Mustafa Ali Yurdupak’ın ilk kitabı olan “Gündönümü Harekâtı”, 1940’lı yılların çalkantılı dünyasında geçen bir casusluk hikâyesini okurlarıyla buluşturuyor. Edebî kurgusunun dışında Türkiye ve dünyadan yaşanmış izler de sunan “Gündönümü Harekâtı” bir dönemin diplomatik ilişkileriyle ilgili önemli notlar düşüyor.

İnkılâp Kitabevi tarafından yayımlanan romandan tadımlık bir bölüm sunuyoruz…

Mustafa Ali Yurdupak

Soares’in evden fırlamasından bir gün sonra İstanbul’un en lüks otellerinden Park Otel’in kapısından içeri üç Amerikalı girdi. Böyle sahnelere Pearl Harbor’dan beri pek rastlanmıyordu. Park Otel Alman Başkonsolosluğu’nun hemen karşısındaydı ve Mihver yanlılarının oteli diye bilinir olmuştu. Pera Palas ise İngiltere Konsolosluğu’na yakındı ve Müttefiklerin buluşma yeri gibiydi. Tokatlıyan ise tarafsız bölge sayılıyordu. Üç Amerikalıyı buraya çeken aralarındaki Bill Carson olmuştu. Üzerinde yakası vizon kürklü kaşmir paltosu, başında kocaman kovboy şapkası ve ağzından düşmeyen purosuyla New Yorklu bir banker ile Teksaslı bir petrol zenginin tuhaf bir karışımı gibiydi. Aralarında Karaköy-İstiklal Caddesi arasındaki tünelin taşıyıcı kayışları da olmak üzere Türkiye’nin Amerika’dan ithal ettiği birçok ürünün satışını yapan Wakefield Corp. için çalışıyordu. Aslen Nebraskalı idi. Eğitimli sayılmazdı ama kesinlikle şeytan tüyü olan birisiydi. Bu sayede herkesle ahbaplık edebiliyordu.

Yanındakilere “Şu Nazi piçlerine bir görünelim” demişti. Savaş, ülkeden uzakta olmanın verdiği gurbet hissi ve Carson’un şeytan tüyü olmasa kesinlikle bir araya gelecekleri düşünülemeyecek bir üçlü idiler. Carson’ın yanındaki Herbert Hanscom, Princeton’un tarih bölümünden mezundu ve Amerika’nın Doğu Yakası seçkinlerinden sayılan bir aileden geliyordu. Hanscom ailenin servetini büyütmek yerine serüven peşinde koşmaya başlamış ve birkaç yıl sonra kendisini Bebek sırtlarındaki Robert College’de İngilizce öğretmeni olarak bulmuştu. Diğeri ise ağzına içkinin damlasını dahi koymayan Utahlı koyu bir Mormon olan Elijah Layton idi. O da İstanbul’a inançlarının kurucusu Joseph Smith’in öğretilerini yaymaya gelmişti. Üç adamın da ortak özelliği ataları gibi maceraperest ve gözü pek olmalarıydı.

Üç Amerikalı Carson’un kullandığı Packard ile otelin yuvarlak giriş yolunda durup aşağı indiler. Layton bakımsız çiçekliklere baktı. İçinden “Ben olsam burayı cennetten bir köşe yapabilirdim” diye geçirdi. Carson otelin karşısındaki Alman Konsolosluğu binasına ve tepesinde dalgalanan gamalı haçlı bayrağa iğrenerek baktı. Otelin lobisinde Wilhelm Hamburger ile burun buruna geldiler. Hamburger Avusturya’nın nüfuzlu Nazilerinden birisinin oğluydu. Görünüşte İstanbul üzerinden Avusturya firmalarının Kuzey Afrika ve Ortadoğu işlerini yürütüyordu. Aslında aralarında İhvan’ın[1] da olduğu Ortadoğu’daki Alman yanlısı yerel unsurlardan oluşan bir casusluk şebekesini yönetmekteydi. Carson diğerlerine dönüp Hamburger’in de duyabileceği bir sesle:

“Monty, El-Alameyn’de Rommel’in kıçını tekmeleyince bu da burada basur oldu[2]” diye bağırdı. Bunu İngilizce söylemişti ancak Hamburger, Monty ve Rommel kelimelerinden neden bahsedildiğini anlamıştı. Yüzünü ekşitti. “Amerikalılar bela arıyor” diye düşündü ama otel bu saatte genelde tenha oluyordu. Tüm otelin akşama doğru Almanya ve onun müttefik ve sempatizanları ile dolacağı düşünülürse üç kafadarın benzer şekilde laf atmaya devam etmeleri halinde başlarının derde gireceği kesindi. Ancak aradıklarını bulamamışlardı. Hamburger’in de ortadan sıvışmasıyla otelde tanıdıkları ve sataşabilecekleri kimse kalmamış gibiydi. Carson neşeyle,

“Madem buraya kadar geldik, otelin Orient Bar’ında oturalım beyler” diye bağırdı. “Burada bir Türk barmen var. Adı Nahit. Pek az İngilizce biliyor ama Ortadoğu ve Balkanlardaki en iyi kokteylleri hazırladığını söyleyebilirim. Sen de gazoz diyetine devam edersin Layton”

Üçü de güldüler ve otelin masif meşeden yapılma bar tezgahına ilerlediler. Barmen Nahit Noyan bardakları parlatmakla meşguldü. Yüzünden yaşı pek belli olmuyordu. Kemik çerçeveli gözlükleri, kalınca kaşları bıyığı ve burnundaki kocaman bir et beniyle budala bir görüntüsü vardı. Hanscom diğerlerine “Şuna bakın tıpkı Groucho Marx’a[3] benziyor” dedi. Yine güldüler. Carson

“Nahit dostum, arkadaşlarıma senin kokteyllerinden bahsettim. Bana buzlu bir viski ver. Bu beyefendi Robert College’de öğretmen ona bir Mary Pickford hazırla ama kendi tarifinle olanından. Bu da dostum Layton, kendini günahkâr ruhları kurtarmaya adamış bir misyonerdir. Seninle de şimdi tanıştığına göre şu anda da görev başında sayılır. Ona zencefilli gazoz ver.”

Nahit Noyan, Nebraskalının dediklerinden hiçbir şey anlamamış gibiydi ve aval aval bakarak gülümsüyordu ama Mary Pickford, buzlu viski ve zencefilli gazozu anlamıştı. Siparişler servis edildikten sonra Hanscom kokteyl bardağından bir yudum aldı. Dostlarına:

“Vay be gerçekten de harika. Böylesini Stork Club’da[4] bile içemezsin.”

Grupta Nahit Noyan ile konuşabilecek kadar Türkçe bilen sadece Hanscom idi. Barmene:

“Harikulade! Tebrik ederim. Böyle lezzetlisini içmemiştim. Sırrını öğrenebilir miyim?” diye sordu.

Nahit Noyan gururlanmış gibiydi. “Sırrı terkibindedir efendim” diye cevap verdi ve devam etti “Mary Pickford’un esas tarifindeki ananas suyunun haddinden fazla olduğu kanaatindeyim. Haddizatında[5] Maraska vişnesi likörü de harp nedeniyle temin edilemiyor onun yerine bizim İnhisarlar İdaresi’nin[6] kiraz kokteylinden takviye ediyorum. Netice bardağınızdadır”

Hanscom beğeniyle başını salladı ve bardakilere “Kadehlerimizi Nahit şerefine kaldırılalım” dedi. Şamatacı ekip Nahit Noyan şerefine kadeh kaldırırken otelin başgarsonu Orhan Şengül bardan içeri girmiş ve barmene sert bir bakış fırlatmıştı. Carson, Şengül’ün aksi tavırlarını fark edince Hanscom’a dönüp: “Dostum, Nahit’e sor bakalım şu lapacı başgarson hala canını sıkıyor muymuş adamımızın” diye homurdandı.

Hanscom soruyu barmene soruyu Türkçe olarak sordu. Nahit müşterilerince kollanmaktan duyduğu memnuniyet ile Carson’a minnetle baktı:

“Bay Carson beni mahcup ediyor. Vakıa, Orhan Bey ile aramızda bir anlaşmazlık var ama bir münakaşamız da olmamıştır. Bendeniz Park Otel’de çalışmaya başlamazdan evvel bir müddet Novotni Lokantasında ve Nisuaz’da çalıştım. Orhan Bey barmenlik kabiliyetlerimin buralarda icap ettiği mikyasta[7] inkişaf edememiş olduğundan hep şüphelenmiştir.”

