1986’da aramızdan ayrılan şair Kâmran S. Yüce’nin bütün şiirlerini kapsayan “Dünyaya Sevgilerle” Everest Yayınları tarafından basıldı. Günümüz okurunun muhtemelen hiç tanımadığı, adını bile duymadığı bir şairin gün ışığına çıkan yepyeni dizelerini hatırlamak gayesiyle kaleme alınan aşağıdaki yazı kitabın giriş bölümünden alınmıştır.

Kayınpederim merhum Kâmran Bey’i şahsen tanıyamadım. Onunla hiç karşılaşmadık. Yüz yüze gelemedik. Ancak şu son yirmi küsur senedir herhalde onu anmadığım, ondan söz etmediğim gün seyrektir. Tanıyanların, bilenlerin anlattıklarından öğrendim onu. Bir de dizelerinden elbet. O dizelerden süzülen pırıl pırıl ışıktan, iyilik dolu şiirden.
Kâmran S. Yüce’nin bütün eserlerini aynı kapağın altına toplama düşüncesi yeni değil. Yıllar içinde gelişti, serpildi bu fikir. Onu okudukça, öğrendikçe daha büyük bir tutku halini aldı. Sonunda önünde durulamaz bir hayale dönüştü. Bu uğurda yıllar boyu bizi, değerli eşim Deniz’i ve beni ısrarla teşvik eden, bununla da kalmayıp kitabın önsözünü kaleme alma inceliğini gösteren Hilmi Yavuz’a teşekkür etmek boynumuzun borcudur. Bu zorlu yola biraz da onun sayesinde çıktık. Lâkin epey meşakkatli bir çalışmaymış bizi bekleyen.
Neyi, nasıl yaptığımızı anlatmadan evvel biraz şairin hayatından söz etmek yerinde olacaktır. Çünkü günümüz edebiyat çevrelerinde Kâmran S. Yüce’nin şiiri tanınmaz, bilinmez. Her ne kadar ömrü boyunca toplumun gözü önünde yaşadıysa da, o kibirden uzak, mütevazı mizacının etkisiyle, hep bir adım geride durmayı başarmıştır şair. Eserini ortaya koymuş, sonra da sessizce aramızdan ayrılmıştır. Biraz da hayatının akışını belirleyen tesadüflerin etkisiyle, bir sanat adamı hakkında bilinecek en temel bilgiler dahi sıra ona geldiğinde birbirine karışmış, görünmez bir elin örttüğü sis perdesinin arkasında kalarak adeta kaybolmuştur.
Adından başlayalım. Kâmran S. Yüce’nin adı çeşitli kaynaklarda sıklıkla yanlış/farklı yazılmış olarak çıkar karşımıza. Farsça’da “arzusuna kavuşmuş, bahtiyar” anlamına gelen “Kâmran” Türkçe’ye geçtikten sonra hem dişil hem eril olarak kullanılan az sayıdaki özel isimden biri olmuştur. İlk a’nın üzerindeki inceltme işareti orijinal yazımın Arap elifbasındaki kef harfiyle başladığına delalet eder ki bu küçük işaretin varlığı (ya da daha çok yokluğu) yüzünden Kâmran adı, aziz nüfus memurlarımızın da azımsanmayacak katkılarıyla, en az üç farklı yazımla karşımıza çıkar.
İmlâ sorunları bir yana, bir de ortadaki S harfi meselesi vardır. Şairimiz şiirlerini -ekseriyetle- “Kâmran S. Yüce” adıyla imzalayacaktır. Nüfusta kayıtlı ismi Mehmet Kâmran Yüce olmasına rağmen Mehmet’i kullanmaz, buna mukabil hep bir “S” taşır gönlünde. Yayımlanmasına tanıklık ettiği üç kitabının ikisinin kapağına adını bu şekilde yazdırır. “S” harfi küçük yaşta kaybettiği ve çok büyük muhabbet beslediği babası Sıtkı Bey’den yadigâr kalmıştır ona. Sahne hayatında, sinemada, televizyonda ya da görev aldığı diğer işlerde (seslendirme, reklam ajansları vb.) asla görmeyiz bu ortadaki S’yi. Oralarda adı hep Kâmran Yüce’dir, öyle bilinir. Sanki şairliğiyle hayatındaki diğer uğraşlar arasına çizilmiş ince bir çizgidir bu yılankavi harf.
