (Berkand), Yenlap Neşriyatı, no 10, 1937

Aynı sayfada yakında basımı müjdelenen 12 seri numaralı kitaba da eriştim: Esad Mahmud Karakurd imzasıyla basılan Vahşi Bir Kız Sevdim romanıydı bu.

Vahşi Bir Kız Sevdim, ön ve arka kapak, Esad Mahmud Karakurd, Yenlap Neşriyatı, no 12, tarihsiz.

Kapaktaki ikinci baskı ifadesi sizi aldatmasın, Yenlap etiketli ilk baskıya bakıyorsunuz. Maalesef Vahşi Bir Kız Sevdim adlı değerli eser de tarihsiz basılmıştı. Ama arka kapak var ya, o arka kapak doğrusu tam anlamıyla dillere destandı! Derhal burada yer alan “Yenlap Roman Neşriyatı Serisi, Çıkan romanlar” listesine yoğunlaştım.

Bu listeye göre sanki seride iki tane 1, iki tane 2, iki tane 3 ve iki tane 4 numaralı kitap vardı. Numara 9’dan sonra işler düzene giriyor, az önce gördüğümüz 10 (Sonsuz Gece), 11 (Yeşil Elmalar) ve 12 (Vahşi Bir Kız Sevdim) numaralı kitaplar sıralanıyordu. Zaten 13 ve 14 henüz basılmamıştı. Asla da bu seriden basılmayacaktı.

Önce oturup bu pazar bulmacası mahiyetindeki listeyi bir tablo halinde dizdim. Dizmekle kalmadım, yanlarına bulabildiğim kadarıyla yayınevi ve basım tarihi sütunlarını ekledim:

Tablodaki 1.1, 2.1, 3.1, 4.1 ve 9 numaralı kitaplar İnkılâp baskısıydı. Diğerleri ise Yeni Kitapçı veya Yenlap tarafından basılmıştı. Sanki tablo bize diyordu ki iki farklı yayınevi, İnkılâp ve Yeni Kitapçı ayrı ayrı başladıkları ucuz roman serileriyle rekabet halindeyken 1937 yılı içinde bir noktada güçlerini birleştirmeye karar verdiler ve bir ortaklığa gidip Yenlap markası altında kitap üretmeye başladılar. İşbirliğinin başladığı yılın 1937 olduğundan emin gibiyiz, çünkü elimizde 1937 tarihli, 10 seri numaralı Sonsuz Gece var.

Takdir ederseniz ki böyle fantastik bir önermenin sağlamasını yapabilmek hiç kolay iş değildi. Ama bir fikirdi işte.

Kenan Yusuf Sertel’in bastığı kitapları tararken yukarıdaki tabloda 4.2 olarak numaralandırdığım “Bir Çalgıcının Seyahatı” adlı nadide eser geçti elime. 1937 yılında basılan bu kitabın hem ön kapağı, hem künye sayfası, hem de arkası son derece görülmeğe değer, gönle ferahlık veren manzaralar arz etmekteydi:

Görüldüğü gibi bu kapakta da yazar adı kullanılmamıştı. Künyeye göre eser Alfred Müller ve Frederih Şüller isimli iki değerli şahıs tarafından müştereken yazılmış, Kemal Tahir eliyle de dilimize kazandırılmıştı!

Kendi içinde yine şahane bir macera sunan bu değerli çalışmanın hikâyesine dalıp dağılmadan, sadece kitabın Almanca bir aslı olmadığını, ilk olarak 1907’de temsili bir çeviriyle Türkçe olarak yaratıldığını, Kemal Tahir’in bu aslı olmayan çeviriye sadece ikinci bir cila attığını söyleyip geçeyim. Meraklısı için Onur Caymaz’ın kitap hakkındaki doyurucu yazısı tavsiye olunur.

Bizim meselemiz kitabın içiyle değil arka kapağıyla olduğu için konuyu kısa kesmek zorundaydım. Burada da Yeni Kitapçı’nın “Ucuz romanlar serisi”ndeki ilk yedi kitabı listelenmişti. Bu manzara bana, yine varsayımlarım çerçevesinde, elimdeki baskının “Yenlap projesi” öncesi, henüz İnkılâp’la rekabetin sürdüğü bir döneme ait olduğunu düşündürdü. Zaten listenin başındaki dört kitap yaptığım tablodan tanıdıktı. 5 numaradaki Hortlak Rikşav ve 6 numaradaki Kutubta Yüz Bir Gün henüz basılmamıştı, basılmayacaktı. Bu durumda yedinci sıradaki Yeşil Elmalar da muhayyeldi, yani henüz ortada yoktu.

Gelin bir de altta yer alan “not” kısmını okuyalım, bu arada unutmayalım, 1937 yılındayız:

Yeni Kitapçı müteaddit kitap serileri yapmaktadır. Ucuz romanlar serisi de bu serilerden biridir. Ucuz romanlar, on iki kitaptan ibarettir. Türkiyenin ve Dünyanın en meşhur ve en kıymetli muharrirlerinin eserlerinden mürekkep olacaktır. Serinin 1-2 3 numaralı kitapları memleket romanıdır. Bu üç kitabın 2 inci ve 3 üncü tabılarının yapılması kıymetleri hakkında iyi bir fikir verebilir. 4-5-6-7 numaralı kitaplar dünyaca tanınmış eserlerdir. Bilginizi artırmak, hoş vakit geçirmek ve kütüphanenizi zenginleştirmek istiyorsanız bu seriyi takip ediniz.

Evet, o ana kadar topladığım tüm veriler Yenlap alt markası (şimdilerde “imprint” deniyor) konusundaki şüphelerimi doğrular mahiyetteydi.

Sağı solu kurcalarken Nâzım Hikmet’in Piraye (Hatice Zekiye Pirayende) Hanım ile olan evliliğindeki üvey oğlu, edebiyat dünyasının çalışkan kalemi ve –haliyle– Nâzım Hikmet uzmanı Memet Fuat’ın bir yazısına[1] rastladım. Cumhuriyet gazetesinde, “Düşünceye Saygı” köşesinde Yeşil Elmalar hakkında şu bilgileri vermekteydi Memet Fuat:

Yeşil Elmalar ise, tefrika edildikten sonra, Yeni Kitapçı ile İnkılâp Kitabevi’nin birlikte yayımladıkları Yenlap Neşriyatı’nın 25 kuruşa satılan ucuz romanlar dizisinde kitap olarak da basıldı. Biraz kısaltılmış, 168 sayfaya sığdırılmıştı. Üstünde Orhan Selim imzası bile yoktu. Yazar adının bulunması gereken yerde “Dünyanın en meşhur on iki muharririnin müşterek romanı” deniyordu. “Aşk, ihtiras, macera, korku, heyecan, ruh tahlili romanı.” Biraz aşağıda da “Tercüme ve iktibas hakları kanunen mahfuzdur” diye bir söz. (…) Nâzım Hikmet’in adıyla yayımlanabilecek tek romanı Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’dir.

