Ölüm perilerinden sesler duyuyorsak gerçeğin dışında, olağanüstünün içindeyizdir ve bu durum, genellikle hayra yorulacak imgeler uyandırmayacaktır zihnimizde. Uğursuzluklar, benlik yitimi, kayıplar ve ölümler… Diğer yandan belirsizliklerin habercisi peri, beliriveren güzelliklerin ve şaşırtıcı hayatlara açılan kapıların simgesidir.

İrlandalı usta senarist ve yönetmen Martin McDonagh’ın son filmine verdiği ada bakarak olağan bir hayattan söz etmeyeceğini anlayabiliriz. İrlanda anakarasına çok yakın bir adada, ıssızlığın ortasında bir köy ve tekdüze hayatların içindeki insanlar. McDonagh anlatmak istediği her şeyin daha baştan bir “mekân” aracılığıyla yaratılabileceği düşüncesinde. Dünyadan kopuk, evlerin arasındaki mesafeyle insanlar arasında da mesafenin de oluştuğu, modernliğin izinin çok geriden takip edildiği, İngiliz tahakkümünün ardından iç savaşın sesinin ara ara hemen karşıdaki anakarada atılan top sesleriyle hissettirildiği bir küçük köy. Meraka konu olacak haber bulmak bile şaşırtıcıdır, köyün tek marketindeki orta yaşlı kadın, gelen herkese “bana haber getirmiyorsun” diye kızar. Mevsim de perilere ve dramatik olaylara meyil oluşturacak olan kıştır, Baudeleaire’in “hüzün mevsimi” diye tarif ettiği mevsim.
KOPUŞLAR
Yaşlı Colm, neden bir beliriverme haliyle uzaklaşmak ister genç arkadaşı Pádraic’ten? İzleyici ve Pádraic bu kopuş sürecine birlikte tanıklık ediyor, bu nedenle beliriverme diyorum zira biz bir kopmaya giden o süreci bilmiyoruz. Film arkadaşlığı bitirmeyi kararlılıkla içselleştirmiş Colm’un Pádraic’i şaşırtan, inanmakta zorlandığı bir eylemiyle başlıyor. Pádraic’teki travmatik davranışları tetikleyen, ısrarına yol açan önemli bir düğüm burası. Aslında bu ayrılık hikâyesini, önceden ters giden bir şeyleri hiç hissetmeyen sevgiliye, diğerinin hiçbir açıklama yapmadan “bitti” demesine benzetebiliriz. Demek ki bu beliriverme Colm için değil Pádraic için geçerli. Şaşırtıcı olan ise, Colm’un zihin serüvenini daha önce hiç paylaşmadan bugüne taşıması ve gelinen noktayı çok ayrıntıya girmeden kısacık ifade etmesi: Bitti. Pádraic “sıkıcı”dır, hep aynı; derinliği olmayan şeylerden söz etmektedir oysa Colm öldüğünde arkasında “müzik gibi evrensel ve kalıcı” şeyler bırakmış olmayı istemektedir!
Böyle midir gerçekten? Colm bir heveskâr olmanın ötesine geçecek durumda değildir, köy ve kasabalarda göreceğimiz kumpanya müzisyeni olabilecektir ancak. Buna rağmen Colm bu kopuşu ister çünkü taşranın tekdüze akışında yok olacağını düşünmüştür. Pádraic, Colm için hareket etmeden çürümeyi beklemenin simgesidir, bu nedenle Colm’un uzaklaşma isteğini, yeni bir hayata başlamak düşüncesinden çok çürümeye karşı refleks olarak görebiliriz. Esas olan uzaklaşmadır, sonrasında ne olunacağı değil. Colm bunu düşünmek, kendisiyle kalmak derdindedir. Siobhan Colm’a kendisine parmaklarını feda etmek gibi sert ve anlamsız gelen bir eylemin amacını sorduğunda Colm “sadece sessizlik” diyecektir. Colm’un Pádraic’i kendisinin sonraki gelişimine engel olarak gördüğünü düşünmek bu nedenle yüzeysel okuma olabilir. Colm yerleşik hayatı yıkmaya girişmiştir ama yenisini kuracak var oluşun içinde de değildir. Parmaklarını koparmak gibi olağandışı tepkiyi de bu çaresizliğin dışavurumu olarak okuyabiliriz. Nitekim onca olup bitene rağmen adada kalır, kuşatılmışlığı kıramaz. Oysa Pádraic’in kızkardeşi Siobhan kendini gerçekleştirmenin çıkış yolunu bulur ve adadan ayrılır.
