Editörlüğünü Tarhan Gürhan’ın üstlendiği, h2okitap tarafından yayımlanan Karanlığın Taneleri, Meksikalı yönetmen Alejandro González Iñárritu’nun ilk uzun metrajlı filmi olan Amores Perros’u (Paramçarça Aşklar ve Köpekler, 2000) mercek altına almayı amaçlamış. Şair, yazar, akademisyen, yapımcı, senarist, yönetmen, felsefeci, gazeteci ve çevirmenlerden oluşan on yedi kalemin yazısını içeren kitap, bakış açılarından doğan farklılıkların sanata ve edebiyata nasıl da zenginlik kattığının kanıtı gibi. Başka pencerelerden bakmak, başka dünyalara ve yaşamlara ayna tutar, bazen hiç bilmediğimiz, görmediğimiz, uzaktaki bambaşka bir coğrafya ile duygudaşlık kurabiliriz bu sayede.

Meksika coğrafyasından bize seslenen Amores Perros’a bu açıdan yaklaştığımızda, filmin üç ana hikâye ekseninde geliştiğini ama sayısız küçük hikâyeden ve an parçalarından oluştuğunu görürüz. Tesadüfler, ihtimaller ve karakterlerin yaptığı seçimler filmin atmosferinde önemli yer tutar. Örneğin, ilk sahnede Octavio, sarı bir okul otobüsüne çarpmaktan son anda fren yaparak kurtulur. Aslında bir kazanın yaşanacağı bilgisi o sahnede seyirciye sezdirilir. Bir sonrakinde, yani trafik ışıklarında karakterler o kadar şanslı olmayacaktır. Filmde “kıl payı” diyebileceğimiz başka ayrıntılar da göze çarpar: Cofi, açılan kapıdan dışarıya kaçmasaydı… Valeria, gitmek zorunda olduğunu söyleyerek o gün evden ayrılmasaydı… O çarpışma ânı olmaksızın herkes, birbirinin yanından teğet geçip gidecekti. Ama filmde çatışma unsuruna ihtiyaç vardı. O da kaza ânıydı.
Filmdeki üç hayat (Octavio-Susana / Valeria-Daniel / El Chivo-Maru) bir trafik kazasıyla kesiştikten sonra karakterleri derinlemesine tanımak için onların yaşamından içeriye bakmaya başlarız. Filmin hızlı bir akışı vardır ve bu nedenle tekrar tekrar izlemeyi gerektirir. Her seferinde bir başka ayrıntıyı, yapbozun başka bir parçasını görmeye ihtiyaç duyarız. İlmekler atılmış ama boşluklar sonraki bölümlerde tamamlanmıştır. Olaylar, ilişkiler ve kişiler arasındaki ilintiyi de ancak o ipuçları sayesinde tamamlayabiliriz. Tıpkı öyküde olduğu gibi bu filmin de parçalı bir anlatı yapısı var. Adından da anlaşılacağı üzere “paramparça” edilmiştir her şey. Önce dağılmış sonra toplanmış hissi uyandırır. Sadece gösterilenler, anlatılanlar değil gösterilmeyen ve anlatılmayanlar da hikâyeye dâhildir çünkü. Aynı zamanda rahatsız edici bir filmdir. Ele aldığı meseleleri, hikâyesinin işlenişiyle, anlatı tarzı ve ışığıyla karanlık bir filmdir Amores Perros. Yönetmenin (Iñárritu) ve senaristin (Guillermo Arriaga) dert edindiği meseleleri vardır ki onlar en iyi gözlemlerini kendi yaşam alanlarından yapmışlardır. Mexico City’nin bildik hayatları onların kurgu kişilerine zengin olanaklar sunar. Suç, şiddet ve aşk filmin bel kemiğini oluşturur. Hayvanlara yapılan zulmün, insan evladının kötücüllüğünün sınırları yoktur. Kandan ve vahşetten beslenen ruhlar vardır yalnız.