Aynı ifadeler yazarın 2002’de YKY’den çıkan “A’dan Z’ye Nâzım Hikmet” adlı eserinde de okunabilir. Memed Fuat’ın yazdıkları varsayımlarımı doğruluyordu. İki yayınevi arasında yapılan bir ortaklıktan bahsediyordu ki bu da bana yeterdi. Böylelikle zihnimde “Yenlap Neşriyat” adının sırrı büyük ölçüde çözülmüş oldu. “Yenlap” ifadesi “Yeni Kitapçı” ve “İnkılâp” isimlerinden türetilmişti. Kenan Yusuf Sertel’e ait olan Yeni Kitapçı ile Garbis (Karabet) Fikri’nin sahip olduğu İnkılâp Kitapevi güçlerini birleştirmiş ve oluşturdukları serinin üçüncü kitabı olarak Yeşil Elmalar’ın tefrikasını toplayıp okura ulaştırmışlardı. Serideki 10, 11 ve 12 numaralı kitaplar böyle basılmıştı.

Hülasa artık Nâzım Hikmet’in imzasız romanı Yeşil Elmalar’ın Ankara Caddesi numara 85’te faaliyet gösteren, Kenan Yusuf Sertel’e ait Yeni Kitapçı ile yine yokuştan komşu ve rakip olan İnkılâp Kitabevi’nin birlikte oluşturdukları Yenlap markası altında, ucuz romanlar serisinin 11 numaralı kitabı olarak basılmış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyordum.

Böylelikle bilmecenin ilk kısmı çözülmüş oldu. Araştırmaya başlarken sorduğum sorunun “Kim?” bölümüne yanıt bulmuştum. Peki ikinci bölüm, yani tarih? Söz konusu baskı tarihsiz olduğu için maalesef kitabın ilk basım yılı tam olarak bilinememekteydi. Tarih meselesi hâlâ belirsizliğini koruyordu ama eldeki verilere göre kitabın ilk baskısı 1937’de veya daha sonra yapılmış olmalıydı.

Zamanlamayı daha net oturtabilmek için iki ortağın diğer işlerine, önce ve sonra bastıkları kitaplara bakmaya karar verdim. İnkılâp sahibi Garbis Fikri’yi daha önce duymuştum. Ortaokul ve lise hayatım boyunca tam yedi yıl önünden günde iki kez geçtiğim ve İnkılâp ve Aka olarak hatırladığım müesseseyi az çok tanıyordum. Yeni Kitapçı Kenan Yusuf’u ise sıfırdan araştırmam gerekiyordu.

Günümüzde sahafların piri olarak tanınan Emin Nedret İşli “Bab-ı Ali’de Yayınevleri” başlıklı efsaneleşmiş makalesinde Kenan Yusuf’tan şöyle bahsetmişti:

“Babıâli’de bir yeni kitapçı 1935 yılında Zekeriya Sertel’in kardeşi Kenan Yusuf Sertel tarafından kurulur. Kenan Yusuf Sertel aslında tahmin olunacağı üzere daha çok sol yayınlar yapar, fakat çok fazla siyasi fikri olan biri değil, aslında tüccardır. Nâzım Hikmet’in, Sabiha Sertel’in bazı kitaplarını bastıktan sonra, Nâzım Hikmet’in tutuklanması, propaganda adına sorgulamaların başlaması üzerine 1938 yılında dükkânını Nail Çakırhan’a devreder ve İzmir’de tütün tüccarlığına başlar. Nail Çakırhan ise 1-2 sene orayı idare eder ve o da bir başka gazeteciye, Mithat Sertoğlu’na kitabevini devreder. Yeni kitapçıda çok ilginç bir şey, Babıâli’de olmayan bir sistemle okurlara emanet kitap verilmesidir. Böylelikle satın alma gücü olmayan bazı insanların belli bir depozito vererek kitapları geri getirmek şartıyla okumasını sağlamaya çalışılır.”[2]

Kitap okuma tutkusuna bir tür abonelik sistemi yaratarak çare arayan hakikaten ilginç bir adammış Kenan Yusuf. Kendisini takdir ettim. Giriştiği bu emsalsiz işten çabuk vazgeçmişti ama gazetelere verdiği ilanlar hâlâ koleksiyonlarda duruyordu:

30 Kasım 1935, Cumhuriyet gazetesindeki “Yeni Kitabcı” abonelik ilanı

Ulaştığım bilgilere göre Zekeriya Sertel’in erkek kardeşi olan Kenan Yusuf 30’lu yılların ikinci yarısında Ankara Caddesi numara 85’te “Yeni Kitapçı” adı altında faaliyetteydi. Sadece bu da değil, 1935-1936 yıllarında Nâzım Hikmet’in kitaplarını basan yayıncı konumundaydı. Taranta Babu’ya Mektuplar (1935), Portreler (1935), Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı (1936), İt Ürür Kervan Yürür (Orhan Selim imzasıyla, 1936) hep Yeni Kitapçı tarafından okura sunulmuştu.

10 Eylül 1935, Tan gazetesindeki ilan
(1 numaradaki eserin adı basılırken Taranta Babu’ya Mektuplar olarak değişecektir. Basılı nüshada yayıncı adı geçmez, sadece “İstanbul Bozkurt Matbaası” ifadesi yer alır.)

Kenan Yusuf’un ağabeyi, yani asıl patron Zekeriya Bey de Nâzım Hikmet’e yabancı değildi. Onunla 1928’de, Nâzım’ın ikinci Moskova seferinin dönüşünde Vâlâ Nurettin aracılığıyla tanışmış, Resimli Ay’da iki yıl kadar sürecek dergicilik macerası sırasında şairin patronluğunu yapmıştı. (Konuyu Sertel’in kaleminden okumak için bkz: Mavi Gözlü Dev, Nâzım Hikmet ve Sanatı, Ant yayınları, 1969.)

Kısacası uzun sürecek hapislik dönemi öncesinde, bu 1935-1937 aralığında son özgür günlerini yaşamakta olan Nâzım Hikmet, Sertel ailesiyle hem dostluk hem de yayıncı-yazar ilişkisi içindeydi.

