Evrenin bir parçası olan insan, o parçanın ne kadarını görebilir? Uzay boşluğunda ya da denizin fersah fersah altında yatan esrarı gözlerimizle idrak edebilir miyiz? Ronke ile tanışınca bu sorular geliyor insanın aklına. Bazen görmenin insanın hayal gücüne nasıl da ket vurduğunu anlıyoruz. Bu açıdan bakınca göremeyen birine “engelli” ifadesini kullanmak ne kadar doğru? Acaba görme yetimize rağmen biz göremeyen birinin gördüklerini görebiliyor muyuz? Farkındayım paragrafta çok fazla kelime tekrarı var ama her biri başka şeyler ifade ediyor aslında. Aynen Ronke’nin Yıldız Avı’nda hikâye ilerlerken “görme”nin kafamızda anlamsal bir evrime uğraması gibi.

Jef Aerts geçen yıllarda Mavi Kanatlar’la Türk okurunun karşısına çıkmıştı. İlk Genç Timaş yazarın ikinci kitabını da bize sundu yakın zamanda. Hollandalı çocuk ve gençlik yazarı Jef Aerts’in diğer kitaplarını beklerken Ronke’nin yıldızları üstüne biraz düşünmek gerek. Ronke, gözleri doğuştan göremeyen bir çocuk. Bir astronomi kampına yazılıyor ve burada ailevi sorunları olan Nouri ile tanışıyor. Nouri ve Ronke hikâyede eksikleri olan iki karakter. Her ne kadar kurs öğretmeni Malika, Ronke’yi Nouri’ye emanet etse de tam tersine Ronke, Nouri’nin sorunlarını çözmede ona yardımcı oluyor. Peki, göremeyen bir kız çocuğu astronomiyle nasıl ilgilenebilir? Kitap bu soruya Malika’nın sözleriyle cevap veriyor: “Astronomide gözlerinize her zaman güvenemezsiniz. Gördüklerimizden çok daha fazlası oluyor.” Bunu başaran bir örnek olan Amerikalı astronom Kent Cullers zannediyorum kitabın en büyük ilham kaynağı.

Ronke’nin hikâyesinde görme engelli astronom Kent Cullers’a bir sürü gönderme var. Kent Cullers’ın yıllarca NASA’da önemli görevlerde yer almış, SETI gibi önemli projelerde direktörlük yapmış, dünya dışı varlıkları aramış olması yeterince ilham verici değil mi sizce de? 1997 yapımı Contact filminde de Cullers’ın hikâyesini az da olsa görmüştük. Ronke’nin hikâyesine, astronomiye olan ilgisine ilham veren de o. Cullers’ın hikâyesinin devamını merakınıza bırakarak Ronke’nin Yıldız Avı’na dönelim.

Mavi Kanatlar ve İçimdeki Müzik gibi kitapları sevenler için keyifle okunacak bir kitap Ronke’nin Yıldız Avı. Her şeyden önce bu hikâye de empati duygusunu geliştirebilecek bir kurguya sahip. Engeller üzerine düşünmek ve hassasiyet geliştirmek günümüz nesli için oldukça zorlaştı. Artık ideal insanı tanımlayan sosyal medya bu duyguyu daha da törpülüyor ve gençlerimiz “eksikleriyle” hayata tutunan bireye karşı gittikçe daha da acımasız olabiliyor. Bu yüzden Ronke’nin Yıldız Avı gibi kitapların çokça tavsiye edilmesi gerekiyor.

Romanda Nouri’nin de ayrı bir hikâyesi var. Hırvatistan’da bulunan dedesi son günlerini yaşıyor. O zamana kadar hiç görüşemediği Nouri’nin yanına gelmesini istiyor ama fazla da zamanı kalmamış. Üstüne üstlük Nouri dedesine gitmek istemiyor. Kesişen bu hikâyede Ronke, Nouri’nin dedesi ile arasına köprü kuruyor. Nesnel dünyada gözü olan Nouri’nin gönül gözünü açmasına sebep oluyor. İşte burada karşımıza ezber bozan bir soru çıkıyor: Gözü görmeyen mi daha yoksun yoksa gönlü görmeyen mi?

Ronke, aynı Cullers’ın hayatında olduğu gibi anne babası tarafından özel bir eğitimden geçmiş. Kamptaki çocuklardan belki de hiçbiri, gözleri görmesine rağmen uzaya, yıldızlara, gezegenlere onun kadar hâkim değil. Hayal gücü bütün arkadaşlarından daha geniş olduğu için onlardan çok daha önde. Fakat onun da kendine güvenmediği, tatmadığı duygular var. Hepimiz için basit ama onun için oldukça zor: tek başına koşmak… Ronke koşarak stresini atıyor, mutlu oluyor. Ama gözleri görmediği için ailesi buna izin vermiyor. Nouri onun zincirlerini kırmasına yardım ediyor. Ronke tek başına, özgürce “gerçek” bir koşu yapabiliyor böylece. Nouri ve Ronke ikilisi böylece birbirini tamamlayan iki arkadaş olup çıkıveriyor karşımıza. Korkularından arınmış, birbirini anlayan iki arkadaş.

Ronke’nin Yıldız Avı’nda bazı detaylar da hikâyeye renk katıyor. Ronke’nin babası ile yaptığı “bonibon” şekerlemelerinden galaksi mesela. Canları sıkıldıkça yıldızların hikâyelerine göre galaksileri mideye indirmeleri… Bir diğer güzel ayrıntı da Ronke’nin görüntüleri, renkleri kokularıyla tarif etmesi de orijinal buluşlardan. Bu, gerçek bir hayal gücünü ifade eden detaylardan…

Jef Aerts’in kitaplarında başardığı en iyi şey nedir diye soracak olursanız, bir engeli bize ifade ediş biçimi diyebiliriz. Bu durumu ajite etmeden, âdeta yaşamamızı sağlıyor yazar. Okur hikâye boyunca Ronke gibi görememenin, göremeden hayal etmenin nasıl bir şey olduğunu deneyimliyor. Aynı Nouri’nin yaptığı gibi…

Ronke’nin Yıldız Avı’nda da Aerts çok kültürlü bir kahraman kadrosu ile baş başa bırakıyor bizi. Bu da onun hikâyesini yerel olmaktan çıkarıyor. Hırvat bir dedenin Hollanda’daki torunu hikâyede yer alıyor. Seçilen isimler de bize bu çok kültürlülüğü hissettiriyor. Fakat yine de hikâyeyi bazı çıkmazlara sokabiliyor bu durum. Ronke ile Nouri’nin dedesinin İngilizce konuştuğu yerde bazı kelimelerin İngilizce bazılarının Türkçe yer alması bir çeviri çözümü gibi görünüyor. Fakat yine de okuma sırasında hikâyenin sırıttığı, akışı etkilediği yerler buralar olmuş.

Genç Timaş ve İlk Genç Timaş son zamanlarda bu tür empati düzeyini artıracak, kolay okunur kitapları bizimle buluşturuyor. Seçilen kitaplar ve alınan ödüller gösteriyor ki çağın insanının bu hassasiyetleri gözeten hikâyelere ihtiyacı var. Genç okurun çevirilere olan ilgisi, kitapların baskı kalitesi ve iyi çevirilerin bu başarıda payı oldukça büyük. Daha nice Ronke’lerin hikâyesi önümüze görülmedik manzaralar açacak… Bekleyelim görelim.

Yusuf Gündüz