“Başkan Babamızın Sonbaharı”nın Gabriel García Márquez’in en zor okunan romanlarından biri olduğunu söyleyebiliriz. Zira geçmiş yıllarda iki okuma girişimim de sonuçsuz kalmış, hikâyenin kıyısında kalarak okumaktan zerrece hazzetmediğimden elimden bırakmıştım. Başarılı olan üçüncü girişimimden sonra romanı kitaplığıma kaldırırken yeniden okuyacağımı biliyordum. Roberto Bolaño’nun “Uzak Yıldız” adlı romanını okumamla aklıma “Başkan Babamızın Sonbaharı” düştü ve Márquez’in romanına bir kez daha el attım.

Aynı coğrafyada (Márquez Kolombiya, Bolaño Şili) yirmi beş yıl arayla doğan iki yazarın Latin Amerika’daki faşizmi konu edinen romanları zihnimde Çaprast Okumalar için mükemmel bir çift oldu. “Başkan Babamızın Sonbaharı” (BBS) 1975 yılında yazılmış, “Uzak Yıldız” (UY) ise 1996’da yayımlanmış.

Márquez’in yalnız edebiyat hayatını değil bütün varoluşunu tek bir cümleyle anlatmak gerekse kendi sözcüklerinden daha iyisi bulunmaz bence: “Yazarın devrimci görevi, iyi yazmaktır.”

Büyülü gerçekçiliğin en önemli temsilcilerinden Gabriel García Márquez yazdığı her romanda farklı üslup denemelerine de girişir. Yüzyıllık Yalnızlık, Kırmızı Pazartesi, Aşk ve Öbür Cinler, Kolera Günlerinde Aşk… Her birinin konusu, karakterleri ve atmosferinin bileşkesinden oluşmuş kendine özgü bir üslubu vardır. “Başkan Babamızın Sonbaharı”nda yazarın anlattığı meselenin, karakterin karmaşası romanın üslubunda vücut bulur. Anlatıcıların birbirine karıştığı uzun cümleler ve tekinsiz anlatım, pürdikkat okunmayı gerektirir. Başkan, çevresindekilerin hayatları üzerinde olduğu kadar düşünceleri üzerinde de yetki sahibidir. Anlatıcıların birbirine karışması da diktatörün kafasının içindeki seslerdir adeta. Bir yandan da Mihail Bahtin’in bakış açısıyla değerlendirirsek “Başkan Babamızın Sonbaharı”nın çoksesli roman özelliklerini taşıdığını söyleyebiliriz.

Deneysel ve şiir biçiminde yazılmış düzyazı bir metin olarak da söz edilen “Başkan Babamızın Sonbaharı” 182 yıl yaşayan bir diktatörü anlatır. Yazar hikâyesini otoriter yönetimlerle süregiden zamansız bir evrene yerleştirir. Bunu da yine biçimsel olarak desteklemek için sanki sonu gelmeyen cümlelerini virgüllerle bağlar. Altı bölümden oluşan romanın her bölümü ölüm sahnesiyle açılır ki bu, diktatörün en korktuğu şeyin ölüm olduğunu işaret eden biçimsel bir göndermedir bana kalırsa. Ölüm korkusu ya da bir suikaste uğrama endişesi; başkanlık yatak odasının kapısındaki üç kol demirinin bizzat diktatör tarafından indirilmesiyle, üç kilidin kilitlenmesiyle ve üç sürgünün sürülmesiyle roman boyunca pekiştirilir.

Diktatörün hayat süresi insanların zamanıyla değil kuyruklu yıldızın geçişiyle ifade edilir. Romanda kehanet, aynı anda birkaç yerde olmak gibi doğaüstü durumlar dikkat çekicidir.

Diktatörü gerçekten gören yoktur ama yarattığı korku iklimi, varlığından aşkındır. Örneğin, paraların her iki yüzünde, pullarda, kaput reklamlarında ve daha pek çok yerde profili vardır.

