“Bir kitaba daldığınızda kendi kendinize kalırsınız. Ancak okumayı bitirir bitirmez, tabii eğer söz konusu olan iyi bir kitapsa, onu başkalarıyla paylaşmak, hikayenin üstünden geçmek, karakterleri değerlendirmek ve kitabı özel yapan şeyleri tartışmak istersiniz.”

Blake Morrison

Çağdaş Küçük

Yarın FM, Çağdaş Küçük’ün on iki öyküsünü bir araya getirdiği ilk kitabı, ilk göz ağrısı. Kitap, Epona Yayınları tarafından Ocak ayında basıldı. Çoğu öyküde yazarın, mesaj kaygısı gütmeyen yalın dili, karakterlerin samimi diyaloglarını aktarışı, kendimi yerel bir tiyatro oyununun içinde gibi hissetmemi sağladı. Yarın FM’i, bir başucu kitabı olarak zaman zaman geri dönüp baktığım, pek çok önemli yazarın, insanın neden hikayelere ihtiyaç duyduğuna dair fikirlerini paylaştığı Okuma Üzerine Yakın Okumalar adlı derleme kitabın ışığında değerlendirmeye çalışacağım.

Zamanın başlangıcından beri insanlar sözlü ve yazılı olarak hikayeler üretiyor ve birbirine anlatıyor. Bir kitap okuduğumuzda pek çok noktadan besleniyoruz. Öncelikli olarak; doğru, yanlış, iyi, kötü gibi tanımlara takılıp tökezlediğimizde kafamızın içindeki dünyayla dışımızdaki dünya arasındaki mücadelemizi anlatan hayatlara, deneyimlere denk geldiğimizde yalnız olmadığımızı söyleyen, zihnimizi berraklaştıran metinler bizi rahatlatıyor ve özgürleştiriyor. Hele bir de yazarın dilini, sözcüklerle yarattığı dünyayı, cümlelerin ritmini kavrayıp kendimizi akışa bıraktığımızda yaşadığımız haz bizi tatmin ediyor.

Blake Morrison, Okuma Üzerine Yakın Okumalar’da, okuduğumuz ve beğendiğimiz kitapları kendimize saklamanın bir yararı olmayacağını, tam tersine herkes onlara sahip olursa dünyanın daha iyi bir yer olacağını ve sözcüklerin bozulmadan kalacağını ifade ediyor. Bu bağlamda, Çağdaş Küçük’ün yüzümde çoğu zaman bir tebessümle, geçmişe dair benzer bir anıyı, yazma ve okuma üzerine hatırladığım özlü sözleri zihnimde dolandırarak okuduğum, keyifle bir çırpıda bitirdiğim öyküleri herkesle paylaşılmayı hak ediyor.

Yazar, Ege kültürünün mizah duygusu ve karakterlerin hayata karşı olan naif bakış açısı üzerine yoğunlaşmış öykülerinde. Bu iki olguyu temel alarak çaresizlik, tükenmişlik, kayıplar karşısında yaşadığımız acı, toplumsal önyargılar ve bozulmuşluklar karşısında bireyin sıkışmışlığını ve bu olumsuz duygularla baş edebilmek için kendi zaman akışlarında hayatın bir köşesinden tutunmaya çalışan insanları yansıtmaya çalışmış.

Kar Golleri Kesti öyküsü tek televizyonun, tek radyonun, tek telefonun çalıştığı bir kahvede geçiyor. Zamanın yavaşlığına karşı direnen köylüleri bir araya getiren şeyse futbol tutkusu. Küçük, bu öyküde insanın anlam arayışında verdiği çabayı mizahla yoğurarak ifade ediyor:

“Başlarına çok büyük felaket gelmiş de bunun nasıl olduğunu ve nasıl çözüleceğini düşünmeden önce rahatlamaya çalışan insanlar gibi kahvedeki herkes ayrı bir köşeye dağıldı. Camın kenarında büzüşüp yağan kara dalıp gidenler, sanki günlerce uzak kalmış gibi sigaralarını derin derin içine çekenler (…) masalara dökülen toz şeker kırıntılarını yaladığı parmağıyla yemeye çalışan Deli Vahit, maçın sorumluluğu sanki kendi üzerindeymiş gibi heyecanla mücadele hakkında etrafındakilere analizler yapan Diş Bülent ve diğerleri… Hepsi o an için, hayatta futbol dışındaki her şeyin anlamsızlığını gösterme uğraşı içine girmiş gibiydiler sanki” (s. 20)

Aynı şekilde, Mektup öyküsünde bir ilkokul öğrencisinin hayal dünyasına giriyoruz, Maradona’ya yazdığı mektupta sevginin en doğal halini görüyor ve yine futbol sevgisi üzerinden hayatın saf bir şekilde sorgulanışına tanık oluyoruz:

“Sana bir sır vereyim mi, seninle birlikte kendimi hayal ettiğimde en sevdiğim arkadaşım Asım’la geçirdiğim zamandan çok daha mutlu oluyorum. Yoksa ben onu aslında o kadar da sevmiyor muyum? Ben en çok, böyle kafama soru takılıp da cevabını bulamadım mı kendime sıkıntı yapıyorum. Bakalım, belki büyüyünce geçer.” (s. 133)

Tolstoy, mutlu aileler birbirlerine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır der. Sahur, Manastır Tepeleri, Bir Düğün Gecesi öykülerinde aynı çatı altında yaşayan bireylerin iç seslerinden mutsuzluklarının nedenlerini dinliyoruz. Sihirli Karyola öyküsünde Yaşar, babaannesinin tabutu başında, ölümün gerçekliğiyle ve sevdiği insanların hayatında kapladığı alanı biri eksildiğinde fark edişiyle, çocukluğuna dönüyor. Acısıyla yüzleşerek büyümeye çalışıyor.

Okuma Üzerine Yakın Okumalar adlı kitapta Tim Parks kafamızın içinde, bildiğimiz sözcüklerle bir varlık, bir fantezi yarattığımızı ve buna da benlik adını verdiğimizi, benliğin dilsel bir buluş olduğunu ve sözcükler olmadan benliğe sahip olmanın zor olduğunu belirtiyor. Lüzumsuzsa Söndür öyküsünde, toplumsal duyarsızlığa karşı tepki göstermesi gerektiğine inanan ve sistemin dışına çıkmaya çalışırken ötekileştirmeye maruz kalan Cem karakterini okuduğumuzda, Damla Damla Günler öyküsünde özgünlüğün, üretimin ve de yaratıcılığın belli kalıplarla sunulduğu bir toplumda tıkanıklık yaşayan bir yazarın iç sesini dinlediğimizde, yazarın özenle seçtiği sözcükleri bir araya getirerek okurun benlik kurma sürecine etkisini görebiliyoruz.

Okumak, ruhumu korumanın ve kendi evime giden yolu bulmanın keyifli yollarından biri benim için. Yarın FM’i bir İzmir-İstanbul otobüs yolculuğunda okudum ve öyküdeki karakterleri yolda karşılaştığım insanlarda görmenin, öykünün geçtiği mekanları otobüsün yanından geçtiği şehirlerde ve kasabalarda hissetmenin zevkini yaşadım. Jeanette Winterson Okuma Üzerine Yakın Okumalar’da, “hafıza tılsımlıdır, neye ihtiyacımız varsa ona tutunur ve gerisini koyveririz” diyor. Çağdaş Küçük’ün öykülerinde de herkesin hafızasında kaydettiği bir şeylere denk geleceğini düşünüyorum.

Züleyha Çelik