1950 veya 51 yılı olmalı. Kaynak: Bu Dünyadan Nâzım Geçti, Vâlâ Nureddin, Remzi Kitabevi, İstanbul 1965, sayfa 449

Kenan Yusuf’un 1937 yılında Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf romanını basma ve satma “suçundan” yargılandığı da bilinmekteymiş. (Belki 1938’de kitapçılığı bırakıp İzmir’e kaçmasının sebeplerinden biri de buydu.) O yargılanmanın hikâyesini de Sevengül Sönmez’den okuyalım:

“Kuyucaklı Yusuf, 14 Haziran 1937’de Cumhuriyet Müdde-i Umumiliği İkinci Tetkik Dairesi 937/176 sayılı iddianamesinde yer alan “halkı aile hayatı ve askerlikten soğuttuğu” gerekçesiyle toplatılmış, Sabahattin Ali romanı yazmak, Remzi Bengi, Karabet Fikri ve Kenan Yusuf Sertel de kitabı satmak nedeniyle suçlanarak mahkemeye çağrılmıştır. 7 Ekim 1937’de İstanbul Birinci Asliye Ceza Dairesi’nde görülen davada üç bilirkişinin raporuna başvurulmuştur. İlki o tarihlerde Maarif Vekâleti Müfettişi olan Reşat Nuri Güntekin’dir. (…) Mahkemeye sunulan bu raporlar sonucunda Kuyucaklı Yusuf dolayısıyla da Sabahattin Ali beraat etmiştir. Cağaloğlu’nda Ankara Caddesi’nde bulunan Yeni Kitapçı, beraat haberini, vitrinine yapıştırdığı ‘Kuyucaklı Yusuf Beraat Etti’ ilanıyla duyurmuş ve ilanın altına savcının sözlerini de eklemiş: ‘Kuyucaklı Yusuf emsallerinden üstün bir eserdir.’”[3]

1936-38 yıllarına ait Tan gazetesi koleksiyonu tarandığında (Zekeriya Sertel gazetenin ortaklarından biri konumundadır) çok sayıda Yeni Kitapçı reklamıyla birlikte, Sevengül Sönmez’in yukarıda bahsettiği beraat ilanı da bulunabiliyor (en sağda). Yenlap markalı bir ilana rastlayamadım ama yine de gözüme çarpanlardan küçük bir seçki sunmak isterim:

Sertel ailesinin ortaklığıyla çıkan Tan gazetesinde yayınlanan Yeni Kitapçı ilanlarından bir seçki

Gazete koleksiyonlarının altını üstüne getirdim, lakin Yenlap adı hiçbir yerde geçmiyordu. Herhalde ucuz romanlar, adı üstünde ucuz oldukları için, reklam bütçesiyle desteklenecek bir iş olarak görülmemişti. Bir de ortaklık kısa sürmüş olmalıydı. Bu noktada aklıma Yeşil Elmalar’ın daha sonra yapılan baskılarına bakmak geldi. İlk baskıyı bulamamıştım ama Pınar Yayınevi tarafından yapılan 1965 tarihli (ikinci?) baskı elimde vardı, daha doğrusu olmalıydı.

Yeşil Elmalar’ın kapağı, Pınar Yayınevi, 1965

Romanın adına uygun renkte bir kapakla basılan bu nüshanın önsözünde Yeşil Elmalar’a dair bazı ilginç bilgilerle karşılaştım:

“Nâzım Hikmet’in cinayet ve macera dolu, tatlı ve renkli bir üslupla yazılmış bu romanı Akşam gazetesinde 18 Nisan 1936 ve 30 Haziran 1936 tarihleri arasında tefrika edilmiştir. Tefrika sayısı 73’tür. Roman tefrika edilmeğe başlamadan önce, gazetede yayımlanacağı 4 Nisan 1936 tarihinden başlıyarak on dört gün ilan edilmiş, on beşinci gün tefrika başlamıştır.”[4]

Eğer benim gibi takıntılı bir bireyseniz yukarıdaki paragrafta açık bir sorun olduğunu hemen görürsünüz. Şöyle ki, eğer tefrika söylendiği gibi 18 Nisan’da başlayıp 30 Haziran günü bittiyse, yani bu tarihler de dahil olmak üzere her gün bir parça yayınlandıysa, toplam bölüm sayısı 73 değil 74 olmalıdır. Üşenmedim, açıp bizzat baktım efendim: aynen söylediğim gibiydi! Tefrika gazetede 73 değil 74 bölüm halinde yayınlanmıştı.

“Ha 73, ha 74, fark eder mi? Bu neden bu kadar önemli?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Öyle demeyin lütfen. Bu, şu yüzden önemlidir: Bir yazıdaki maddi hatalar o yazı kaleme alınırken ince detaylara ne kadar dikkat edildiğinin göstergesi olabilir. Ha, hata olmaz mı? Olur elbet. Kim bilir şu okuduğunuz yazıda dahi ne hatalar vardır! Hatayı herkes yapar. Ama basit bilgileri dahi doğru veremeyen bir metne karşı bizim de mesafeli durmamız, uyanık olmamız gerekir.

Bu arada tefrikanın gazetedeki görüntüsünü merak ettiyseniz siz de rahatça ulaşabilirsiniz. Çünkü son derece hayırlı bir iş olan İstanbul Üniversitesi’nin “Gazeteden Tarihe Bakış” çalışması çevrimiçi olarak herkese açık. 1936 Akşam koleksiyonu da taranmış gazetelerin arasında.[5]

Romanın 1965 yılında Pınar Yayınevi tarafından yapılan ikinci (?) baskısına Ş.H. rumuzlu şahıs tarafından yazılan önsöz şöyle bitmekteydi:

“Yeşil Elmalar romanı tefrika edildiği yıl, belki de daha sonra İstanbul’da İnkılâp Kitabevi tarafından yayınlanan Yerli romanlar serisinde çıkmıştı. (1) Orta boy, 168 sayfaydı. Bütün araştırmalarımıza rağmen, tarihsiz olarak basılan bu kitaptan bir nüsha bulup tefrika nüshalariyle karşılaştırmak mümkün olmamıştır.”[6]

Bir dakika yahu! Ne anlatıyordu bu önsöz bize? Yeşil Elmalar kapağında açıkça “Yenlap Neşriyatı” yazarken, kitabın İnkılâp Kitabevi tarafından basıldığını mı iddia ediyordu? Bu nasıl mümkün olabilirdi? İyice pirelenmiştim.

Yoksa Yenlap baskısı öncesi (ya da hemen sonrası) bir de İnkılâp baskısı mı söz konusuydu? Ya da, belki de, önsözü kaleme alan Ş.H. rumuzlu şahıs yayınevlerini karıştırmış, Yenlap yerine yanlışlıkla İnkılâp yazmıştı. Yukarıda bahsettiğim 73-74 meselesi de böylesi bir yanılgının gayet mümkün olduğunu düşündürmekteydi. Ayrıca Ş.H. sözünü ettiği kitabı hiç görmediğini de itiraf etmekteydi.

