İlhan Durusel

Kuşlar da bizim gibi ölmeye gelmişler dünyaya böyle aceleci ve görgeç. Genç ve yalnızları gibi Bademler Köyü’nün şen şakrak ama aniden marazlı ve fani. Şendullar Opereti. Gençken bir dergide ya da bir gazete ekinde okuduğum Urlalı yazar Necati Cumalı’nın hayvanlarla ilgili bir ankete verdiği yanıtı o günden beri unutamadım. En sevdiği hayvanın çocukken sapanla vurup öldürdüğü serçe olduğunu söylüyordu Necati Bey ve o kuşu, o kuşu öldürmekten doğan suçluluğu ömrü boyunca taşıdığını itiraf ediyordu. Ben de yıllar sonra bir saka kuşu ağıtı yazıp günah çıkarmaya çalıştım. Çocukken okul kapısında satın aldığım ama eve gelirken avcumda sevinçten sıkıp farkında olmadan öldürdüğüm saka kuşundan özür dilemek, mümkün olursa canımdan bir parçayla ona hayatını geri vermeyi istemiştim. Dilim olsun o benim, ben yitireyim konuşmayı, o ötsün benim için. 

Bir zamanlar parkta kuşları beslemeye gelen bir Ali bey vardı. Tek tek adlarını bilirdi parktaki kuşların. Tek tek yaşlarını, analarını, babalarını, cinslerini o kalabalık içinde. Kuşlar kalabalık yapar mı? Kuş kalabalığı. 

Bir gün parktaki yeri boşaldı, çünkü plastik bir sağaltım için damarlarında koyu kıvamlı sıvı akışı vardı. Akardı yıldızlar o semayı seyrederken. Yıldızlar kayardı. Bir yıldızı vardı. Bir yıldız kaydı! Yıldız değil onlar, derdi, göktaşıdır, göktaşı… Ali Kuşçu, o gün göktaşı oldu! Öldü Ali Kuşçu, göktaşı oldu. Atmosferden çıktı söndü. Bizi yörüngelerimize teslim etti salim ve körpe.

Parka gitmek için o gün her zamankinden daha erken çıktık yola. Ali Kuşçu bir savaş geliyor galiba diyordu parka gidelim, parka gitmekten bizi hiçbir şey vazgeçiremez. Park bizim için savaştan kaçmak değildi. Park bizim için yaşamaktı. Park Sitesi olmakta aslında savaş başabaş kaybedilir değil. O savaş kaydedilirdi. Kaybedilirdi savaş göçmen kuşlar gibi kalabalık ve birden bire. Kalabalık denebilir mi böyle kuşları topluca görünce? Kuşlar havada tutuyor ağacın dallarını. O tarafı ağacın kuzey. Orda dallar soğuk. Orası pervasız. 

Şimdi burada böyle büyük bir güzel bir yeşil kışla başlıyorduk yine kuşlar o taraftaydı kediler bu tarafta birileri kazları besliyordu öbürküler kumruları seyrediyordu bir tören gibiydi bu bizim gibi başkaları da gelmişti buraya hem şarkıları dinleyecekler hem güneşi seyredeceklerdi güneş de onları seyrediyordu. Çünkü savaş yaklaşıyordu. Her şeyi hızlı hızlı yapıyorduk. Kalabalığa kalmış gibi kuşların hepsine birer kafes yaptırıyoruz tek tek… Hep beraber büyük havuzun yanına inmişiz, koca fıskiyeli. Öbek öbek gelir gümüş rengi kumrular şimdi bizimle. 

İşte böyle bizim ömrümüz de, kuşları seyredip imrenerek bütün gün ve gecegöklerinde izlerini keşfederek… Katalog çıkarıyoruz hepsine tek tek, gece göklerinde buluyoruz yıldızlarını eşliyoruz onları. Onları böyle seviyoruz işte uzaklaşırken gökte kızıl sarı yapraklar. Ufukta silueti yavaş yanmada gençlik yıllarımızın. Çünkü bir gökbilimci geçenleri değil, geriye kalan günleri hesap edebilendir. Çünkü hayat, gün saymaktır böyle kuşlar geçip gittikçe. Daha anlamlı olabilirdi hayatımız kuşlar bize biraz ilgi gösterse.