“(…) o devirde ana babalarımız onun kimliğini biliyorlardı, onlar da ana babalarından duymuşlardı ve biz, çocukluğumuzdan başlayarak, onun egemenliğini sürdürdüğü bu konakta yaşadığına inanmaya alışarak büyümüştük; (…)” (BBS, s.12)

Romanda katliam, dudak uçuklatacak öldürme ve işkence etme biçimleri, vahşet ve şiddetin yanısıra cinsellik, ölüm korkusu, yalnızlık gibi temel insani durumlar da ağırlıkla yer alır. Márquez, diktatörü korkunç acımasızlığının yanında insani zaaflarıyla da anlatmayı başarır ki sanırım böyle bir romanda yapılması en zor işlerden biridir bu. Belki böyle anlatabilmeyi başardığı için okur olarak nefret edilesi diktatörü bir insan olarak da görebiliriz. Sevilme isteği sapkın cinselliğe, yalnızlık ve ölüm korkusu paranoyaya evrilirken abartılı ve gerçeküstü anlatımla karakter sinematogratif bir figüre dönüşür.

Gabriel García Márquez

Roman ilerledikçe diktatörün korkunç edimlerine alışan okur, halkın bütün bunları kabullenmesi konusunda durup düşünecektir. Çocuklara çektirilen rakamlarla halkın gözleri önünde yapılan piyango çekilişinde ikramiyenin her seferinde diktatöre çıkması doğal kabul edilir. Piyango numaralarını çeken çocukların hapse atılmalarıyla ve akıbetleriyle ilgili kötü söylentiler yayılınca olayın üstünü örtmek gerekir. Bulunan çözüm bu çocukların bir gemiye bindirilerek geminin denizin ortasında dinamitle patlatılmasıdır. Bunun gibi çok sayıda ölçüsüz şiddet olayına ve zulme halkın nasıl ve neden tahammül ettiği sorusunu sordurur yazar.

“Başkan Babamızın Sonbaharı” karnaval romanının özelliklerini taşır. Diktatörün normalden çok büyük ayaklarından, biçimsiz ve hastalıklı hayalarından sıklıkla söz edilir. Karnavalesk romanın özelliklerinden olan grotesk beden imgesi dikkat çekicidir:

“(…) hani aralık ayazında fıtığı sızım sızım deniz ezgileri söylüyordu da ameliyatlı hayasını küçük bir el arabasına koymadan yürüyemiyordu…” (BBS, s.48)

Diktatörün iktidara gelişinin onuncu yılı kutlamalarına katılan Fransız generalin yaverinden söz edilen bir bölüm Rabelais’nin Gargantua’sını anımsatacak sahnelerle doludur:

“(…) yaverlerinden birinin, her yudumdan sonra bardağına tepeleme şampanya doldurduğunu yalnız ben ayırt ettim; saatler geçtikçe, gerginliği ve kızarıklığı artıyordu, bin güçlükle tuttuğu geğirtinin basıncı göz hizasına geldiğinde, tere batmış ceketinin bir düğmesini açıyordu, sayıklamaya başlamıştı anacığım, o sırada dansa ara verilmesinden yararlanarak güçlükle ayağa kalktı, tepeden tırnağa çözdü düğmelerini, en sonunda pantolon düğmelerini de açtı, öyle çırılçıplak, aval aval dikilip, elçilerle bakan karılarının hoş kokulu, çıplak gerdanlarına, sümsük, koca hortumunu tutarak işemeye koyuldu, savaş sarhoşu, ekşi sidiğiyle, muslin etekleri, altın brokarla kaplı göğüsleri tavuskuşu tüyünden yelpazeleri suladı, durdu…” (BBS, s.58)

Roberto Bolaño

Roberto Bolaño 1953 yılında doğmuş, çocukluğunu Şili’de, ilkgençliğini Meksika’da geçirmiştir. Yirmili yaşlarında Avrupa’ya gidip Katalonya’ya yerleşmiş, Latin Amerika edebiyatının Boom kuşağından beri en önemli romancısı olarak adından söz ettirmeyi başarmıştır. Yazdığı bir karakterin izini bir başka romanında sürdüğünü biliyoruz. “Uzak Yıldız”ın giriş yazısında, “Amerika’da Nazi Edebiyatı” romanındaki “biraz üstünkörü anlatılan” Ramirez Hoffman adlı karakterin hikâyesini anlatacağını ifade eder.