Samimi itiraflarla süslü önsözün altında yer alan dipnota baktım. Türkçesi gayet bozuk bu (1) numaralı dipnot, biraz hayal gücüyle birlikte okunduğunda beni Türkiye Bibliyografyası 1928-1938 adlı eserin 2. cildinin 80. sayfasına yönlendirmekteydi. El mecbur, artık onu da bulmam gerekiyordu.

Referans verilen 1939 basımı bibliyografyanın ikinci cildine sahaf marifetiyle ulaştım. Kapaktaki “hususi neşriyat” ifadesi bu cildin özel yayınevleri tarafından basılan kitapları derlediğini anlatmaktaydı. Birinci cilt devlet basımlarına ayrılmıştı.

1928 harf devrimini takip eden 10 yılda özel sektör tarafından basılan tüm kitapları listeleme iddiasındaydı bu bibliyografya ve elbette ki bir hayli eksikti.

Türkiye Bibliyoğrafyası, cilt 2, Hususi Neşriyat 1928-1938, Türkiye Cümhuriyeti Maarif Vekilliği Basma Yazı ve Resimleri Derleme Müdürlüğü yayını, İstanbul, 1939.

Yukarıdaki görselde görüldüğü üzere, 1939 tarihli derlemenin 79 ve 80. sayfaları İnkılâp Kitabevi’nin edebiyat dalında ve roman-hikâye türünde yayımladığı kitaplara ayrılmıştı. 80. sayfanın ikinci sütununun başında Yeşil Elmalar yer almaktaydı. Yazar adı yerine yine “…”, yani üç nokta konmuştu ki bu çok sayıda başka kitap için de yapılan bir şeydi. Yazar ismi belirtilmeden basılan eserleri bu notasyonla gösteriyorlardı. “(t. s.)” kısaltması ise kitabın tarih konulmadan basıldığını ifade ediyordu. “Kenan B.” ifadesi matbaayı yani Kenan Basımevi’ni belirtmek için konulmuştu. (Ona da baktım, Kenan Basımevi’nin sahibi Yeni Kitapçı Kenan Yusuf Sertel değil, başka bir Kenan’dı.)

Bu gösterimde ilginç olan Yenlap Neşriyatı bir eserin, yani Yeşil Elmalar’ın İnkılâp sayfasında yer almasıydı. Ayrıca, yine Yenlap baskısı olan, Muazzez Tahsin’in Sonsuz Gece’si de buradaydı. Gerçi ondaki bilgiler eldekilerden tamamen farklıydı. Basım tarihi 1938, seri numarası 7 olarak belirtilmişti. Halbuki Yenlap baskısı Sonsuz Gece’yi yukarıda incelemiştik. O baskı 1937 tarihliydi ve seri numarası 10’du. Gidip kendime bir kahve koydum.

Belki de Ş.H. rumuzlu önsöz yazarının günahını almıştım. Şahıs “Yeşil Elmalar’ı İnkılâp bastı” derken karıştırmamıştı. Devletin 1939’da derlediği bibliyografya Yenlap baskısı kitapları İnkılâp markası altında boşu boşuna sıralamazdı. Vardı bildikleri bir şeyler. Belki de o zamanlar Yenlap-İnkılâp ilişkisi herkesçe bilinen, aleni bir durumdu. Ha Yenlap, ha İnkılâp denmişti.

Ya da, yoksa, yoksa Yeşil Elmalar’ın bir de İnkılâp baskısı mı vardı?

İşler yeniden karışmıştı. Bu defa ben de bir tuhaf oldum. Kafamda uçuşan çeşit çeşit sorular nedeniyle artık geceleri uyku tutmuyordu. Arada değerli eşime kendi kendimle konuşurken yakalanıyordum. Araştırmayı biraz daha derinleştirmekten başka çare yoktu ama araştırma derinleştikçe şu garip kardeşiniz de durmadan daha derine batmaktaydı.

Sahafları karıştırırken şans eseri İnkılâp Kitabevi’nin eski tarihli kataloglarına ulaştım. 1936, 1937 ve 1939 tarihli kataloglar mevcutken, 1938’de katalog basılmamıştı. Vardı bu 1938 yılında bir musibet!

1936 kataloğu çok geniş bir derlemeydi ve dönemin tüm yayınevlerinden çıkan bütün kitapların listesini kapsamaktaydı. Unutmayalım ki İnkılâp sadece bir yayıncı değil aynı zamanda ve hatta daha önce kitapçı dükkânıydı. Dolayısıyla rakiplerinin bastığı başlıkları da satıyor, dağıtıyor, hatta yeri geldiğinde böyle kendi kataloğunda listeleyebiliyordu.

88 sayfalık 1936 kataloğunu satır satır inceledim. Yeşil Elmalar’a rastlamadım. 1937 kataloğunda da bulamadım. Zaten iki liste birebir aynıydı. Neticede 1936 ve 1937 kataloglarında Yeşil Elmalar adlı bir roman geçmiyordu. Yalnız tarihler açısından bir açıklamaya ihtiyaç var. İçerikten yola çıkarak söylüyorum, 1937 kataloğu tahminimce yılın başında, hatta 1936 sonunda basılmıştı. Benzer şekilde diğer kataloglar da bir önceki yılının sonunda hazırlanmış gibiydi. Kuvvetle muhtemel Yeşil Elmalar o sırada henüz kitaplaşmış değildi.

Sonra 1939 kataloğuna baktım. Artık sadece İnkılâp’ın bizzat bastığı kitapları içermesine karar verildiği için ya da, belki de, kapıya dayanan dünya savaşı nedeniyle derleme bu kez epey incelmiş, 88 sayfadan 48’e düşmüştü. Kitap türü ve sayısı dramatik bir biçimde azalınca da derlemenin fiyatı 5 kuruş yerine 2 kuruş olmuştu. Kapakta yer alan “25 kuruşluk yerli romanlar serisi” satırı derhal gözümü yakaladı. Aradığım şey bu kapağın altındaydı, hissediyordum.

1939 Kitap Adları, İnkılâp Kitapevi, kapak ve sayfa 11

11. sayfadaki “Ucuz Romanlar Serisi” başlıklı bölümü heceleyerek okudum:

Bundan iki sene evveline kadar en ufak bir roman dahi 50 kuruştan aşağı satılamazdı ve esasen memleketimizde okuyucuların adedi mahdut olduğundan kitap sarfiyatı pek azdı.