Ali K. parkta herkesten daha yaşlıydı. Kendinden genç öteki yaşlılara ”savaş geliyor” diyordu, ”savaş geliyor, aramıza girecek, hepinizin arasını bozacak, dikkat edin. Bu çocuklar var ya bu çocuklar kavga edecekler. Gelin ben size bir masal anlatayım. Şu kuşları görüyor musunuz orada? Şu kuşları? Onların hikayesini anlatayım ben size. Mesela bakın şimdi elimizde ekmek var. (Ekmeği gösterir. Bir parça koparır. Çocuklara gösterir) Bakın her şimdi bu ekmeği kuşlara atıyoruz ya, (kuşlara bakarak) işte bizim de mezarlıklara doğru koşuşumuz böyle, bu savaştan kaçışımız bu kuşların bu ekmeğe üşüşmesini hatırlatıyor bana çünkü biliyoruz ki fırıncı bu ekmeği savaşı düşünmeden yaptı.”

Söze kimden başlasak göç haritası deşifre olmuş hızla yayılıyor kıtaları eritmeye. Güneşten rengi atmış bir rüzgar, dağlarda saklı kalmış bayatlamış yağmur. 

Yine de yürüyerek geçip gidiyorduk her tarafta kar var sanıyorduk her tarafta kan bu böyle sıradan bir sabahtı işte bu böyle sıradan.

Keşif kolu kuşlara taşlar gibi davranıyor. Kaşifin baktığı gök şişmiş patlayacak nerdeyse. Kaşif ne diyor? Yumuşak ağaç ormanlarından geçip sülfürik asit kazanlarının üstüne üstüne uçardık, diyor. Yerkabuğu bir katman, uzanır çekeriz üzerimize çekilirken evrenin şalteri ücra bir yerde.

Karanfilden yayılan tütsü. Tütsünün süzüle süzüle yükselmesi. Şubatta yanan mumların nisanda kir pas içinde can çekişmesi. Ben bunların hesabını tutarken bana her şeyin başladığı yere git dediler, kutuplardaki yıldızlara. Kutuplardaki kalın ışıklara, oraya. Oraya bir mum dik. Mumlar, oyalı mendil ve buhar bırak oraya. Seyyar, seyyare, sitare başka dillerden gelmiş hep bize. Ne güzel. İyi davran onlara. Cennete giden yol onlardan geçiyor ama o yol bize kapalı. Bilmem anladın mı? Yol kapalı. Açmaya çalışma. Nisan uzuyor da uzuyor ve yağmurda yıldızların şarkısını söyleyen kız samanyolunun içinden tozkoparıp geçiyor. Ali Kuşçu’nun aklına geliyor, bunu unutmayayım, ben bir tek rüya bile görmeden ölenim, diyor.

Ekmek parçalarını alan kuşlar geriye çekilip bizi seyrediyorlardı. Biz kuşları seyrediyorduk. Biri yürüyordu ellerini açarak bir hikaye başlatacak gibi biri düşüncelerinde şekil veriyordu her nesneye. Bizim nasıl yaşadığımızı anlatacaktı bize. Bizim bu parka nasıl geldiğimizi. Bizim bu parktan neden gitmek istemediğimizi. Parktan gidersek savaşın başlayacağını. Savaşın belki de başlamış olacağını parktan gideceğimiz anda. 

Şimdi yıldızların şarkılarını dinle uzun gecelerde, geceleri göçen kuşlar geçerken onların fısıldadıkları şarkılarını bekleyen beni düşün. Bu minyatür rasathanede yıldızları seyreden beni seyreden turnalar. Sen de onları düşün. Düşün ki kış çabuk geçsin, dönsünler hemen dünya henüz böyle dönerken. 

İlhan Durusel

“Haftasonu şiir çalışır / Pazartesi romantik” Parçalardan
Flash fiction – Kıvılcım kurgular – ani efsaneler – yıldırım baskılar