Martin McDonagh dar ve daraltıcı bir ortamı, çok iyi düşünülmüş bir senaryo aracılığıyla insana dair evrensel ve kaçınılmaz sorunları göstermeye dönüştürüyor. Banshees of Inisherin bu bağlamda bir çatışma filmi ama McDonagh filmin ana karakterlerinin hiçbirini iyi-kötü, cahil-bilinçli gibi düalist kalıplarla çatışmaya sokmuyor. Toplumsal bir var oluşun yarattığı ama çok zaman mahremlik duygusuyla bastırıldığı için herkeste her zaman göremeyebileceğimiz bir travmatik yarayı Pádraic üzerinden sergiliyor fakat Pádraic’i bile yargıla(t)ma yolunu kapatıyor. Kalıp bir kötücüllükle malul değil zira Pádraic; çaresizlik içinde acziyetinin sonuçlarını yaşıyor. Kendine geldiği anlarda Colm’u anlamaya çalışıyor ancak arkası kesilmeyen içsel patlamalarla kendisini Colm’un yanında buluyor. McDonagh, Pádraic’i göstererek ontolojik bir çıkışsızlığı işaret ediyor: Issız, insansız bir ortamda her gün aynı hayatı yaşayan birisi, dünya ile kurduğu neredeyse tek bağın kopması durumunda düşünme, anlama ve anlamlandırma yetisini kaybedip bu kopuşa katlanamayabilir. Pádraic için Colm hiçliğin içindeki tek anlam gibi duruyor, o anlam da yok olduğunda Pádraic için hayat yaşam kaygısına dönüyor. Inisherin ölüm perisi bir anlamda ölümden çok ölüm gibi gelen ve mahremimizin derininde hapsolan acıklı hallerin habercisi gibi. Burada Tim Parks’ın sanatın çoklukla “mahrem olan ve saklı tutulması gereken şeyi açıkça ifade arzusuna dayandığı” sözü tamamlayıcı olabilir. Colm ise bunları gören ve yola çıkan, gitmek isteyen ama gideceği yeri hayal edemeyen birisi.
EV: VARLIĞIN TEMSİLİYETİ
McDonagh sersemletici ölçüde güzel bir doğa yanında Pádraic-Colm ayrışmasının arka planını sergileyecek iç mekân olgusunu da ayrıntılıca düşünmüş: ev. Böylece terk etmenin/edilmenin nedenlerini düşünmek çabasının bütün köşebentleri döşenmiş oluyor. Film, iki eski arkadaş Colm ile Pádraic’in kopmasının zihinsel nedenlerini anlatırken ev olgusu gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir arka plan sunuyor izleyiciye. Gaston Bachelard ev için “ayrıcalıklı bir varlıktır” der çünkü “ev bize hem dağınık hayaller hem de bir hayaller bütünü sunar.” Filmde iki ev var: Pádraic’ın ve Colm’un evleri. Rastlantı gibi görülemeyecek farklarla iki ev. Pádraic’in oturduğu ve yakın çekimle gördüğümüz bir boşluk –salon denebilir– ve bir de iki kardeşin yattığı daracık yatak odası. Bu evde göze çarpacak hiçbir ayrıntı olmamasının yanı sıra iç huzuru verecek bir ışıltı da bulamıyoruz. Canlı bir varlık için düzenlenmiş korunak, ev. Eşya kendini göstermeyecek ölçüde geride, silik. Doymak, uyumak gibi temel gereksinimler dışında insan olarak duyumsayacağımız tek güzel şey, kız kardeş Siobhan ve onun elinde gördüğümüz kitaplar. Pádraic’in evle bağı sıraladığımız özellikler çerçevesiyle sınırlı. Öyle ki filmin başında Colm’dan ilk haberi alır almaz bir sığınmacı gibi eve geldiğinde kız kardeşi çok şaşırır ve ona “gündüz gözüyle” evde ne yaptığını sorar çünkü olağan gidişte Pádraic gündüz ineklerini yayarak, midilli atıyla oynayarak ya da köyün tek pub’ında bira içerek zaman geçirir. Oysa ev insanın dış dünya dışında kendisiyle ilişki kurduğu, varlığını oluştururken masallar, müzikler dinlediği, mahrem dostluklar ve hikâyelerle dolu bir yerdir. Ev doğadaki var oluş düşünüldüğünde insan türüne özgüdür ama Pádraic evde midilli atıyla yaşamaktadır. Yemek yerken, otururken hatta yatağındayken midillisi hep yanındadır, kız kardeş adadan ayrıldıktan sonra ise inekler ve diğer atı da içeridedir artık. Salt Pádraic’in hayvan sevgisiyle açıklanamayacağımız bir bağ, bir olgu bu. Pádraic’in iç dünyasının kapalılığına, durup kendisini düşünmekten uzaklığına dair ciddi bir işaret. Yalnız kalmanın, içine dönmenin küçük bir belirtisini bulamayız Pádraic’te. Yönetmen Pádraic’in tümüyle dışarıya bağımlı olduğunu gösterirken o sınırlı bağın kopması durumunda olacakların arka planını da hazırlıyor. Sahibine bağlanan hayvan nasıl ondan kopamazsa Pádraic de aynı durumdadır. Bağlandığı şeylerden vazgeçecek, yeni bir hayat arayabilecek bir var oluştan çok uzaktır.