Kitapevimiz herkese okuma zevkini tattırıp bu sayıyı arttırmağı düşünmüş ve “25 Kuruşluk Ucuz Romanlar Serisi”ni neşre başlamıştır. Üç renkli gayet nefis kapaklar içerisinde en tanınmış ve en iyi yazıcılarımızın yazıları ve dünyaca tanınmış şaheserleri tercüme ettirip basmış ve bu seriye dahil etmiştir.

Kitapevimiz iki senelik tecrübesinde maksadına ermiştir. Okuyucu adedini arttırmıştır. Fiyatlar ucuz olduğundan bir kâr temin edilmediği halde, bu rağbetten memnundur, devam ediyor ve edecektir.

Hemen fark edileceği gibi İnkılâp Kitabevi ucuz roman serisini tanıtırken Yenlap markasını anmaktan imtina etmekteydi! Yeni Kitapçı ile birlikte başlatılan girişim bitmiş miydi? Ortaklar Yenlap markasını öldürmeye mi karar vermişti? Ne olmuştu? Katalog 1939 tarihli olduğuna göre bu satırlar yazıldığında en erken 1938 sonlarında bir yerlerde olabilirdik.

Merak içinde sayfayı çevirince (çevirmez olaydım) dünya değişiverdi. İnkılâp Kitabevi’nin “25 Kuruşluk Yerli Romanlar Serisi” karşımda durmaktaydı:

1939 Kitap Adları, İnkılâp Kitapevi, sayfa 12-13

Bu sayfayı dönüp daha önce Yenlap için hazırladığım tabloyla karşılaştırdım. Oradaki 12 başlığın sadece 6’sı bu sayfadaki başlıklarla ortaktı. Artık tamamen başka bir listeydi bu.

Listenin 11. sırasında Yeşil Elmalar, yazar yerine konan o mutat soru işaretiyle birlikte yer alıyordu. Hemen ardından yine Vahşi Bir Kız Sevdim gelmekteydi. 10 numarada durması gereken Sonsuz Gece ise, tıpkı devlet bibliyografyasında gösterildiği gibi 7. sıraya, yani geriye gitmiş görünüyordu.

Anlaşılan yine varsayımlara kalmıştı işimiz. Kafamda beliren yeni senaryonun ana hatları şöyleydi:

İnkılâp’ın Yeni Kitapçı ile yaptığı Yenlap ortaklığı kısa sürmüş olmalıydı. 1937’de başlayıp mesela 1938 yılı içinde bir yerlerde (Kenan Yusuf’un İzmir’e kaçmasıyla birlikte?) sonlanmış, herkes kendi yoluna gitmişti. Bununla beraber İnkılâp Kitapevi, yalnızca kendi yayınlarına yer verdiği 1939 kataloğunda daha evvel Yenlap markası altında çıkan kitaplara sahip çıkmaktan geri durmamış, fakat bunların yanına daha önce görmediğimiz bazı yeni başlıkları eklemişti. Sonuç olarak 25 kuruşluk romanlar listesi tamamen başka bir hâle gelmişti. Kenan Yusuf Sertel 1938 itibarıyla kitapçılık işini bırakıp Yeni Kitapçı’yı Nail Çakırhan’a devrettiyse, Yenlap Neşriyatı markası altında topladıkları eserlerin yayın haklarının da İnkılâp’a geçmesi mümkün ve makul bir durumdu.

Elbette ki bütün bu varsayımlar doğrulanmaya muhtaçtı. O dönemle ilgili yazılanları okurken Emin Nedret İşli’nin, elleri dert görmesin, konuya bir kez daha, bu kez Cumhuriyet Kitap ekindeki “Kirli Çıkı” köşesinde döndüğünü fark ettim. “Yeni Kitapçı ve Nail Çakırhan” başlıklı yazıda bir yığın ilginç bilgi buldum:

1937’de Moskova dönüşü İstanbul’a gelen Nail Çakırhan hemen askere alınır. Belli bir zaman sonra sağlık nedenleriyle hava değişimi alan Çakırhan İstanbul’a döner. 1938’de Tan gazetesinde çalışmaya başlar.

Zekeriya Sertel, kardeşi Kenan Yusuf Sertel’in kurup işlettiği Yeni Kitapçı isimli dükkânı 1938 ortalarında Nail Çakırhan’a devreder. Çünkü o yıl tütün konusunda uzman olan kardeşi Kenan Yusuf Sertel, tütün eksperi olarak İzmir’e tayin olmuş ve kitap dünyası ile ilişkisini kesmiştir. (Köse Kenan Yusuf, Ocak 1960’ta İzmir’de yaşama veda etmiştir.)

(…) Halet Çambel ile 1940 sonunda evlenecek Nail Çakırhan ise Tan gazetesinde sekreterlik yapan Murat Sertoğlu’na, Zekeriya Sertel’e 1.000 lira ödemesi şartıyla Yeni Kitapçı’yı devreder.

Nail Çakırhan’ın üç yıllık kitapçılık deneyiminin Nâzım Hikmet’in en önemli yapıtlarından bazılarını basan Yeni Kitapçı ile olması hoş bir tesadüf. Nail Çakırhan’ın üç yıl yönettiği Yeni Kitapçı yoluna kurucuları Zekeriya – Kenan Yusuf Sertel’den sonra, pehlivan tefrikaları yazarak ünlenecek Murat Sertoğlu ile devam edecektir.[7]

Bu alıntı bize şunları söylemekteydi:

a) Kenan Yusuf’a ait görünen Yeni Kitapçı’nın sermayesi aslında perde arkasındaki ağabey Zekeriya Sertel’e aittir.

b) Yeni Kitapçı’nın Nail Çakırhan’a devir işlemi 1938 ortalarında yapılmıştır. (Burada Nâzım Hikmet’in 17 Ocak 1938’de tutuklandığını ve 28 yıl 4 ay’a mahkum olduğunu, 15 Temmuz 1950’deki Menderes affına kadar hapiste kalacağını hatırlamakta fayda var.)

c) Nail Çakırhan üç yıl içinde yaptığı işten kâr edemediğini görmüş, Yeni Kitapçı’yı başkasına devredip sırtındaki bin lira borçtan kurtulmuştur.

d) Yeni sahip Murat Sertoğlu müessesenin mevcut yayın politikasıyla para kazanmayacağına kani olmuş, çözümü kitabevinin çizgisini tamamen değiştirmekte bulmuştur.

Yukarıdaki maddeleri kafamda kurduğum senaryoyla birleştirince şöyle bir sonuca varıyordum: 1938 ortalarında Yeni Kitapçı el değiştirmiş, ortaklık bozulmuş, eski ortak İnkılâp’ın sahibi Garbis Fikri Bey 25 kuruşa satılacak ucuz roman işine ısrarla ve tek başına devam etmişti.