Hanscom “Sen İstanbul’un en iyi barmenisin dostum” dedi. Diğerlerine konuştuklarını İngilizce olarak aktardı ve onlar da onayladılar. Az sonra Nahit Noyan’ı unutmuş kendi aralarında sohbete dalmışlardı. Carson biraz da viskinin etkisiyle OSS’in[8] Ege Denizi’nde Yunan direnişçilere sağladığı yardımları yüksek sesle anlatmaya başlamıştı. Layton aralarındaki tek ayık kişi olarak Carson’a Park Otel’de olduklarını unutmamaları gerektiğini hatırlattı ve sessiz olmasını söyledi. Nahit Noyan yine bardakları parlatmaya dönmüştü. Onlarla ilgilenmiyor gibiydi. Layton haklıydı ama yine de ayık birisi tarafından uyarılmak Carson’un hoşuna gitmemişti. Barda kimsecikler yoktu. Sadece köşedeki bir masada şişman bir adam maden suyu içerek dalgın gözlerle yerdeki halının motiflerine bakıyordu.

“Burada Bill Carson’un ağzından laf alacak bir adam göremiyorum Layton.” Diye bağırdı. Kendisinden üçüncü şahısla bahsetmekten hoşlanıyordu. Ve devam etti: “Barmen Nahit kokteyl ve içki isimlerinden başka tek kelime İngilizce bilmiyor. Şu adamdan da zarar gelmez.”

Hepsi Carson’un işaret ettiği yöne baktı. Hanscom’un yüzü aydınlandı. Bu adam birkaç gün önce Amcbey’in satranç oynarken Küllük’e geleceği saat hakkında tahminde bulunduğu kişiydi. “Haklısın Carson. Bu adam ajan değil. Türklerin meşhur şairi Yahya Kemal Beyatlı! Kendisi bu otelde yaşıyor.”

Carson Layton’a döndü. “Gördün mü dostum? Zavallı bir barmen ve Türklerin Walt Whitman’ı[9] OSS operasyonları çökertemez ya!” dedi.

Şamatacılar biraz daha barda oyalandılar ve akşam yemeğini de otelin Art Deco stilinde döşenmiş görkemli salonunda boğaz manzarasını izleyerek yemeye karar verdiler. Nahit Noyan’a yüklüce bir bahşiş bıraktılar ve yine gürültülü bir şekilde bardan ayrıldılar. Nahit Noyan onları uğurladıktan sonra saatine baktı. Bu akşam erken çıkacaktı. Barın arkasındaki vestiyerden eski püskü paltosunu ve Panama şapkasını aldı. Tam çıkacakken başgarson ile yeniden karşılaştı. Orhan Şengül barmene, “Yine müşterilere yaltaklanıyordun! Görmedim sanma. Burası İstanbul’un en afif muhitinin tercih ettiği bir otel. Orient Bar’ı Tatavla meyhanelerine çevirdin. Herkese yılışıyorsun. Bir daha ikaz etmeyeceğim. Buranın müşterisi laubalilikten hoşlanmaz. Tam ciddiyetle muamele etmezsen attırırım seni buradan” diye bağırdı.


[1] İhvan: Müslüman Kardeşler Örgütü.

[2] Carson burada 4 Kasım 1942’de kesin müttefik zaferiyle neticelenen, 2. El Alameyn Muharebesinden bahsediyor. “Monty” Muharabede Müttefik Ordusu komutanı Bernard Montgomery’nin lakabıdır. Rommel ise Kuzey Afrika’daki Alman Ordularının Komutanıdır ve “Çöl Tilkisi” lakabıyla bilinir.

[3] 1930’larda ünlü olan Amerikalı Komedyen. Filmleri ülkemizde de oynamıştır. Türkiye’de “Arşak Palabıyıkyan” diye bilinmektedir.

[4] Stork Club (1929-1965) New York’ta iş ve sanat dünyasından ünlülerin rağbet gösterdiği ünlü gece kulübü.

[5] Haddizatında: Aslında.

[6] İnhisarlar İdaresi: 1860’larda tütün inhisarı idaresi olarak kurulan açık adı ” İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı İdaresi ” olan kurum. Tekel’in eski ismi.

[7] Mikyas: Ölçü.

[8] OSS: Office of Strategic Services 1942 yılında ABD başkanı Roosevelt’in emri ile kurulan istihbarat teşkilatı savaş sonrasında CIA olarak örgütlenecektir.

[9] Walt Whitman: Klasik Dönem Amerikan Şairi (1819-1892).