“Carlos Wieder’i ilk kez 1971’de ya da belki 1972’de Salvador Allende Şili devlet başkanı olduğunda görmüştüm. O zamanlar adı Alberto Ruiz-Tagle idi.” (UY, s.15)

“Uzak Yıldız”ın ilk cümlesinde tarihin belirsiz oluşu ve karakterin iki farklı isimle anılması, müphem bir hikâyenin kapısında olduğumuza dair bir işaret gibidir. Şiir atölyelerine devam eden, yaşları on yedi ile yirmi üç arasındaki gençlerden biri de anlatıcıdır. Roman boyunca hakkında pek bilgi sahibi olmadığımız anlatıcı, kendisine anlatılanları nakleden bir aracı gibidir. Bu yüzden romanın ilk sayfalarında anlatılanların ne kadarının gerçek olabileceği konusu şüphelidir. Kuşkuyu diri tutan anlatıma rağmen hikâye ilerledikçe gerçeklik kazanır. Şiir ve edebiyat tutkusunun biraraya getirdiği bu gençlerin arasındaki Alberto Ruiz-Tagle yaşça diğerlerinden büyük ve gizemli biridir. Anlatıcının arkadaşı Bibiano’nun bir gece Tagle’nin evine gitmesi ve orada hissettiği tekinsizlik romanın yönünü belirler. Bir süre sonra darbe olur ve Pinochet iktidara gelir. Grubun güzel ikizleri Garmendia kardeşler şehir dışındaki evlerine giderler. Bu arada Tagle ortadan kaybolmuştur. Roman ilerledikçe Tagle’nin Carlos Wieder adıyla ortaya çıktığından kuşkulanmaya başlarız.

Anlatıcı kimi zaman kendi yaşadıklarından, düşüncelerinden, çoğunlukla da kendisine anlatılanlardan, duyduklarından yolla çıkarak bizi hikâyenin içine çeker. Anlatılan hikâyeye uygun bir tercihtir bu. Gizemli, müphem, kaygan bir zeminde sisli… Anlatılanların hiçbirinden emin değildir sanki anlatıcı ama yarattığı atmosfer ve yaşananlarla aslında bütün anlattıklarının doğrulandığını hissederiz. Bolaño bunu alçak sesle yapar. Örneğin Garmendia kardeşlerin korkunç biçimde katledilmelerinden sıradan bir olay gibi söz edilse de romanın sonuna kadar bu vahşetin ağırlığını bize duyurur. Kırılma noktası Pinochet’nin askeri darbeyle iktidara gelmesidir, her şey ondan sonra başlar diyebiliriz. Roman, Wieder’in bir görünüp bir kaybolduğu, anlatıcının arkadaşı Bibiano’nun inatla izini sürdüğü bir hikâyedir ama Şili’deki faşizmi her veçhesiyle ve bütün şiddetiyle hissettirir. Eylemleri kısmen karanlıkta kalan, gizemli kişilerin etrafında oluşan söylentilerin gerçekle ilişkisi pek sınırlı olsa da o kişinin ününe ün kattığı tartışılmaz. Wieder’e olan da budur:

“Yıllar ve çelişkili haberler ya da hiç haber alınamaması, bekleneceğin tersine, Wieder’i iyice mitsel figür haline getirir, ona atfedilen düşünceleri güçlendirir. Bazı hayranları onu bulmak, Şili’ye geri dönmese de, hiç olmazsa onunla bir fotoğraf çektirmek maksadıyla dünyaya açılırlar. Hepsi boşa çıkar. Wieder’in izi Güney Afrika’da, Almanya’da, İtalya’da kaybolur… Kimilerinin turistik seyahat diyeceği iki-üç aylık uzun bir hac yolculuğundan sonra onu aramaya giden gençler beş parasız ve perperişan geri dönerler.” (UY, s.112)

Bu arada Wieder, şiirleriyle bazı dergilerde görünür ama “1992’de adı işkence ve kayıplarla ilgili bir soruşturmada parlamaya başlar. İlk kez edebiyat dışı konularda alenen ortaya çıkar. 1993’te, Santiago’da ve Concepcion bölgesinde birçok öğrencinin ölümünden sorumlu olan ‘bağımsız operasyon grubu’ ile ilişkisi kurulur.” (UY, s.113)

