Dünya’nın oluşumundan itibaren (50 Milyon yıl hata payıyla):

4 milyar 540 milyon 874 bin 674. yıl, 95. Gün: 

YARIN FM

“İz” adlı öyküden: “(…) anladım kaçmanın ancak geride bir şeyler bırakabildiğinde mümkün olduğunu.”

Çağdaş Küçük’ün ilk öykü kitabı Epona Yayınlarından çıktı; zorlamasız, hayatın doğal akışına uygunluk gösteren, her biri inceden gülümseten bir sona bağlansa bile yaşamın süreğenliğini duyumsatan öyküler. Kitaptaki on iki öyküden birkaçı kendi yaşamımdan bazı an(ı)ları bana geri getirdi. 

Bir cenazeyi konu alan “Sihirli Karyola” (Öyküde, genç yaşta babasının mezarına indirilen babamı gördüm. Bu olay nedeniyle, zaman zaman belirginleşen dil tutukluğuyla yaşadı ve çokça sessizliği seçti.), nedense bana Salihli İstasyonunu anımsatan “Hemzemin Geçit”, edebiyatımızın tükenmeyen kaynağı, doğululuk ve batılılık ya da modernlik ve gelenekçilik meselesini hicveden “Damla Damla Günler”, kişisel bir aydınlanma ânının öyküsü “Bir Düğün Gecesi”, kitaptaki öykülerden gerçeküstü bir izlekle ayrılan “İz”, yaşlılık hallerini mizahla yoğuran “Manastır Tepeleri”, bir kısa film tadındaki “Berberde” ve kitaba ad esinlendiren, toplum ile doğa kıskacındaki bir ergenin “Radyo İstasyonu” severek okuduğum, kitabın ağırlık merkezini oluşturan öyküler.

Çağdaş Küçük kurguya duygu katmayı bilen bir yazar. Üslubuyla, ağır duyguları renkli bir mizahla sarmalamayı da başarıyor. Yarın FM, anlattığından daha fazla şey söyleyen duygu katmanlı öykülerin kitabı; güçlü bir gözleme dayanan acı ve tatlı insan ilişkilerini ve yaşamın içinde kendiliğinden ortaya çıkan güldürü unsurlarını, dışavurumcu bir anlayışla okura aktarıyor. 

“Lüzumsuzsa Söndür” adlı öyküde, gereksiz enerji harcamalarına kafasını takmış ve enerji tasarrufu için yaşayan öykü karakterinin (Cem) söylediği bir söz var ki, yüreğimi suyu sıkılan çamaşır gibi burdu: “Gündüz olduğu halde farları yanık gezen arabalar.”

“Bu cümlede ne var ki?” diye sorulabilir. Benim için bir anıdan fazlası var. Arkadaşım, dostum Mehmet Arat (Gördesli Memet) şimdi sevdiği toprağında yatıyor. Ölümünden aylar önce bir telefon konuşmamızda, bana, ülkemiz insanının yararı için yeterince çalıştığını ve içinin rahat olduğunu söylediğinde zihnen bir ayrılık hazırlığı içinde olduğunu anlamamıştım. Türkiye Elektrik Kurumunun (TEK) laboratuvarında Türkiye’nin ilk ankesörlü telefonunun ve ofis tipi telefonların prototipini yapan elektronik mühendisiydi. Kimsenin kimseye kolayca telefon edemediği, ev telefonları başvurularının yıllarca bekletildiği bir zamanda yoğun haberleşmenin önünü açanlardandı.

Bir gün, bir iş arkadaşıyla iddiaya girmiş. Konu: Giderken farları yanan bir arabada ek bir enerji kaybının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği. Arkadaşı da benim gibi düşünüyor ve “araba giderken ve motor zaten aküyü besleyerek çalışıyorken ek bir kayıp olmaz,” diyordu. Ama o, bunun yanlışlığını, yani yanan farlar için lazım olan enerjinin daha fazla benzin kullanımıyla gerçekleştiğini, bilimsel hesaplamalarla bize göstermişti.

Yaşamımız adeta ayrıntıların toplamından oluşuyor. Ki, bu kitaptaki öyküler de böyle. Ah, düşüncesi insanda duygu uyandıran anlar ve ayrıntılar! Doğrusu; vicdansız ve sevecenliksiz bir dünya yerine, özlemsiz yaşanan bir dünyada doğmak isterdim.