İnkılâp’ın ucuz roman serisinin bir başka halini “Alfons Dode” imzalı Muazzez Tahsin Berkand çevirisi olan Safo’nun arka kapağında buldum.

Safo, Alfons Dode, çeviren: Muazzez Tahsin Berkand, İnkılâp Kitapevi, tarihsiz baskı

Maalesef bu baskı da tarihsizdi ama listenin içeriğinden yola çıkarak bir tahminde bulunmam gerekirse 1939 yılına ait olmalıydı. (Safo’nun İnkılâp’tan çıkan ve bu kez künyede “1940” yazan bir başka baskısı daha vardır, ancak ilk basım sanki o değil de bu gördüğünüz tarihsiz olandır.)

1939 kataloğundaki listeyle Safo’nun arka kapağını karşılaştırdım. Epey benzemekteydiler ama farklılıklar da yok değildi. Bu tabloda yer alıp da daha önce Yenlap ya da Yeni Kitapçı listelerinde bulunmayan başlıklara odaklanmak gerekiyordu. Gelin görün ki benim de pilim tükenmek üzereydi.

Son hamle olarak kendime listedeki en ilginç isimli kitabı seçip onun peşine düştüm.

Seni Satın Aldım, Vâ-Nû (Vâlâ Nurettin), İnkılâb Kitabevi, İstanbul, 1938

Acemi şansı diyelim, ilk atışta tutturmuştum. Çünkü bu canım kitap, tarihli bir baskıydı: 1938. Dahası arka kapağında gayet teferruatlı bir açıklamayla okurlara seslenmekteydi. Gözyaşları içinde okudum, gelin bir de beraber okuyalım:

NOT:

25 kuruşluk İnkilâb Kitabevi Ucuz Romanlar Serisi, Yenlâp Ucuz Roman Serisinin devamıdır. Ucuz roman serisi badema yukarıdaki isim altında neşredilecektir. İnkılâb Kitabevi Ucuz Romanlar Serisi, güzide edebi bir heyetin kontrolu altında neşredilmekte olduğundan en güzel, en kıymetli muharrirlerin romanlarını ihtiva edecektir. Kâğıt buhranına rağmen fiatı 25 kuruş olacaktır. Her yerde, her zaman İnkılâb Kitabevi 25 kuruşluk ucuz romanlar serisini arayınız. Okuma zevkinizi yalnız ve yalnız İnkılâb Kitabevinin ucuz romanları tatmin edebilir. İnkılâb Kitabevinin ucuz romanları her on beş günde bir kitab olarak çıkacaktır. Kütüphanenizi İnkılâb Kitabevinin romanlarile zenginleştiriniz.

İşte ben de onu diyordum ya! Yenlap sonrası vaziyet hakkında tahminlerimde yanılmamıştım. Dört numaradaki Seni Satın Aldım her şeyi açıklamaktaydı. Yeni Kitapçı’nın bastıkları aradan çıkınca boşalan listeye sonradan giren bu manidar isimli kitap, senaryodaki büyük boşlukları doldurmakla kalmamış, baskı tarihi ile de zamanlamayı teyit etmişti: 1937’de başlayıp 1938’de biten kısa ömürlü bir maceraydı Yenlap ortak girişimi.

Bu aşamada artık durmam gerekiyordu. Kim’den sonra “ne zaman” sorusuna da zihnimde iyi kötü bir cevap vermiştim çünkü. Durmalıyım diyordum ama, doğrusu o kadar hafiyelikten geriye ağzımın içinde sası bir tat kalmıştı. Az çok bir şeyler bulmuş, biraz da zihnimde kurmuş, kurduklarımı da üç aşağı beş yukarı tutturmuş gibiydim. Lakin son tahlilde tam manasıyla “mühim bir yeni bilgi”ye ulaşabilmiş değildim. Ya da öyle hissetmiyordum. Aklımdan geçenler, yukarıda yazdığım varsayımlar hep biraz karineyle çıkarsadığım, tam da kanıtlayamadığım “olsa olsa”lardan ibaret geliyordu.

Pes ettiğim halde kös kös bakınmaya devam ettim. Artık alışkanlık olmuştu, eski gazete koleksiyonlarını karıştırmadan duramıyordum. Sağdan soldan bulduğum değişik kaynaklara yöneldim. Yusuf Ziya Ortaç’ın nefis kaleminden çıkma, Babıali günlerini anlattığı “Bizim Yokuş”u bir nefeste okudum. Zekeriya Sertel’in 1965 tarihli, “Hatırladıklarım (1905-1950)” başlıklı hatıratını okudum. Maalesef yazar pek iyi hatırlayamamıştı, kitap maddi yanlışlarla doluydu.

Sonunda tekrar en başa dönüp Metin Celâl’in yazdıklarına bir kez daha baktım. O yazıda M. Melih Güneş imzalı “Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde” adlı bir çalışmadan bahsedilmekteydi. 2021’de Küçükçekmece Belediyesi tarafından basılmış olan bu değerli kitap dünyanın bütün dillerinde yayınlanmış Nâzım Hikmet kitaplarının ilk baskılarını derleme iddiasındaki mühim bir çalışmaydı. Değerli araştırmacı Güney Özkılınç sayesinde son derece nadir bulunan bu eseri görme bahtiyarlığına ulaştım. Sayfaları gerilimli bir şekilde çevire çevire Yeşil Elmalar’a kadar geldim. 144. sayfadaki Yeşil Elmalar kapağını görünce sevinçten çığlık attığımı itiraf ediyorum.

Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde, M. Melih Güneş, Küçükçekmece Belediyesi Yay., 2021, s 144-145

Bu kapak daha önce gördüğüm Yenlap baskısı Yeşil Elmalar kapağına çok benziyordu ama aynısı değildi. Uzun süredir varlığından şüphelendiğim İnkılâp baskısının kapağı işte karşımda durmaktaydı!

Sağ sayfada M. Melih Güneş şöyle yazmıştı:

Yeşil Elmalar / Roman / Dil Türkçe / Yayınevi İnkılâp Neşriyatı / İstanbul, 1935 / 12,5 x 19 cm, 152 sayfa / karton kapak

“Dünyanın en meşhur on iki muharririnin müşterek romanı” üst başlığıyla Nâzım Hikmet adı olmaksızın, 25 Kuruşluk ucuz sayılabilecek kitaplar serisinden yayımlanmıştır.