Colm’un ev ile ilişkisi ise oldukça farklıdır. Colm’u evde müzik dinlerken, keman çalıp beste yapmaya çalışırken ya da kendisiyle baş başa düşünürken görürüz. Ev daha bir ferahlık görüntüsü içindedir. Işıklandırma, maske, gramofon ve birtakım süs eşyası ve bir köpek. Colm’un evinin bu hali, daha önce nasıl yürüdüğünü bilmediğimiz bu arkadaşlık ilişkisinin sanki daha baştan eşitliksiz sürdüğünü ima ediyor. Evlerin dış görüntüleri de iki arkadaşın zihin ve ruh farkını anlatır. Pádraic’in daha bakımsız ve sönük evine karşılık Colm’un denizin hem kıyısındaki iki katlı taş evi çok alımlıdır. Şimdi artık sorular sorup yanıtlarını bulmaya çalışabiliriz: Kesilen bir parmağın boğazını tıkamasıyla ölen midillinin öcü ve hıncına karşılık Pádraic neden Colm’a ceza olarak onun evini yakar? Ev Colm’un kendisiyle kaldığı, varlığı üzerine düşündüğü için bu kopuşun zeminini hazırlayan kök olabilir mi?
Banshees of Inisherin’deki Pádraic ile hayvan bağına dair hermeneutik bir bakışla son bir şey söylemek isterim: Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt’ündeki ruhun dönüşümüyle ilgili örnek olarak seçilen bir hikâyeyi anıştırıyor bu bağ. Nietzsche’ye göre deve, ona ne yapılacağı söylenen ve onun da bu isteği koşulsuz yerine getirdiği bir hayvandır ama koşullar zorladıkça ve zorlaştıkça o deve değişir ve aslana dönüşür. Aslan ise uyumun değil güç ve saldırganlığın simgesidir. Hayvanları çok seven ve onlarla son derece uysal görünen Pádraic, Colm’un onu artık reddetmesi karşısında uysallığını aslanlığa dönüştürmüş gibidir. Oysa Calm ile yan yana geldiği ve ilişkinin devam etmesini talep ettiği sahnelerde de o uysallığı sergiler Pádraic.
YOLA ÇIKMAK
Durmanın karşısına hareket etmeyi ve arayışı koyarsak Colm filmde Siobhan ile birlikte arayışın öznesidir. Colm yine de bu arayışta Siobhan ile karşılaştırıldığında eksiktir. Eksik olması onu değersiz yapmıyor çünkü o varlığını anlamlı hale getirmenin arayışı içinde yola çıkmış birisi. İnsanın varlık olarak kendisini geliştirme çabası yeryüzünde onun için en önemli iştir. Colm buna uyanmıştır. Bir beliriverme ile başlar film. Ancak bu beliriverme, yansıtmayla Pádraic ve izleyiciyi çarpan bir sahnedir. Colm’da bu belirivermenin düşünsel ve maddi öncüllerini görmediğimiz için böyledir. Pádraic çok şaşırır buna, hiç beklemediği bir çıkıştır ama şaşırmak Aristoteles’in ifadesiyle “cahilliğinin bilincinde olmaktır.” Filmi olağan hikâye olmaktan çıkaran, Colm’un varlık sorumluluğunu entelektüel mesele haline getirmesidir. Oysa varlık (dasein) somuttur ve öznenin kendi varlığını entelektüel varlık haliyle ifade etme çabasına girmişken somut varlığını yok edecek parmak kesmeler, bir yok etme eylemi olarak şaşırtıcı.
Filmle ilgili en ilginç nokta şurası: İnsanın, varlığı ile varlığının gideceği mesafe arasını bilinçle doldurma çabası Colm’da görüldüğü üzere yanıltıcıdır; varlık, esas olarak bir bilgiyle ölçülecek, tanımlanacak, kısaca, indirgenecek bir öz değildir. Varlık, kız kardeş Siobhan’da görüldüğü üzere “oradadır” yani “oralıdır” ve oralı varlık olmayı akışkan bir oluş içinde normalleştirir ve kendisini var ederek yaşar.
Ahmet Bülent Erişti
Bu yazı, filmi daha kuşatıcı biçimde düşünmeyi sağlıyor. Teşekkür ederiz, yazarına ve yayıncısına.
Elinize sağlık, filmi daha katmanlı düşünmemi sağladı yazınız.