İki arada bir derede geçen hayatlar söz konusu edilmiştir. Hikâye öyle tanıdık gelir ki hangi kent, ülke ya da coğrafya olduğu fark etmez bazen. Dünya üzerinde aynı evler, aynı sokaklar, aynı yüzler karşılar bizi. Yerel motiflerden beslense, yerelden yola çıkılmış olsa da filmin evrensel değerlere ulaşan, özdeşlik kurmayı sağlayan bir hikâyesi olduğunu görürüz. Karakterlerin çoğu genç insanlardır, hayatın başındadırlar ama hayatın en başında kaybetmişlerdir. Yaşamak ya da içinde bulundukları sefaletten kaçıp gitmek için paraya ihtiyaç duyarlar. Örneğin Ramiro, küçük çapta başladığı hırsızlıkta işi büyütmek ister ve banka soygunundan sonra çekip gitmekten söz eder. Kardeşi Octavio ise Sussana’ya birlikte kaçmayı teklif eder. Suçtan, yer altından, şiddetten beslenen bir toplumun profilini çizerler bize. Aşk, beraberlik, sadakat(sizlik), sevgi, takıntılar, zaaflar, hayaller, tutku, dostluk, kardeşlik, kaybediş, terk ediş, ihanet, aidiyet hissi, para, hırs… Dünyanın neresinde olursa olursun, insana dair unsurlardır. Karakterler tamamen iyi ya da kötü olarak konumlandırılmamıştır. Gerçek hayattaki gibi, herkes gibi herkes kadardırlar işte. Kendi içlerinde zıtlıklar barındırırlar. O kötülükleri yapabilmek için her birinin kendince nedenleri vardır. İyilik ve kötülük arasındaki şafak sökümü de o niyetlerde yatar. Örneğin Octavio her konuda abisiyle rekabet halindedir. Onu yenmeye, ona üstün gelmeye çalışır. Bebeğin bez ve ilaç gibi ihtiyaçlarını karşılamak, abisinin eşi Susanna ile kaçabilmek için gereken parayı da köpeğini dövüştürerek kazanır. Onların dünyasında yaşamak için bu paranın nereden geldiğinin, etik değerlerin hiçbir önemi yoktur. Hayatta kalmaya çalışırlar sadece.
Filmde suç ve şiddet kadar “aşkın marazi tarafı” üzerinde de durulmuştur. Her üç hikâyede, aşk üçgeni ve kalp kırıklıkları söz konusudur.
İlk bölümde Octavio, Susana’ya takıntılı şekilde aşıktır. Bu takıntılı hal, “Bir insan aşk için neleri göze alır?” sorusunu akla getirir: Kardeşine ihanet edebilir, suç işleyebilir, kötülük yapabilir, köpeğini dövüştürmeyi göze alır. İnsan evladı aşkı için cinayet bile işleyebilir hatta sevdiğini de öldürebilir. Sait Faik’in “Öyle Bir Hikâye” adlı öyküsünde, yan karakter dostunu öldürdükten sonra ana karakterin paltosunun cebinde saklanırken, “Neden öldürdün Hidayet?” sorusuna karşılık, “Seviyordum be abi” diye savunur kendini. Gerçek hayatta mahkeme kapılarında neredeyse hafifletici neden sayılır bu mazeret! Filmde ise aşkın gözü kördür, yanında gençlik ve çılgınlık vardır ya… O duygu yoğunluğu mantığı devre dışı bırakarak gerçeklerin perdelemesine neden olur. Körlük de kötülük de bundandır biraz.
İkinci bölümde Valeria ve Daniel arasındaki yasak aşka tanık oluruz. Bir model, vitrindeki bir bebek misali sadece sahip olunmak, seyredilmek için mi vardır? İşler yolunda gitmediğinde, hayat rayından çıktığında aşkın yanılsamasının dışına çıkıp gerçek değerini görmeye başlar insan. Pembe gözlük kenara kaldırılır. Hayatın gerçekleriyle aşkın sınanma zamanıdır artık ve Valeria’nın bacağındaki dikişlerin atması gibi o ilişki de dikiş tutmaz.