98. Gün:

EDEBİYAT VE ZÜRİH

Geçenlerde, Zürih’e kısa bir gezi yaptık. Zürih, James Joyce’un Ulysses’i yazdığı kent. İrlandalı yazar orada yaşadığı 1. Dünya Savaşı yılları süresince kenti benimsemiş. Şimdi Zürih’te bir James Joyce Vakfı var. Denk gelinirse, ziyaretçilere Ulysses’den bölümler de okunuyor. 

Zürih’in merkezinde nehir kenarında otelimize de yakın küçük bir park vardı. Yazar burayı çok sever sık sık parkta yürüyüşe çıkarmış. James’in anısına parkı gezmeyi düşünsem de yazarın hatırıyla, heybetli burnumun -3 derecede donup düşebileceği korkusu arasında kaldım ve burnumu seçtim. Onun yerine, kentin gotikten baroka uzanan geçmişinin elle tutulur gözle görülür örneklerinin sergilendiği, parkın hemen yakınındaki İsviçre Ulusal Müzesini gezdim.

Ne yalan söyleyeyim, Joyce’dan çok, beni Zürih’in sanata olduğu kadar şiire ve edebiyata yaptığı önemli bir başka katkının doğuş mekânını görmek heyecanlandıracaktı. İsviçre 1. Dünya Savaşında tarafsız kalınca, savaş karşıtı Avrupalı solcu yazarlar Zürih’te toplanmaya başlamışlardı. 1916’da tarihi kentin dar sokaklarından birindeki bir binada (Cabaret Voltaire), Kübizm’in rahminden Dada-da-da-da! nidalarıyla bir bebek doğdu. Adını Dada koydular.

Kübizm’den doğan diğer bebekler gibi, Dada Sanat Akımının ömrü uzun olmasa da etkisi günümüze kadar gelmekte. Başka bir yazının konusu olmakla birlikte, günümüz Türk şiirinin deneyselci kanadında Dada’nın izlerini görebiliyorum. Kapitalist topluma bir tepki sonucu doğmuş olan Dadaizm avangart sanatın bir parçasıydı. Kapitalizm gerçeğiyle ancak 2000’lerde adamakıllı yüz yüze gelen ülkemizde –bir zamanlar Garip akımıyla şiirin tozunu attıran– avangart sanatın marjinal de olsa günümüzde özellikle deneyselci şiirde yeniden hayat bulması insana pek de şaşırtıcı gelmiyor.

Peki bu ünlü yeri, yani Dada’nın manifestosunun yazıldığı mekânı gereği gibi ziyaret edebildim mi? Ne gezer! Geç olmayan bir öğleden sonra önüne kadar gelebildiğim yere giremedim. Yol yenileme çalışmaları buna engel oldu. Binaya dar arka sokaklardan ulaşmayı denedim. Ulaştım da, ama kapı duvardı. Görebilmeyi umduğum fotoğraf ve belgelerden yoksun ve bu önemli yeri son güne bırakmaktan pişmanlık duyarak otele dönmek zorunda kaldım.

Sıcağı sıcağına, Zürih hakkında daha pek çok şey söyleyebilirim ama bu beni turist rehberine dönüştüreceği için burada kesi…yorum derken, küçük bir not ekleyeyim: Ülkemizde yediğimiz “şeyin” ne menem bir şey olduğunu düşündürtecek kadar güzel ekmekleri var. Bu da bana Oktay Akbal’ı anımsattı; ne de olsa “Önce ekmekler bozuldu.”

102. Gün:

DENEME NASIL OLMA(MA)LI?

Tanizaki’nin geçen yüzyılın başlarında yazdığı denemesi Gölgeye Övgü, deneme türü üzerine okuru düşünmeye zorluyor.

Bildiğini okuyan Tanizaki’nin aksine, biz, denemeyi Montaigne’den öğrendiğimiz için, onun tarzını zaman zaman abartarak da olsa sürdürmeyi yeğliyoruz; bazen neredeyse her cümlesinde bir filozofa, bir yazara veya bir şairin dizelerine atıf yapan baş döndürücü metinler ortaya çıkabiliyor; denemenin olmazsa olmaz unsuru olan üslup, alıntı kargaşasından kaçıp bir yerlere saklanıyor; okur, denemede ele alınan konuda yazarın kendi düşüncesinin ne olduğunu anlayamadan yazı bitiyor. 

104. Gün:

Yazma eylemine yol açan güdü hatırlamaktır. Hatırlamayı sağlayan da duygulardır, hem de acıtıcı türden olanları. 

Nazmi Özüçelik