Roman, “Aşk, ihtiras, macera, korku, heyecan, ruh tahlili romanı” sunuşu ve “Tercüme ve iktibas hakları kanunen mahfuzdur” ibaresiyle yayımlanmıştır. Kitap aynı yıl, Yeni Kitapçı ve İnkılâp Kitabevi’nin adlarından üretilmiş olan Yenlap Neşriyatı’nın on birinci kitabı ve 174 sayfa olarak tekrar yayımlanmıştır. Kitabın sonunda, yayınevinin on ikinci kitabının Esat Mahmut Karakurt’un Vahşi Bir Kız Sevdim romanı olacağının duyurusu vardır.

Min gayri haddin, konunun uzmanı M. Melih Güneş’e korkarım itiraz edecektim, çünkü burada yazılanların bir kısmına katılmam mümkün değildi. Bir kere Yeşil Elmalar’ın ilk basım tarihi nedense 1935 olarak verilmişti. Oysa daha önce tekrar tekrar bahsettiğimiz gibi ana kaynak olan romanın Akşam gazetesindeki tefrikası zaten 1936 yılında yapılmıştı. Dolayısıyla Yeşil Elmalar’ın 1936 öncesi bir baskısı olması ihtimali, hadi mülahazat hanesini açık bırakayım, yok denecek kadar azdı.

İkinci olarak da bana kalırsa M. Melih Güneş’in öngördüğü yayın akışında, eskilerin deyişiyle, takdim tehir olmuştu. Yani baskıların sırası karışmıştı. Yeşil Elmalar onun yazdığı gibi önce İnkılâp’tan, sonra da “tekrar” Yenlap’tan tarafından yayınlanmış değildi, olamazdı. Sıralama tam tersiydi. Kitap önce Yenlap markasıyla basılmış, bilahare İnkılâp etiketiyle çıkmıştı. Nereden mi biliyordum? Yukarıda sıraladığım varsayımlardan, yani kendi yazdığım senaryodan. E bu pek muteber bir kanıt değil, diyorsanız, gelin kapakları inceleyelim. İki ayrı baskının kapaklarını yan yana koyunca durum gayet net anlaşılabiliyor bana kalırsa.

Yeşil Elmalar kapakları. Soldaki Yenlap, sağdaki İnkılâp baskısı.

İyice baktınız mı yukarıdaki kapaklara? Tamam, şimdi beni dinleyin.

Sağdaki kapağın soldakinden türetildiğini düşünüyorum. Açıklaması biraz teknik ama beyin ameliyatı kadar karışık değil. Sağdaki kapağın en altında okunan “İnkılâp Neşriyatı” ibaresi hemen kendini ele veriyor. Bir kere bu ifade dolaşımda olan bir söz değil. Garbis Fikri Bey bastığı kitaplara başlangıçta “İnkılâp Kitabhanesi” klişesini koyduruyor, sonraları bunu “İnkilâp Kitabevi”ne çevirtiyor. Daha sonraları da sadece “İnkılâp” yazıp geçiyor. Ama hiç “İnkılâp Neşriyatı” ifadesini kullanmamış. Zaten burada vaziyet bambaşka. Tamamen pratik sebeplerle bu kez “İNKILÂP NEŞRİYATI” yazmak zorunda kalmışlar. Sebebi de şu: Daha önce yapılmış bir kalıptan (yani soldaki Yenlap kapağının kalıbından) en az çaba ve masrafla yeni bir kapak üretme gayretine girmişler. Usta bir mürettip mevcut (soldaki) kalıptan sadece “YENLAP” yazılı parçayı kesip çıkarmış, yerine “İNKILÂP” klişesini konduruvermiş. “YENLAP”ı keserken de altta kalan izleri örtmek için beyaz bir zemin eklemiş. İkinci satıra, yani “NEŞRİYATI” bölümüne hiç bulaşmamış. “YENLAP NEŞRİYATI” gitmiş, yerine canavar gibi “İNKILÂP NEŞRİYATI” gelivermiş. Zaten “İNKILÂP” yazısıyla “NEŞRİYATI” arasındaki font (eskilerin deyişiyle hurufat) farkı son derece bariz değil mi?

Aslında kapak iki renkli basıldığı için yapılan işlem biraz daha farklı ama çok fazla detaya girmeden anlatırsak mantığı böyle. İki kapak arasında bu söylediğimin dışında, en üstte yer alan başlıktaki “Yeşil” yazan bölüme “tram” eklenmesini saymazsak, başkaca bir fark yok.

Sanırım meramımı anlamışsınızdır. Bu teknik operasyonun muhtemel sebeplerini yol boyu sıraladığım varsayımlarla destekleyeceğim, senaryoyu birbirine bağlayacağım:

Daha önce de gördüğümüz gibi, Kenan Yusuf Sertel 1938’de Yeni Kitapçı’yı devredip sektörden çıkınca Yenlap markalı ucuz roman serisi tamamen Garbis Fikri Bey’in İnkılâp Kitabevi’ne kalmıştı. Bu operasyon çerçevesinde Yenlap kitapları hızla İnkılap kitapları haline gelmeliydi.

Yeşil Elmalar bağlamında bir tahmin yürütürsek, eldeki basılı stok tükenince (veya işin hemen başında, hatta belki de mevcut Yenlap kapakları sökülerek) yeni bir kapak yapılmış, Yenlap markası böylece tamamen tarihe gömülmüş olmalıdır. Dolayısıyla, bana soracak olursanız, kitabı önce Yenlap, sonra İnkılâp basmıştır. Sıralama budur.

Kapakları yeterince inceledikten sonra sayfa sayısı meselesine geçtim. Orada işler iyice karışıktı. İki baskıyı da cismen görmemiş biri olarak benim artık bu konuda da fikir yürütmem yakışık almazdı. Lâkin M. Melih Güneş’in İnkılâp baskısı için 152, Yenlap baskısı için 174 sayfa dediğini akılda tutarak daha önce okuduğum kaynaklara tekrar baktım. Memed Fuat Yenlap baskısı için “kısaltılarak 168 sayfaya sığdırılmıştı” derken, 1939 tarihli Türkiye Bibliyografyası da İnkılâp baskısı için aynı sayfa sayısını vermekteydi: 168. 1965 tarihli Pınar Yayınevi baskısına önsöz yazan Ş.H. de İnkılap baskısı için 168 sayfa demekteydi. (Gerçi o kitabı görmemişti.)

Bu kadarı da olmaz, hadi içine tarih koymamışlar, ama bu kitapta sayfa numarası da mı yok birader, diye söylenerekten tekrar çevrimiçine döndüm. Yazının başlarında sözünü ettiğim (bağlantısı yukarıda) yırtık künye sayfasını gösteren müzayede sitesine gidip bir kez daha baktım. Hoş bir tesadüf eseri orada Yenlap baskısının son sayfa görseli de vardı.