Şair Kâmran S. Yüce nerede, ne zaman doğmuştur? Bu basit sorunun yanıtı hakkındaki bilgiler, en hafif tabirle, muğlak, tutarsız, değişkendir. Resmi kayıtlara bakacak olursak o dönemde cari olan Rumî takvime göre 3 Kanun-ı Sani 1341’de (Miladi takvimde 3 Ocak 1925’te) İstanbul, Kadıköy’de doğmuş, Mehmet Kâmran Yüce adıyla Beyoğlu kazası, Kasımpaşa nahiyesi, Küçük Piyale Mahallesi’nde nüfusa kaydolmuştur. Ki bu resmi kaydın dahi doğum yeriyle ilgili olan kısmı tartışmalıdır. Şairin kendi beyanına göre gerçek doğum yeri Elazığ’dır. Çünkü göz doktoru olan babası Sıtkı Yüce o yıllarda trahom hastalığıyla mücadele kapsamında görevli bir hekim olarak çeşitli Anadolu kentlerinde bulunmaktadır. Ailenin ilk çocuğu olan Mehmet Kâmran’ın doğumu da babasının Elazığ’da görev yaptığı döneme rastlamıştır. Rastlamıştır ama bebek Kâmran’ın nüfusa resmi kayıt işlemi İstanbul’da yapılacak, doğum yeri olarak da Kadıköy gösterilecektir.

Doğum tarihine gelince, eskilerin deyişiyle, bu konuda da rivayet muhteliftir. Şairin şansına, Rumi 1341 senesi Türkiye’de eski takvimin (1300’lü senelerin) kullanıldığı son yıl olur. 698 sayılı kanunla yapılan takvim değişikliğinin hemen öncesinde dünyaya gelmiş olmak doğum tarihi hakkında tuhaf bir karışıklığa sebebiyet vermiş olmalı ki, bu konuda değişik kaynaklarda değişik bilgilere rastlanır.
Maddi bilgiler üzerine en güvenilir çalışma kabul edilen Behçet Necatigil imzalı Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’nün 1964 yılında yapılan ikinci baskısına “Kâmran Yüce” adıyla girdiğinde şairin doğum tarihi 1926 olarak verilecektir.[1] Necatigil bir kez böyle yazdıktan sonra da ardından gelen hemen bütün sözlükler, ansiklopediler, antolojiler bu bilgiyi doğru kabul edecek, Kâmran S. Yüce’yi 1925 değil, 1926 doğumlu olarak gösterecektir.
Şair Elazığ’da doğar ama Elazığ’ı hiç bilmez. Çocukluğunun büyük bölümünü kısa süre sonra babası Doktor Sıtkı Bey’in tayini nedeniyle gittikleri Besni[2] ilçesinde geçirir. Peş peşe gelen tayinler yüzünden ilkokulu Kemaliye’de[3], Ortaokulu Kilis’te[4] okur.

Benim anam gül anam otuzunda dul anam [5]
15 yaşına bastığı yıl, yani 1940’ta, hayat ona ilk kötü sürprizini yapar. Sıtkı Bey uzun süre mücadele ettiği nefrit hastalığına sonunda yenik düşmüş, vefat etmiştir. Kâmran S. Yüce kendinden küçük üç kız kardeşiyle birlikte babasız kalır. Sıtkı Bey’in ölümünün ardından bütün aile İstanbul’a taşınır.
Lise çağına erişen Kâmran dönemin en gözde okullarından Haydarpaşa Lisesi’ne kaydedilir. Ne yazık ki yüksek tavanlı sınıflarından ürktüğü bu liseyi bitiremeyecek, tasdikname alacaktır. Taşradan gelmişlik, babasızlık, erken yaşta üstlenmek zorunda kaldığı “evin erkeği” rütbesi ve büyük şehirde top peşinde geçen avare ergenlik yılları bu tatsız sonucu doğurmuştur.
1945-46 öğrenim yılı sonunda Özel İstiklâl Lisesi’nden mezun olmayı başarır. O yıllarda uygulanmakta olan devlet olgunluk imtihanına Vefa Erkek Lisesi’nde girer ve sınavı “iyi” dereceyle geçer. Artık hayata hazırdır. Takvimler 31 Ekim 1946 tarihini gösterirken İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne 3.002 öğrenci numarasıyla kaydını yaptırır.

