Erdem Yayın Grubu genel yayın yönetmeni, yazar ve akademisyen Melike Günyüz, yayıncılık ve çocuğa yönelik birçok projenin danışmanlığını yürütüyor. Yirmiden fazla çocuk kitabı yazan Günyüz’ün kitapları Türkiye’nin yabancı dile en çok çevrilen çocuk kitapları arasında. Günyüz, hem profesyonel çalışma hayatını hem de STK çalışmalarını okuma kültürünün yaygınlaştırılması, Türk edebiyatının uluslararası alanda tanınması, ülke çapında bütün çocukların iyi kitaplarla buluşması, Türk yayıncılık sektörünün daha etkin lobi çalışmaları içinde yer alması yönünde sürdüren bir isim. Kendisiyle çocukların nitelikli kitaplarla buluşmasının öneminden, çocuk edebiyatının akademide temsiline, okullarda verilen kitap listelerinin işlevinden, çocuk edebiyatı eleştirilerine uzanan geniş bir çerçevede sohbet ettik.

Tuğba Gürbüz

Melike Günyüz

İlköğretim öncesi dönemde çocukları edebi ve estetik değere sahip çocuk kitaplarıyla tanıştırmak ile başlayalım istiyorum söze. Bu tanışıklık çocuğa ne sağlar?

Çocuğun kitapla olan ilişkisi tıpkı oyunla olan ilişkisi gibi onun zihinsel gelişiminin anahtarıdır. Okul öncesi dönem yeni kelimeler ve kavramlar öğrenmek bakımından en önemli dönemdir. Her öğrenilen ve konuşulan kelime çocuğun gelişimine katkı sunar. Kitaplar bu öğrenme sürecinin en önemli malzemeleridir. Yaşanılan ev, ortam, iklim ve coğrafyadan farklı dünyaların keşfi kitaplar aracılığı ile sağlandığından ve dilin imkanları yine kitaplar aracılığı ile keşfedildiğinden bir anlamda çocuğun anlam dünyasına açılan kapı işlevi görür resimli kitaplar. Endüstriyel tasarım ürünü olarak birden çok sanatçının emeği ile ortaya çıktığı için de çocuğun ilk sanat deneyimi de yine kitapla gerçekleşir. Kurgu ile tanışma, kelime ile resim arasında ilişki kurabilme, bir sanat eseri olarak resim üzerinden hikaye anlatabilme, bir tasarım ürünü olarak kitap, yazı, resim, tipografi bağlamında kitabı görsel olarak okuma çocuğun elde ettiği sanatsal deneyimlerdir. Bu sebeple de estetik duyguların gelişmesi ve beslenmesinde kitabın önemini yadsıyamayız. Çocuğun okul öncesi dönemde kitabı temel ihtiyaç maddesi gibi algılamasını sağlayacak ortamlar hazırlamak bu bakımdan önemlidir. Evde imkan varsa geniş bir koleksiyon oluşturmak, düzenli kütüphane ziyaretlerinde bulunmak, düzenli kitabevi ziyaretlerinde bulunmak, çocukla birlikte kitap seçmek bu bakımdan önemlidir. Okuma kültürü sadece okuma alışkanlığına gönderme yapan bir ifade değil, kitabın oluşum, satış, muhafaza edilme gibi bütün süreçleri hakkında bilgi ve fikir sahibi olmayı gerektiren bir ifadedir. Okul öncesi dönemden itibaren okuma kültürünü zenginleştirmek çocuklarda resimli kitaplarla kurduğu ilişki ile başlar.

Çocukların kitaplarla ilk kez karşılaşması yetişkinler aracılığıyla gerçekleşiyor. Ülkemizdeki okuma oranları düşünülürse, ilk kez kitapla okul öncesi dönemde öğretmenin filtresinden geçenlerle karşılaşan büyükçe bir çocuk kitlesinden bahsedebiliriz. Öğretmenin seçici işlevinin mühim önemine karşın Türkçe öğretmeni, sınıf öğretmeni ve okul öncesi öğretmen yetiştiren eğitim kurumlarında Çocuk Edebiyatı kürsüsü olmadığını, Çocuk Edebiyatı dersinin müfredat programında bir dönem (haftada iki ders) yer teşkil ettiğini de biliyoruz. Bunun dezavantajlarından bahsedebilir misiniz?

