Hunter S. Thompson’ın 1991 yılında 26 adet basılan ve koleksiyonerlerdeki nüshaları iki bin dolardan fazlasına satılan “Screwjack” adlı öykü kitabı Taylan Taftaf çevirisiyle İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Yazarın ilk meskalin deneyimini, intiharı ve cinayeti konu alan üç öyküden oluşan ince hacimli kitap okuru tam anlamıyla deliliğe buyur etmekte.

Hunter S. Thompson 1937 yılında doğdu. İyi bir öğrenci ve iyi bir sporcu olmasına rağmen daha ergenlik yıllarında çocuk cezaevine girdi. Ardından Hava Kuvvetleri’ne katılan yazar, terhis edildikten sonra gazeteci olarak çalışmaya başladı. Hayatının amacı ise iyi bir romancı olabilmekti. New York’ta bir gazetede çalışırken şeker makinesini tekmelediği için 1959 yılında buradan atıldı. Sonraki beş sene hayatının büyük kısmını Güney Amerika’da geçirdi. Bir süre Porto Riko’da bir spor dergisi çıkardı, yine bu dönemde yayımlanmayan bir romanını bitiren yazar 1977 yılında yayımlanacak olan “Rom Günlükleri” kitabına başladı. Karayipler ve Latin Amerika üzerine “hayatın steril olmayan yönleriyle” ilgili pek çok haber hazırladı. Bu haberleri sayesinde Kaliforniya Üniversitesindeki “İfade Özgürlüğü Hareketi”nin başına geçti. 1965 yılında motosiklet çeteleriyle ilgili yazdığı yazı sayesinde 1966 yılında “Cehennem Melekleri: Kanunsuz Motosiklet Çetelerinin Tuhaf ve Korkunç Efsanesi” kitabını yayımladı ki kitap kısa sürede çoksatanlar arasında yer aldı. San Francisco’da hippi kültürüne yönelerek Allen Ginsberg ile tanıştı. LSD denemelerinde bulundu. 1971 yılında Rolling Stone dergisinde iki bölüm halinde yayımlanan kitabı “Las Vegas’ta Korku ve Nefret”te hippi kültürünü eleştirdi zira ona göre altmışlı yıllardaki iyimserlik ve masumiyet kaybolmuş, hareket uyuşturucu ve ölüm batağına saplanmıştı. Bu kitabın ardından gerçekle fanteziyi harmanladığı, uyuşturucu, şiddet ve cinsellik odağındaki haberleriyle “Gonzo” tarzı gerilla gazeteciliğini tanımlamış oldu. 68 Şubat’ında futboldan bahsetmek ön koşuluyla Nixon ile tanıştı. Vietnam karşıtı bir eylemde polis copuyla yere düştüğü zaman ise kendini artık “soğukkanlı bir devrimci” olarak tanımlıyordu. Freak Power’dan Colorado-Pitkin şerifliğine aday olarak Aspen’in adının “Şişko Şehir” olmasını, uyuşturucunun yasallaştırılmasını savundu. Nitekim metinleri de madde kullanımının artmasıyla deliliğin kıyısında geçirdiği hayatının izlerini taşımakta.
“Screwjack” kitabının ilk öyküsü “Mescalito” yazarın ilk meskalin deneyimini anlatır. Uçağının kalkış saatini beklerken Ritalin ile diğer haplar, bira ve ot yetersiz geldiği için bu maddeye yönelir. Bir müddet sonra daktilo parlak mavi bir renge dönüşecek, yerdeki kilimde marihuana tohumları belirecek, ağırlığını yitirecek fakat içi müthiş bir enerjiyle dolacaktır. Tabii ki paralize olmuştur ve tek yapabildiği yazmaktır. Bir yandan da metnin başından beri iç hesaplaşma halindedir. Daha ilk sayfalarda ruh halinin ne denli ayırdında olduğu şaşırtıcıdır:
“(…) bilhassa, haplar ve otla yarı sarhoşken, teslim tarihleri geçmişken, New York’taki insanlar uzaktan bağırıp çağırırken… beyindeki baskı, asılı kalmış bir yıldırım topu gibi büyüyüp güçleniyor. Sıfır veya en azından yetersiz uyku yüzünden yorgunluk, sersemlik. Haplarla yaşamı sürdürmek, yapılmayan telefon konuşmaları, görülmeyen insanlar, yazılmayan sayfalar, kazanılmayan paralar ve bir tür kırılmayla yeniden harekete geçmek için artan baskı. Raylarını yağla, bir şeyleri tamamla; bu korkunç alışkanlığından, hiçbir şeyin sonuna ulaşamadığın durumdan kurtul.” (s.19)
Yazarın bağımlılığı o denli büyük boyuttadır ki bunca kimyasala rağmen alkol krizinin de eşiğindedir:
“Bir krizi büyüyor, bu son kahverengi şişenin dibindeki salyalara kaldım… lanet olsun, beynimin yarısı şimdiden nasıl bira bulabileceğimle meşgul ama bu işe yaramaz… imkânsız. Burada bira yok. Bunun hiçbir yolu yok.” (s.28)
İşin tuhaf yanı bu durumda uçağa binerek her iki anlamıyla da uçacaktır. Ancak bir yandan bağımlılığına yenilen öbür yandan hem yazınsal işlerini hem de geçimini yoluna koymak isteyen, bu iki uç arasında sıkışıp kalan bir karakterle karşı karşıyayızdır. Nitekim bağımlılık-sanat kısır döngüsüne pek çok sanatçıda rastlarız. Freud da yaratım ve nevroz arasındaki bu ilişkiye dikkat çekerek sanatçıyı ruh hastasına yakın görür zira itkilerini istediği gibi tatmin edemeyen sanatçı onları bastırarak topluma uyumlanmaya çalışır ve sanat yoluyla gerçek olmayan bir evrende tatmin duygusuna ulaşır. Nitekim sanatçıyı nevrozunu başarılı bir şekilde nesnelleştirebilen kişi olarak görmektedir. İşte bu tarz kuvvetli itkiler bağımlılık için de geçerlidir çünkü bağımlılığın balayı dönemi pek tatlıdır. Herhangi bir madde kullanan sanatçı bu sayede kendisiyle yüzleşmez, haz ve tatmin duygusuna kapılır, üstelik gerek dikkati gerek yaratıcılığı gerekse bedensel gücü azami seviyededir: Bir yere kadar. Bağımlılık sinsice ilerlerken çoğu kişinin önünde üç seçenek vardır: Akıl hastanesi, hapishane yahut ölüm. Bağımlı zihin bunların farkında olsa da seçenekleri maddeyle öteleyerek, hayatını erteleyerek kaçınılmaz sona adım adım ilerler. Bu minvalde Thompson’ın metni bir takım ilintisiz gözlemlerin rastgele sunulan karışımı gibi gözükse de o seviyede yapabildiği tek eylemin yazmak olması bilinçdışının sanata duyduğu bağlılığı gösterirken beynin kontrol mekanizması devre dışı olduğundan katıksız dürtülerle karşı karşıyayızdır. Başka bir deyişle, adım adım delirtmekte olan bir yazarın içinde bulunduğu kaosu solumaktayızdır.

Kitabın sonraki öyküleri ise oldukça kısa. İkinci öykü olan “Bir Şairin Ölümü” yine bir bağımlıyı konu alır. Adam eşine fiziksel şiddet uygulamamak için birçok şişme bebek almıştır ve onları dövmektedir. Teneke karavanlardan birinde yaşayan bu deli adamın kapısını polis çalar. Kapının çalınmasıyla birlikte onu ziyaret eden yazarın gözü önünde tabancasını alıp namluyu ağzına sokarak intihar edişini okuruz.
“Teneke duvarlı karavanlarla dolu, çamurlu bir sanayi bölgesinde yaşamanın ve her gece mutfak camından komşunun karavanına baktığında, elinde bir şişe Wild Turkey, üzerinde deri bir sabahlıkla iki çıplak kadını tekme tokat döven bir adam göreceğini bilmenin neden olacağı beyin hasarından aileni korumaya çalışmanın dehşetini hayal etmeye çalıştım. Bazen iki-üç saat boyunca… Bu korkunç bir şey olmalıydı.” (s.39)
Kitaba adını veren son öykü “Screwjack” ise bir kedi cinayetini konu edinir. Akli dengesi olmayan bir adam parmağını hafifçe dişleyen siyah kedisini katleder. Zira kedisine odaklanmış ve onunla ilgili kurduklarına o derece saplanmıştır ki bir anda canileşir. Editörlerin notuyla başlayan bu öykünün, yazarın ikinci kişiliğine atıfta bulunma olasılığı kuvvetli bir seçenektir. Cinayetin ardından ise Tanrısına sığınır:
“Suçluyum, Tanrım. Ama aynı zamanda bir âşığım ben. Ve bildiğin gibi, yarattığın en iyi insanlardan biriyim; birçok tuhaf gölgenin içine yürümüş, zaman zaman delice davranmış hatta sayısız başrahibi yalamış olsam da seni asla utandırmadım… O yüzden bırak beni kendi hâlime ve Bay Screwjack’i bana geri gönder; başkalarının bu konuda soruları veya iğneleyici yorumları varsa da onlara cehenneme kadar yolları olduğunu, onlara gebermelerini söyle.” (s.43)
Thompson da kahramanı olduğu öykülerdeki gibi uyuşturucu ve alkol yüzünden akli dengesini gitgide yitirerek 2005 yılında intihar eder. Son zamanlarında evinde bir barut fıçısı sakladığı rivayet edilmektedir.
Metin Yetkin