Daha sekiz sene oldu
Ne çabuk unuttun sevdiklerini
Annem geçim derdine düştü
Kalınca binüçyüz kuruşluk maaşa
Küçükler resmine bakıp yeriniyorlar
Babamızı tanıyamadık diye
Ben de değiştim o zamandan beri
Hem aşık oldum
Halden anlamayan bir güzele
Ne olursun baba
Gene eskisi gibi
Halimizi sorsana
Bu dizeler 1948’de yazdığı “Merhum Pedere Mektup” adlı yayınlanmamış şiirinde yer alacaktır. Açık yüreklilikle bahsettiği gibi değişmiş, yüksek öğrenimle birlikte hayatında hakikaten yeni bir dönem açılmış, ömür boyu vazgeçmeyeceği iki büyük tutkuyla tanışmıştır: şiir ve tiyatro. Yıllar sonra yaşadığı bu değişimi konu alan bir yazı kaleme alacak, içinden geçtiği zorlu dönemi anlatacaktır. Hem de en saf, en içten haliyle:
İstanbul’a göç. Yıkık, korkak, puslu bir İstanbul… İnsanı korkutan Haydarpaşa Lisesi… Mektepten kaçmalar… Futbol… Fenerbahçe stadında antrenmanlar… Belge!.. Sonra yeniden çaba, yeniden okuma hırsı… Yığın yığın kitap… Lise, üniversite, hukuk fakültesi… İlk şiirlerin küçük dergilerde boy göstermesi… Günlerce ceket cebinde taşınıp ona buna gösterilen sayılar… Kızların yanında işittirmek için yüksek sesle konuşup; “Halbuki o şiiri basmayın, ben beğenmiyorum demiştim!”ler…[6]
Kâmran S. Yüce’nin imzasını ilk olarak Mayıs 1948’de Kaynak dergisinin beşinci sayısında görürüz. Ankara’da Avni Dökmeci tarafından hazırlanmakta olan bu iki formalık küçük dergi sayfalarını çok sayıda genç şaire açmaktadır. O dönemde âdet olduğu üzere ilgili sayıda yer bulan 49 imzanın tamamı kapakta isim isim listelenmiş, Yüce’nin adı ise “Kâmuran” şeklinde yazılmıştır.
Kulaklarımızda kiraz küpeler
Dudaklarımızda sevinç
Kadere hükmeder gibi
Elele,
Az dolaşmadıktı Erenköyünde.

Bu tarihten itibaren şairin adı pek çok dergi ve gazetede görünmeye başlar. Saptayabildiğimiz kadarıyla şiirlerinin yayınlandığı dergiler ve ilgili tarih aralıkları şöyle sıralanır: Kaynak (1948-54), Yücel (1950-56), Aile (1951), Küçük Dergi (1952-53), Ufuklar (1952), Yeni Ufuklar (1953-59), Yenilik (1954-56), Varlık (1954-58), Diyelim (1955), Çağıltı (1955), Dost (1958-60), Yeditepe (1960), Ataç (1964), Türk Dili (1964), Kent Oyuncuları (1967), Hürriyet Gösteri (1986).
Bu uzun listeden de anlaşılabileceği gibi Kâmran S. Yüce yaklaşık 40 yıl boyunca şiir yazmış, şiir düşünmüş, değişen dünyanın değişmezlerini dizelerine dökerek anlamaya, anlatmaya çabalamıştır.
Hayatında şiir kadar yer tutacak olan tiyatro uğraşıyla da üniversite yıllarında tanışır. Aynı sınıfa düştüğü Şükran Güngör ile sıkı arkadaştır. Tiyatro meraklısı iki kafadar hukuk son sınıfta okurken birlik olup o dönemde Devlet Tiyatroları yönetiminden istifa ederek İstanbul’a gelen ve yeni bir tiyatro topluluğu kurmak için çalışmakta olan Muhsin Ertuğrul’un kapısını çalar. Muhsin Ertuğrul bu iki tecrübesiz ancak fevkalade heyecanlı gençte ışık görmüş olmalı ki onları kadroya kabul eder, sahneye çıkarır. Nisan 1951’de perdelerini açan Küçük Sahne’nin ilk oyunu olan John Steinbeck imzalı Fareler ve İnsanlar piyesinde Kâmran S. Yüce’yi “Curly” rolünde görürüz.
