İlk kitabın heyecanı ayrıdır. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar tıpkı sonrakiler gibi kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın? Yazarlık bize özgü hatalarımızla, acemiliğimizle birlikte bir uzun yolda yürümek değil mi zaten?

İlk öykü kitapları yayımlanmış yazarlarla 2015 yılından beri “İlk Göz Ağrısı” söyleşileri yapıyor, ilk kitaplarının heyecanını paylaşıyoruz. Çağdaş Küçük, 156. konuğumuz.

Çağdaş Küçük

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Çocukluğumdan beri sporu çok seviyordum ve bu ilgi beni bir noktada yazma hevesine götürdü diyebilirim ama çok geç oldu bu bende. Sonrasında yazdığım makaleleri nasıl daha etkili anlatabilirim diye düşünürken meseleleri bir hikâyenin eksenine oturtma fikri aklıma geldi. Ardından “Ben niye sadece spora dair hikâyeler yazıyorum?” dedim ve kolları sıvadım.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Bunun birkaç nedeni var.

Birincisi, başlangıç noktam spora dair makaleler yazmak olduğu için o meselenin anlatma biçimi beni bir bakıma öyküye mecbur kıldı. İkincisi, ilk zamanlarda açıkçası ne yazdığımın nitelik bakımından çok farkında değildim ve muhtemelen öyküyü beceremiyorsam bırakırım düşüncesi hâkimdi, ayrıca insanların karşısına “Bir roman yazdım, bakar mısın?” diye de çıkmazdım. Üçüncüsü, atölyeye katılacaksın ya da bir edebiyat dergisine metin göndereceksin… Bu da beni ister istemez öyküye yönlendirdi.

Ama bugünkü bilinç düzeyinde olsaydım romana yoğunlaşırdım.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Dosya hazır hale geldiğinde kafamda belirli yayınevleri vardı ve Epona Yayınevi de onlardan biriydi.

Dosyayı bir yayınevine gönderdiğim ilk tarihle yayımlanması arasında geçen süre tam iki yıl ve açıkçası bu dönemin çok zor geçtiğini söylemeliyim. Özellikle 2021 sonunda yaşanan döviz ve kâğıt krizi umudumu yavaş yavaş tüketmeme sebep olmuştu. Dosyayı artık bir kenara atmak üzereydim ki gelen bir e-mail her şeyi değiştirdi. Yayıncım Sedat Demir ile yaptığım ilk telefon görüşmesini hiçbir zaman unutmayacağım.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Evet oldu, Mehmet Fazlı Gök.

Açıkçası bu anlamda kendimi çok şanslı sayıyorum çünkü o süreç içinde şunu fark ettim ki Fazlı dosyayı adeta sahiplenmişti. Elbette ki kitabın gözden kaçan kusurları, daha iyi olabilecek bölümleri vardır ama Fazlı dosyayı kendine mesele edecek kadar titiz çalışıyordu. Birbirimize zaman içinde güvendik ve inandık dolayısıyla farklı düşündüğümüz durumlarda birbirimizi ikna etmeyi bildik. Bu çok önemliydi. Zaman ne gösterir bilmem ama imkânım olsa ben gene kendisiyle çalışmayı çok isterim. Ona buradan bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.

Ayrıca bir ekleme daha yapmam lazım. Edebiyatın bizi bir araya getirdiği dostum Onur Çalı’nın, dosyanın yayınevlerine gönderilmeden önceki döneminde bana gerçekten çok büyük katkısı olmuştur. Onun tercih ve önerileri sayesinde dosya kesinlikle daha iyi bir noktaya geldi. Onun da hakkını teslim etmeliyim.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Ne diyebilirim ki… Her şey daha çok yeni aslında. Ben kendimi kandırmayı, oyalamayı bilen biriyim ama dosyamın kabul edildiğini bildiren e-mail geldiği günden beri çok daha mutlu birine dönüştüm diyebilirim. Yazmaya ve okumaya dair motivasyonumun arttığı da bir gerçek. Dosyada kurduğum hikâyelerin ve o hikâyeler içindeki karakterlerin başka insanların zihninde canlanacak olması tuhaf bir mutluluk veriyor bana.

Tabii aynı hayatı yaşıyorum. Değişen şu var mesela, eskiden burada İlk Göz Ağrısı söyleşilerini okurken şimdi ben bu söyleşiyi yapıyorum. Bunun için de size ayrıca teşekkür ederim.

Telif aldınız mı?

Evet.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Aslında bu sorunun güncellenmesi gerektiğini düşünüyorum çünkü günümüzde artık dijital yayıncılık da rahatlıkla edebiyatın mutfağı olarak görülebilir.

2015 yılı itibarıyla spor yazılarım çeşitli bloglarda yayımlandı. 2020 yılıyla birlikte öyküler dergilerde kendine yer bulmaya başladı.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Benim yazıyla ilişkim çok geç başladığı için bir kitabımın çıkması çevremde ve özellikle de eski yakınlarım arasında büyük sürpriz oldu. Tabii bunda süreci çok da dillendirmememin etkisi var. Mutlu oldu tabii herkes. Kuzenlerimle falan karşılaşınca “Vay, yazar bey!” diyorlar bana, gülüyoruz.

Peki, bundan sonra?

Kitabımın keyfini çıkarmaya devam edeceğim.

Daha çok okumaya, düşünmeye ve yazmaya başlayacağım bir döneme girdiğimi de hissediyorum.