Üçüncüsü ise El Chivo’nun kızıyla ilişkisi üzerinedir. Aslında ortada bir ilişki falan yoktur. Çünkü ailesini ve mesleğini terk etmiş bir katildir artık o. Eskiden olduğu gibi arkasına sığınabileceği bir ideali olmaksızın, sadece para için öldürmektedir. Gözünü kırpmadan adam öldüren biri, köpekleri öldüğünde ya da eski eşinin ölüm ilanını gazetede gördüğünde ağlamaya başlar. Başta sözünü ettiğim, karakterdeki zıt duyguları görmek bakımından önemlidir bu sahne. Buradaki aşk üçgeni ise biraz farklıdır. Eski eşi ve kızının bulunduğu aile resminde artık üçüncü bir kişi, üvey baba vardır. El Chivo, o hayatın bir parçası olabilmek için çok geç kalmıştır, bir seyircidir sadece. Vesikalık resmini, aile fotoğrafına tükürükleyerek montajlamaya, bir anlamda o resme sonradan dâhil olmaya çalışır.

Sonuç itibarıyla her üç bölümde kutsal aile kavramı sorgulanır. Sadakatsizlik ve ailesini terk eden adamlar vardır. Ailesine baba ya da eş olamayan adamlardır onlar. Sadakatse sadece köpeklere yaraşır. Kadınlara ve hayvanlara bakış açısında sorunlu bir toplumun izdüşümü yansıtılır. Filmin sonuna geldiğimizde karakterlerin değişiminin kolay olmadığına tanıklık ederiz. Çünkü insanın kendini bir sanat yapıtı gibi yeni baştan yaratması, başka biri olarak kurması, buna karar vermesi hatta bunu başarabilmesi hiç kolay değildir. Hiçbir kurmacaya benzemez.
Amores Perros iki buçuk saat uzunluğunda bir film olmasına rağmen gereksiz tek bir sahneye rastlamayız. Bazı metinlerde olduğu gibi filmi fazlalıklarından arındırmak amaçlı silkeleme ihtiyacı da hissetmeyiz. Sadeleştirmek, fazlalıklardan arındırmak hem bir sanat eserini okumayı kolaylaştırır hem de gösterdiği, işaret ettiği “şey” kadar gösterilmeyeni düşündürmeyi amaçlar. Bunu yaparken de zıtlıklardan, benzerliklerden, metaforlardan yararlanır. Ancak Amores Perros’da her şey bir amaç için oraya yerleştirilmiş ve her detay yerli yerince kullanılmıştır. Bağlantıları keşfetmek, mevcut olan ve olmayan arasındaki ilişkiyi kurmak da seyirciye düşer ama sabretmek gerekir. Sonuçta boşlukları tamamlayan seyirci, yaratı sürecine katkı koyarak onun bir parçası, tamamlayıcısı olur. Burada amaç, sanatçı tarafından sunulan olayın öncesine-sonrasına, geçmişine-geleceğine ilişkin yeni bir hikâye yazdırmaktır.
Bu filmde herkesin kendi hikâyesini yazabilmesi amacıyla Iñárritu da Haneke gibi izleyicisini “Huzursuz seyirler” dileği ile baş başa bırakır.
Esme Aras
Yazını okuyunca bu harika filmi tekrar izlemek istedim. Çok güzel, hap gibi bir yazı. Kalemine sağlık. Kitabı derleyen arkadaşım Tarhan Gürhan duymasın; okumaya daha başlayamadım. Çok da merak ediyorum. Sayende Karanlığın Taneleri’ ne merakım da arttı. 💚
Teşekkür ederim, şimdiden iyi seyirler ve iyi okumalar dilerim sevgili Özlem 💙
Amores Perros, izlediğim en iyi filmlerin başında gelir. Bu yazıyı okuyunca tekrar izleme gereksinimi duydum. Çok teşekkürler.
Ben teşekkür ederim Meltem abla. Sevgiler…