Çocuk edebiyatında yapılan üretimin akademik düzeyde bir araştırma, tartışma ve ARGE ortamından mahrum olması kuşkusuz alanı doğrudan etkileyen bir durum teşkil ediyor. Aksi de düşünülemez. Bu alanda alternatif fikir ve projelerin üretilmesi pek çok ülkenin yaptığı gibi çocuk edebiyatını bilimsel alana açmakla mümkün olacaktır. Bugün bütün dünyaya eğitim modeliyle öncülük eden Finlandiya’da yapılan eğitim devriminin en önemli yapı taşlarından biri bu alanın akademik altyapıyla desteklenmesi olmuştur. Bu sayede çocukların eğitiminde edebiyatın önemi teslim edilmiş ve gelecek hedefler bu doğrultuda planlanmıştır. Gelecekte çocuk edebiyatının yeni nesillerin zihinsel gelişimlerinde, vizyonlarında etkili bir saha olmasını istiyorsak bir an önce alanın önünü açacak Çocuk Edebiyatı Kürsüsü’nün, bölümü ve dersleriyle bilimsel ortamla buluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Konunun bir başka can sıkıcı noktası ise toplum olarak sanat eğitimine yeteri kadar önem vermeyişimizdir. Sanat sadece kitabın çizimi ile ilgili bir alan değildir. Estetik hayatın her alanını kaplayan bir yaşam biçimini tercih etme durumudur. Estetikten yoksun eğitim programı, estetikten yoksun yaşam alanı, estetik bakış açısından yoksun yaşam biçimlerimizin çocuğun gelişimine ne denli katkı sunabilir ki. Az öncede söylediğim gibi kitaplar çocukların sanatla ilk buluşma alanlarından birisidir. Çocuk edebiyatı öğretimi yarım dönemlik bir dersle öğretmen adaylarımıza farkındalık oluşturabileceğimiz bir alan değildir. Sadece resimli kitaplardaki resim stillerini ve ekollerini incelemek bile bir dönemlik bir derstir. Şiir başlı başına bir incelenmesi gereken bir alan. Çocuk edebiyatında çeviri/çeviri kuramları yine bir dönemlik bir konudur. İlk gençlik alanı dediğimiz konu da yine bir yıl boyunca ders işlenebilir. “Orta ve uzun vadede nasıl bir gelecek tahayyülümüz var?” sorusu üzerinden bile bu alanla ilgili akademik alt yapının oluşturulması gerekliliğini tartışabiliriz.

Öğretmenler ve ebeveynler arasında çocuk edebiyatı metinlerinin eğitici olduğu algısı değişiyor mu?

Çocuk kitapları eğitici olabilir, böyle anlaşılmalarında da bir sorun yoktur. Sorun, eğiticiliğin edebiyatın misyonu gibi algılanmasıdır. Çocuk edebiyatının bebek adımlarını attığı 19. yüzyılın başlarında eğitici olması çocuk edebiyatının varlık sebebi olarak anlaşılıyordu. O dönemdeki okurluk oranı düşünüldüğünde çocuk edebiyatının tarihsel işlevinin bu olmasına şaşırmamalıdır. Ancak bugün çocukların farklı farklı ihtiyaçlarının bilindiği ve çocuk kitaplarına ilham verdiği bir tarih sayfasında duruyoruz. Edebiyatın tek misyonunun eğiticilik olması düşünülemez. Bu yüzden çocuk edebiyatı çoklu işlevleri üzerinden değerlendirilen çok geniş bir alanı kapsıyor. Örneğin eğitsel amaçlı düşünülmüş bir kurgu kitabının bile edebi niteliklerinde mükemmellik aranıyor. Çünkü edebi ve estetik açıdan tatmin etmeyen bir kitabın, çocuk okuruna işlemediğini biliyoruz.

Okullarda öğretmenler tarafından yıllık okuma listeleri verildiğini, gerek yüz yüze gerek çevrimiçi yazar söyleşilerinin giderek arttığını görüyoruz. Bununla beraber bir veli olarak gözlemim kitap listelerinin, okuma saatlerinin, yazar söyleşilerinin çocukların okuma, yazma becerilerini geliştirmek yerine ölçme değerlendirme aracı olarak kullanıldığı yönünde. Bir akademisyen, yazar ve yayıncı olarak bu durumu aşmaya dair önerilerinizi merak ediyorum.