Yeşil Elmalar, Yenlap Neşriyatı, tarihsiz, sayfa 168-169

İlginçtir, Yenlap baskısının sayfa sayısıyla ilgili verilen her iki bilgi de doğru gibiydi. Evet, romanın metni 168. sayfada bitiyordu. Bununla beraber, kitabın kendisi daha uzundu. Sona eklenen reklamlarla birlikte pekâlâ 174 sayfa olabilirdi. Bu durumda, tıpkı M. Melih Güneş’in söylediği gibi, İnkılap baskısının kısaltılıp 152 sayfaya indirilmesi de akla yakın geliyordu. Operasyonun sebebi sansür de olabilir, arada yükselen kâğıt maliyetleri de. Bilemiyoruz. Sayfa sayısı konusunda böyle gayet makul bir izaha ulaşınca huzursuz ruhum nihayet biraz sükun bulmuş gibiydi. Rahatlamıştım.

Evet efendim, geldik kapanış faslına.

Başlangıçta “bu romanı kim, ne zaman bastı?” diye sormuştum ya, bazı varsayımları doğru kabul ederek, artık şu kadarını söyleyebilir durumdaydım:

Nâzım Hikmet’in Yeşil Elmalar romanı 1936’da Akşam gazetesinde tefrika edildikten sonra, 1937 veya 1938’de “Yenlap Neşriyatı”, 1938 yılında da “İnkılâp Neşriyatı” etiketiyle iki ayrı kez tarihsiz olarak basılmıştır.

Onca mesaiden sonra itiraf etmeliyim ki Yenlap basımının tarihinden hâlâ emin değilim. 1935 veya 36 olamaz. Kuvvetle muhtemel 1937 olabilir. Zayıf bir ihtimal 1938 de. İnkılâp baskısının ise 1938 yılı içinde, yani Kenan Yusuf Sertel’in Yeni Kitapçı’yı Nail Çakırhan’a devretmesinden sonra ama o takvim yılı bitmeden yapıldığını hemen hemen kesin olarak söyleyebilirim. Peki neye dayanarak? İnkılâp yeni baskıyı daha sonra, örneğin 1939’da basmış olamaz mı? Olamaz. İnkılap’ın 1939 Kitap Adları derlemesinde geçmesi benim için yeterli kanıttır, çünkü o derleme de 1938 sonlarında hazırlanmış.

Ama belki siz ikna olmamışsınızdır. O zaman gelin, Nâzım Hikmet’in 1938 yılını nasıl geçirdiğini hatırlayalım. 17 Ocak 1938’de tutuklanan şair iki ayrı davadan toplam 28 Yıl 4 Ay’a mahkum olduğunda takvimler 29 Ağustos’u göstermektedir. Askeri Yargıtay aşaması da jet hızıyla, 29 Aralık 1938’de tamamlanır. Nâzım’ın cezası takvimler eskimeden, sene bitmeden kesinleşir.

Gidişatı hisseden şair 18 Ağustos günü “Cumhur Reisi Atatürk’ün Yüksek Katına” diye başlayıp, “Kemalizmden ve senden adalet istiyorum. Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki, suçsuzum.” diye biten bir mektup yazmış, maalesef bu çabası sonuçsuz kalmıştır. (Birtakım tartışmalı iddialara göre Nâzım’ın yazdığı mektubun Atatürk’e verilmesi engellenmiştir. Bu engelleme işinde failin 1927-1938 döneminin değişmez içişleri bakanı Şükrü Kaya olduğu söylenir. Söyleyen de General Ali Fuat Cebesoy’dur.) 1938 Kasım ayında Atatürk vefat eder, ertesi gün yerine milli şef geçer. İkinci Dünya Savaşı kapıya dayanmışken Ankara’da siyasi manzara tamamen değişmiştir.

Yani, bana kalırsa, 1938 yılı bitip 1939 yılı girdiğinde artık Nâzım Hikmet’in yayıncısı olmak, söz konusu Yeşil Elmalar gibi imzasız basılan, “montaj / terkip” görünümlü bir roman dahi olsa, alınacak risk değildir. Zaten İnkılâp da bir daha baskı yapmaz. Hatta Nâzım hemen mapusluğunun başlarında tamamladığı Kuvâyi Milliye başlıklı destanı hapisten çıktığı 1950 yılında parasızlık yüzünden İnkılâp sahibi Garbis Fikri’ye 3.000 TL karşılığı satmış, ancak şair ertesi yıl yurt dışına kaçınca yayınevi –haklı olarak– korkup kitabı basmaktan imtina etmiştir. Burada ilginç bir detay var: İhsan Yılmaz, 29 Ağustos 2022 tarihli Hürriyet’te, yıllarca kasada saklandığı bilinen İnkılap’taki orijinal kopyanın şimdilerde kayıp olduğunu yazdı:

“Garbis Fikri’nin torunu Arman Fikri yıllar sonra bu dosyayı görmek isteyen Haluk Oral’a bir kopyasını incelemek üzere verir. Ne yazık ki şimdi elde kalan tek nüsha Oral’ın elindeki kopyadır. Çünkü yayınevindeki orijinal dosya kaybolmuştur.”

İşte böyle. Nazım 938 senesinde içeri düşünce kitapları Türkiye’de yasaklı hale gelir. Uzun yıllar da mevcutların baskıları yapılamaz, yenileri basılamaz. Ta ki 1960 askeri darbesi olana, 61 anayasası yürürlüğe girene ve, en mühimi, 3 Haziran 1963’te mavi gözlü dev hayata gözlerini yumup şu çürümüş dünyadan ayrılana dek. Yeşil Elmalar’ın da okura tekrar sunulmak için 1965 yılını beklemesi gerekecektir.

Arz ederim efendim.

Başar Başarır


[1] “Düşünceye Saygı”, Mehmet Fuat, Cumhuriyet, 3 Ağustos 1996, sayfa 15.

[2] Bab-ı Ali’de Yayınevleri, Emin Nedret İşli, 42. Kütüphane Haftası Etkinlikleri kapsamında makale, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, 2006. Link.

[3] A’dan Z’ye Sabahattin Ali, Sevengül Sönmez, YKY, sayfa 325-329.

[4] Yeşil Elmalar, Önsöz, Pınar Yayınevi, 1965, sayfa 4.

[5] Link.

[6] Yeşil Elmalar, Önsöz, Pınar Yayınevi, 1965, sayfa 5.

[7] “Yeni Kitapçı ve Nail Çakırhan”, Emin Nedret İşli, Cumhuriyet Kitap, sayı 1324, sayfa 25, 2 Temmuz 2015.