Sami Ayanoğlu, Nevin Akkaya, Mümtaz Ener, Cahit Irgat. Sonra Münir Özkul, Sadri Alışık, Mücap Ofluoğlu, ben, Saim, Orhan Elmas… Oyun Fareler ve İnsanlar. Hani şu koca Steinbeck’in oyunu. Rolüm Curly. Öyle kolay yutulur lokma değil… Gel de oyna, gel de ilk antrende, Muhsin Ertuğrul kolundan tutacak, ilk lafını nasıl söyliyeceğini tarif edecek sana: “KARIMI gördünüz mü?” Her gece sen tersini yapacaksın: “Karımı GÖRDÜNÜZ MÜ?” [7]
Nisan 1952’de Agah Hün tarafından çıkarılmaya başlanan Küçük Dergi’nin künyesinde “yazı işlerini idare eden” ibaresinin karşısında Kâmran S. Yüce yazmaktadır. Derginin idare yeri ve yazışma adresi olarak şahsi ev adresi verilmiştir:
Selamiçeşme, Güzel Sokak numara 6, Kızıltoprak-İstanbul.
İkinci sayıda bu kez “yazı işleri müdürü” olarak takdim edilir. Bu sayının sayfalarında yayımlanan “Ortağım” adlı şiirinde sevgilisine seslenirken yüreğini ikiye böler:
Kavgamın yarısı sensin
Yarısı insanlar [8]

31 Ocak 1953 günü Galatasaray Lisesi’nin konferans salonunda hakiki bir “ilk” gerçekleşir ve burada düzenlenen “Edebiyat Matinesi” ile Türkiye’de yeni bir gelenek başlar. Sabahattin Kudret Aksal, Orhan Murat Arıburnu, Özdemir Asaf, Mehmet Başaran, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Orhan Kemal, Cahit Külebi, Mücap Ofluoğlu, Ziya Osman Saba, Cahit Sıtkı Tarancı, Haldun Taner, Orhan Veli gibi ünlü isimlerin eserlerinin seslendirildiği bu organizasyonda Kâmran S. Yüce, soyisim sırası gereği, son olarak sahneye çıkar ve kendisine ait olan “1953 Yılına Dilekçe” adlı şiiri okur. O yıllarda Galatasaray Lisesi’nde talebe olan Yiğit Okur (1934-2016) matineyi baştan sona izleyecek ve şairimiz için şöyle yazacaktır:
…Kâmran Yüce, Orhan Veli’nin şiirlerinden sonra kendi şiirlerini okumak bahtsızlığına uğradı. Buna bahtsızlık demek de doğru olmaz. Programdaki yerinin bir muzipliği idi bu. Program kimseyi incitmemek için titizlikle alfabe sırasına göre tertibedilmişti. Kâmran Yüce olsa olsa soyadının muzipliğine uğradı. Belki şiirleri güzeldi ama…[9]
Aynı yıl “Gölge” adını verdiği, sahne hayatını konu alan meşhur şiirini kaleme alacaktır Kâmran S. Yüce. Dizelerin üst yanına “Hocam’a” yazmış, eseri o dönem tiyatro ile uğraşan hemen herkesin hocası olan Muhsin Ertuğrul’a ithaf etmiştir. Belki o sırada kimse farkında değildir ama bu şiir o kadar ünlenecek, o denli beğenilecektir ki, Türkiye’de sahne sanatlarının genelinde, özellikle de tiyatro alanında, adeta bir milli marş mahiyetini kesbedecektir. Bugün bile, Türkiye’de tiyatro dendiğinde akla ilk gelen dizeler Yüce’nin “Gölge” şiirindendir:
Ben oyuncuyum
Eski «Yunan» dan beri
Şimdi adım değişti biraz
Serseri
Sizi güldürmek ödevim
Zaman zaman ağlatmak
Eğer isterseniz
Takla almak
Acılarım yok
Size sattım
Perde kapanmasa görecektiniz
Az daha ağlayacaktım
Gölge adlı şiirinin başarısı o derece büyür, o kadar yankı bulur ki Kâmran S. Yüce Mart 1955’te basılan ilk kitabına bu şiirin adını verir. Tamamı 50’li yıllarda yazılmış 31 şiir yer alır Gölge’de.[10]
Şair bu ilk şiirlerinde dünyanın büyük dertleriyle değil, yakın çevresiyle ilgili görünür. Ama zaten dünyanın bütün büyük dertleri de orada, en yakınında beklemektedir onu. Kasımpaşalı Nuriye’nin on beş yıllık hasretine değinir, oturup caz müziği dinler, mahallenin bir tanesi olan istasyon müdürünün kızı Güldane’nin günahlarına bulaşır, evlatlıkların yediği dayağa hayıflanır, rakıyı memur ya da tüccar kardeşleri gibi şöyle efendice içmek isteyen mor kamyonun şoförünün üşüyen ellerinden söz açar. Bütün bunları yaparken de kendini hiç önemsemez, hep geriye koyar. O sanatına aşık bir işçidir. Edep vadisinde kurulmuş şeyhi-yok bir tekkeye odun taşımaktır yaptığı, bu sayede rahatlamaktadır:
Ancak şiir yazarsam kurtuluyorum
Bütün bir ormanın hışırtısından [11]

Gölge Vedat Günyol’un yönetimindeki Yeni Ufuklar Yayınları arasında basılmıştır. Bu yayınevinin temeli de, o zamanlar pek çok yayıncıda görüldüğü gibi, aslında bir, hatta iki dergiye dayanmaktadır: Ufuklar ve Yeni Ufuklar. Ankara Üniversitesi Dil, Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde İngiliz edebiyatı profesörü olan büyük yazın adamı Orhan Burian bir müddet Yücel dergisinde yazdıktan sonra 1952’de ayrılmış, tek başına Ufuklar dergisini çıkarmaya başlamıştır. Ne yazık ki bu macera sadece yirmi sayı sürer (Şubat 1952-Eylül 1953). Burian’ın 1953’te gelen beklenmedik vefatının ardından yol arkadaşı Vedat Günyol dergiyi devralıp adını Yeni Ufuklar olarak değiştirir. Dergi bu yeni ismiyle Kasım 1976’ya kadar tam 275 sayı çıkacaktır.

Kâmran S. Yüce’nin imzasına hem Ufuklar’da, hem de Yeni Ufuklar’da sıkça rastlarız. Hatta derginin son sayısında bir veda yazısı kaleme alır, Vedat Günyol ile olan dostluğunu anlatırken ilk kitabının basılışına dair anılarını paylaşır:
Vedat Günyol kişiliğine gerçekten saygı duyduğum insanların önünde gelmiştir her zaman… Uzun yıllardır rastlantılara kalmış merhabalara karşın… İlk şiirlerimi Yücel dergisinin Aynalı Pasaj’daki yönetim yerine getirdiğim günlerden bu yana sıcak ilgisini esirgememiştir benden… Sevgili Yeni Ufuklar’ın ilk yayını olan «Gölge» kitabının tüm yorgunluğunu çekmiş, basımevi ile evim arasında günlerce taşınmış durmuş, hasta yatağımda yatan beni utançtan ne yapacağını bilmez hale getirmişti.[12]
Gölge kitap olarak yayınlandığı zaman çok fazla ses getirmez. Hafta dergisinde bir eleştiri yazısı çıkar. Sonra Vatan gazetesinde tanıtılır, o kadar.
Kâmran Yüce son yılların kazandırdığı genç şairlerimiz arasında biçime verdiği değerle dikkati çeker. Mısra kuruluşlarındaki titiz çalışması Yüce’nin özelliğidir. Şair en çok sevdiği şiirlerinin «Yatağa Anı» ve «Orman» olduğunu söylüyor:
«Yatağa Anı» ile cinsel aşkı anlatmaya çalıştım. Bu konuda ilk denememdir, «Orman»a gelince, korkularımın şiiridir o. Toplumdan, ölümden, birçok şeylerden…
Kâmran Yüce 1956 yılında evliliği dener. Ancak yedi ay sürebilen bu ilk izdivaç kırık bir kalp ve hüzünlü bir sonla bitecektir:
Islak gözlerini çözdüm
Evrenden sildim süpürdüm seni
Bu şiir son [13]
Aynı yıl Gülen Erdal’ın Yenilik dergisi için hazırladığı bir ankette sorulan “Son bir iki yıl içinde sanat alanın yeni gözüken yerli sahne sanatçısı film yıldızı, şair, hikâyeciden kimleri beğeniyorsunuz?”sorusuna Kâmran Yüce’nin verdiği yanıtlar şöyledir:
Film yıldızı: yok
Sahne sanatçısı: Münir (Özkul) ve Heyecan (Başaran)
Şair: Cemal Süreyya
Hikâyeci: Tarık Dursun galiba [14]
Bu derginin Aralık sayısında “Yenilik Yayınlarından Çıkan Kitaplar” listesinin son satırında “Kâmran S. Yüce: Uykusuz (Hazırlanıyor)” ifadesi yer alır.[15] Ancak duyurusu yapılan bu kitap yayımlan(a)maz. Kâmran Yüce’nin ikinci şiir kitabının okurlarla buluşması için bir beş yıl daha beklemek gerekecektir.