Yetişkinler ne yazık ki kendi okuma deneyimlerini çocuklar için meşru görmeme eğilimindeler. Meşruiyetten kastım şu: Bir yetişkin olarak bir kitabın bizim okuma zevkimize uygun olup olmadığını değerlendirme, beğenmeme hakkını kullanma, eleştirme, yarıda bırakma gibi özgürlük alanlarımızı çocuklara da tanımamız gerekiyor. Bir çocuğun okuma zevkine uygun olmayan kitabı zorla okutmak ve sonrasında da o kitaptan test yapmak ne yazık ki okuma kültürünü geliştiren bir durum değildir. Zira okuma kültürü aynı zamanda eleştirel okuma becerisini de içinde barındıran bir süreçtir. Eleştirel okuma zorunlu okuma saatleri ile değil, çocuklarla birlikte, bir program dahilinde düşünme, sorgulama ve görüşlerini ifade etme basamakları ile geliştirilen bir alandır ve sadece kitabın içeriği ile değil kitabın üretim, tanıtım, satış gibi bütün aşamaları hakkında bilgi sahibi olmayı da kapsar. Bu sebeple okullardaki zorunlu okuma saatlerinin nasıl yönetileceğine dair öğretmenlerimizi de beslememiz gerekmektedir.

Günümüz çocuk edebiyatı eleştirilerinin daha çok yazar biyografisi, kitap künyesi, tema ve dil düzeyinde kaldığını, özellikle resimli çocuk kitaplarının resimlemelerine, bunun sanatsal yönlerine ve okur üzerindeki etkisine pek az değinildiğini görüyoruz. Çocuk edebiyatına eleştirel bakabilen, iyi analizler yazmak konusunda kendisini geliştirmek isteyenlere neler söylemek istersiniz?

Bu iki önceki soruyla çok bağlantılı. Akademik alandan dışlanan çocuk edebiyatı üzerine yapılan çalışmalar bireysel olarak ne kadar gayret sarf edilse de belli bir noktada kalmaktadır. Yine de bu yönde son yıllarda oluşan ihtiyaca duyarlılık gösteren platformlar üzerinden özellikle sosyal medyada önemli bir hareketlilik görünmektedir. Üniversitede bölümler bazında olmasa da çocuk edebiyatı atölyelerinin açıldığını görmekteyiz. Bu aslında önemli bir işarettir. Pek yakında umduğumuz gibi bir uzmanlık dalı olarak akademide çocuk edebiyatı bölümü göreceğimizin habercisi olabilir. Bu alanda kendisini geliştirmek isteyenler için elbette yapılacak birçok şey var. Öncelikle karşılaştırmalı okumalar yapmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Aynı konuda yazılmış eserleri karşılaştırmak, aynı konuda yazılmış yerli ve yabancı yazarların konuya yaklaşımlarını analiz etmek, bir yazarın hayatının farklı dönemlerinde kaleme aldığı eserleri karşılaştırmalı okuyarak yazarlığın gelişimini keşfetmek, farklı dönemlerde aynı konularda yazılmış eserleri okuyarak meselelerin zaman içinde ele alınış biçimlerindeki değişimleri gözlemlemek çok önemli. Ben kişisel olarak modern dönemde çok beğenilen ve çok satılan kitapların ortak özelliğinin aslında bizim kadim kültürümüzde “hikmet” adını verdiğimiz var oluşumumuzun anlamı üzerine yazılmış eserlerle ilişki kurmak olduğunu gözlemliyorum. Bu dünyadaki var oluşumuzu anlamlandırmak üzere yazılmış kadim metinlerdeki bilgelikler bugün çocuk kitabı formu ile yeniden yazıldığında çok beğeni topluyor. Dolayısıyla kadim bilgilerin hikmete dair söylemlerinin izdüşümlerini bugünün modern resimli çocuk kitaplarında keşfetmeye çalışmak da bu alanla ilgili zengin bir bakış açısı kazandıracaktır.