Dünyadaki insan dışı diğer canlı türlerinin hayvanlar ve bitkiler olduğu daha anaokulunda öğretilmeye başlanır bize. Sevdiğimiz hayvanları ve bitkileri kağıtlara işleriz ta küçüklüğümüzden beri. Hatta bazılarıyla daha farklı bir ilişki geliştirir; gündelik, rutin hayatımızın bir parçası yaparız. Uyurken sarıldığımız bir peluş ya da tam yorgunken kokladığımız bir çiçek, bizi sakin bir göğün altına götürür. Bu arada biraz teknik olacak ama TDK’ya göre bitki ne demek, ona bakalım: “Bulunduğu yere kök gibi organlarıyla tutunan, çoğunlukla fotosentez sonucu yaşam için gerekli bileşenleri oluşturan, birçoğu spor veya tohum aracılığıyla döl vererek çoğalan bir veya çok yıllık, otsu, odunsu canlıların genel adı, nebat.”

Genç Timaş etiketiyle çıkan Yaprakların Haritası nebatatın izinde, peşinde bir konuşma aslında. Evet evet bir diyalog, yer yer monolog. “Bitkilerin konuşmaya çalıştığını hissettiniz mi hiç?” cümlesi, hiç de yabana atılacak bir soru değil. O zaman bu çarpıcı anlatıdan bahsedelim biraz: Uzun zaman önce terk edilmesi gereken Dikenli Dere Köyü’ndeyiz. Burası çıkışı olmayan, rutubetli, tüyler ürpertici bir yer. Köydeki ahşap evler, çalkantılı dereye düşmekten ya da ormanın içine çekilmekten korkuyormuş gibi dip dibe dizilmiş vaziyette. Sisli ormanlarla ıssız bataklıkların arasında kalan bu köy, tahmin edersiniz ki çocuklara göre bir yer değil. Bu kül rengi arazide kışlar uzun, karanlık ve kasvetli. Böylesi zor şartların içinde neredeyse hiç kimse nehirden yayılan sisin altında odunları bir kenara yığmakla ya da yere düşen armutları toplamakla uğraşmak istemez değil mi? Cevabınız pek muhtemel ki evet. Aslında yanlış bir yanıt değil bu. Fakat kitabın kahramanı on iki yaşındaki Orla Carson, tüm bu olumsuz havaya rağmen ayakta duran ve mevcut şartları kendi lehine değiştirmek için çabalayan biri.
“Bitkiler de hastalanır, tıpkı insanlar gibi”
İngiliz yazar Yarrow Townsend, bu ilginç kasabayı bizlere tanıtıyor. Seneler evvel Orla’nın annesinin ölümüne sebep olan salgın hastalık yeniden kendini gösterir. Dikenli Dere’nin korucusu Inishowen Atlas, köyün en zengin adamıdır. Sınıfsal bir söylem olacak ama nedense varlıklı kimseler hemen her zaman tabiata, gündelik yaşama zarar veren kişilerdir algısı, bu kurguda da söz konusu. Çünkü Inishowen Atlas, hastalığın yabani bitkiler ve hayvanlar aracılığıyla bulaştığı yalanını uydurur, insanlardan da bahçelerindeki tüm bitkilerden kurtulmaları gerektiğini söyler. Hâliyle Orla, bahçesinden ve çok sevdiği atı Captain’dan ayrı kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Kendince bir çıkış yolu aramaya koyulan Orla, hastalığın gerçek sebebini ve nihayetinde ilacını bulmak üzere bir zamanlar annesiyle birlikte yaşadıkları Inkenbrook’a gitmek üzere yola düşer. Bu yolculukta farklı sebeplerle de olsa Idris ve Ariana da onun yanındadır. Bu üç kafadar, tehlikelerle dolu bir yolculuk ve çözülmesi gereken birtakım sırlar eşliğinde, maceranın kanatları altında yürümeye başlarlar.
Orla, bu yolculukta annesinin bir sözünü hatırlar: “Bitkiler de hastalanır, tıpkı insanlar gibi.” Dikenli Dere’nin toprağı nemli olduğu için bitkilerin bazı sorunlar yaşaması çok tuhaf değildir doğal olarak. Ateş yanıklığı, yaprak pası gibi hastalıklar vardır. Patatesler çürüyebiliyor, erik çiçekleri solabiliyor, elma ağaçlarında mantar oluşabiliyordur bu ortamda. Orla’nın annesi böyle durumlarda ne yapılacağını bilir, birlikte bahçeyle kuşların yuvalarıyla ilgilendiği gibi ilgilenirler. Mesela yerlerine yeni dallar çıkabilsin diye elma ağaçlarının yaşlı dallarını keserek geçirdikleri çok öğle vakitleri olmuştur anne-kızın. Orla ve annesi, bitkilerin dökülmek üzere olan yapraklarını ateşin yanında kurutmak için koparır, kuruyan çiçeklerin tohumlarını dikkatle toplar, köyde yürürken bahar geldiğinde her taraf renkli çiçeklerle kaplansın diye bu tohumları etrafa saçarlar. Annesi sağlıklı olmayan tek bir yaprağı bile hemen fark eder, bitki daha güçlü büyüsün diye onu koparır. Bu salgın her ne kadar Orla’nın daha önce gördüğü hiçbir şeye benzemese de bir çare bulacaktır. Sınır Ormanı ve bahçesindeki bitkiler daha önce hiç hastalanmamıştır. İşte, Orla buradan bir çam katranı hazırlar ve şifa dağıtmak için yeni yollar arar.
Bir Güzel Pastoral Senfoni…
Yaprakların Haritası, insanın yeryüzündeki varlığının başlangıcından bu yana bitkileri ilaçlarda kullandığını anlatıyor. Bugün kullandığımız modern tedavilerin çoğunun kaynağının bitkiler olduğunu hatırlatıyor: söğüt ağacının ağrı kesicilerde, yüksük otlarının kalp ilaçlarında, porsuk ağaçlarının kanser ilaçlarında kullanıldığını yeniden öğreniyoruz bu kurgu vesilesiyle. Bu kitap her şeyden önce bize besin, ilaç ve barınak sağlayan bitkiler için. Yazarın da dediği gibi Orla’nın hikâyesi, insanların bitkileri tıbbi amaçlarla kullandığı modern Avrupa’ya benzer bir dünyada geçse de bu kurgu, dünyanın dört bir yanında geleneksel tıbbı modern günlere kadar taşıyan bütün topluluklara çok şey borçlu.
O zaman biz de “pastoral senfoni”yi andıran son sözlerle umudu ve dostluğu her şartta muhafaza eden kitabın son cümleleriyle veda edelim: “Bahar mevsiminde bir sabah Orla, Captain’a binip ormana ebegümeci toplamaya gitti. Ariana’nın doğum günü için çiçeği balla karıştıracaktı. Sazanların Orla’nın çıplak ayaklarını ısırdığı Turna Balığı Geçidi’ni geçtiler. Ağaçların arasında dolaşırken kayın ağaçlarının parlak, geniş yapraklarını koparıp atıştırıyorlardı. Otların ve uzun çam ağaçlarının arasındaki dolambaçlı yollarda ilerlerken yeni yeşeren bitkilerin sesini dinliyorlardı.”
Bitkilerin sıradışı dünyalarını bizlere taşıyan, dilimize çeviren Esma Fethiye Güçlü’ye ve böylesi kitapları Türkçenin de sesi yapan Merve Okçu’ya teşekkürlerimizi iletelim, onlar da yakalarına taksınlar bu kıvancı bir çiçek gibi…
Sevim Şentürk