“Uzak Yıldız” on yedi yıllık askeri diktatörlük sırasında Şili’de yaşanan sürgün, işkence, baskı ve faili meçhul cinayetleri anlatır. Romana girip çıkan karakterler, hikâyelerine bir göz atacak kadar kısa sürede görünmelerine rağmen unutulmazdırlar. Asıl hikâyenin bir parçası olmayı başarırlar. Örneğin, Lorenzo adlı şair elektrik direğinde iki kolunu kaybetmiştir ve ayaklarıyla resim yapar. Aynı zamanda geydir, müthiş bir direnci vardır. Şair Soto da trajik ölümüyle unutulmaz yan karakterlerden biridir.

“Başkan Babamızın Sonbaharı”nda özne bir diktatörken “Uzak Yıldız”da faşizme hizmet eden bir şairdir. Márquez, diktatör kadar zulmü kabullenen halkı, muktedirin çevresindeki dalkavukları yer yer büyülü gerçekçi, grotesk bir anlatımla anlatır. Bolaño sanat-faşizm ilişkisi üzerinden kurar romanını. Her iki roman da inandırıcılık konusunda başarılıdır. İkisi de zulmü, faşizmi kendine özgü biçimlerde ama aynı etkiyi ortaya çıkaracak şiddette anlatır. Faşizmden en çok zarar gören grupların kadınlar ve çocuklar olduğu iki romanda da vurgulanır.

Her iki romanda da dini referanslar dikkat çekicidir. “Başkan Babamızın Sonbaharı”nda diktatörün gayrimeşru bir çocuk olması, annesinin bir erkekle ilişki kurmadan Meryem gibi gebe kalmasıyla açıklanır. Annesi öldüğünde azize ilan edilir. Böyle olunca diktatörün ilahi bir güç sahibi olduğunu kabul etmekte bir beis yoktur halk için. “Uzak Yıldız”da darbe sonrasında pilot olarak gördüğümüz Carlos Wieder, uçağının arkasından çıkan dumanla gökyüzüne İncil’den parçalar yazar.

Bolaño sanat-faşizm ilişkisi hakkında çok şey söyler romanında. Gerek şiir tartışmalarında gerekse romanın sonlarına doğru Wieder’in açtığı ürkütücü fotoğraf sergisi bize bu konuda düşünme fırsatı verir. Márquez ise diktatörlüğün bir halk tarafından algılanışını, sonsuz güce tapan ve zulme alışan kitleleri görünür kılar.

Márquez ve Bolaño, yarattıkları zalim karakterleri “insan” taraflarıyla birlikte anlatabildikleri için her iki roman da coğrafi sınırları aşıp evrensellik katına çıkmıştır.

Aysun Kara

“Çaprast” Hulki Aktunç’un sözcüğüdür, yazarın hazinesinden seçtiğimiz bu sözcüğü kullanıyor, kendisini saygıyla anıyoruz.

KAYNAKÇA

Gabriel García Márquez, Başkan Babamızın Sonbaharı, Çev: Tomris Uyar, Can Yayınları, 20. Basım, Ekim 2019.

Roberto Bolaño, Uzak Yıldız, Çev: Zerrin Yanıkkaya, Can Yayınları, 1. Basım, Ekim 2017.

Gabriel García Márquez, Anlatmak İçin Yaşamak, Çev: Pınar Savaş, Can Yayınları, 15. Basım, Nisan 2018.

Carlos Fuentes, García Márquez’i İkinci Kez Okurken, Çev: Çiçek Öztek, Notos, sayı 51.

Plinio Apuleyo Mendoza, Yazarın Devrimci Görevi İyi Yazmaktır (Márquez ile söyleşi, 1983), Çev: Oğuz Tecimen, Notos, sayı 51.

Ayfer Tunç & Murat Gülsoy, Diyaloglar, Can Yayınları, 2. Basım, Kasım 2022.

Mihail M. Bahtin, Dostoyevski Poetikasının Sorunları, Çev: Cem Soydemir, Metis Yayınları, 1.Basım, Eylül 2004.