Soyunuk 1961 yılının son günlerinde Hüsamettin Bozok’a ait olan Yeditepe Yayınları’ndan 111 numara ile çıkar. Kitapta son dönemde yazılmış 26 şiir yer alır.[16]
Soyunuk, adından da anlaşılabileceği gibi, Yüce’nin çıplaklık üzerine düşündüğü bir dönemin verimidir. Müstehcenle arasına mesafe koyan bir çıplaklıktır bu. Yer yer sert, karamsar, ev içlerinde, odalarda, yataklarda geçen, yağmurda ıslanan, kuşku dolu dizeler vardır Soyunuk’ta. Kitaba dair verdiği bir röportajda şiire ve sanata dair düşüncelerini şöyle açıklar Kâmran S. Yüce:
Şiir deyince benim aklıma önce mısra gelir. Yani şiir her şeyden önce bir kelime ve ses sanatıdır bence. (…) İlk yayınlanan şiirimden bu yana on dört yıl geçti. Yazmadan edemediğim için yazıyorum. Yazmak istediğim zamanlar yazarım. Bugünlerde en sevdiğim şiirim Soyunuk’tan “Her Geyik Suya İnende.” (…) En büyük eksiğimiz bence sevgiden yoksun oluşumuzdur. (…) Sanatçı toplumumuzda layık olduğu yerde değil. Değil demek de kolay bir iş oluyor, çünkü toplumumuz turnusol kağıdı gibi sanatçıyı yadırgıyor. (…) Bence sanatçı yapısı asla bitmeyecek bir yapı ustasıdır. Ben süregelen bir bütün içinde bir zerreyim. Bütün aradığını bulmamış ki ben bulayım. (…) Ben sorumu kendi kendime sordum hâlâ cevaplamakla uğraşıyorum. [17]
Aynı röportajında “20. yüzyıl Türk şiirinde en sevdiğiniz ve en sevmediğiniz üçer şairin adlarını verebilir misiniz?” diye sorulduğunda lafı hiç gevelemeden aklından geçenleri söyler. Yahya Kemal, Ahmet Haşim ve Melih Cevdet’i sevmektedir. Baki Süha, Hasan Şimşek ve Selahattin Batu’dan hazzetmez.
Ümit Yaşar Oğuzcan ile şiire dair yaptıkları bir başka söyleşide de benzer görüşler dile getirir:
Dilini iyi bilen, iyi işleyebilen şairin mısraı da şairin değeriyle doğru orantılıdır. Mısra deyince de anlam ile birlikte ses unsurunu kastediyorum tabii. Şiir bence konusundan çok yapısından dolayı önemlidir. (…) İlhama inanıyorum ama ilham bende esinti oluyor. Bu esintiyi oturup işliyorum. Bir zaman dinlenmeye bırakıyor ve sonra yeniden işliyorum. Daha sonra yayınlıyorum ama oluyor mu olmuyor mu bilmem. Ben şiir yazmaktan çok düşündüğüm için işim biraz kolaylaşıyor. Yolda, vapurda, evde son noktam olan yazmaya rahatça hazırlanabiliyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi şiirde işçilikten yanayım. İşçilik olmayınca şiir olmuyor çoğunlukla.[18]

Kâmran S. Yüce 1963’te, 38 yaşındayken vatani hizmetini görmek üzere askere alınır. Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesine bağlı 500 nüfuslu, 100 haneli Uncular köyünde yedek subay olarak öğretmenlik yapacaktır. Uncular’a ulaştığında acı gerçekle karşılaşır: Öğretmenlik yapması için gönderildiği köyde okul yoktur. Ona da yatması için ahırdan bozma bir oda gösterilir. Bu ağır şartlar karşısında tayinini başka bir yere ya da en azından il merkezine istemeyi düşünmez. Köylüleri çevresine toplar, onları muhtarın engellemesine rağmen bir okul yapmaya ikna eder. İnşaatta köylülerle birlikte bizzat çalışır. Gereken maddi kaynağı bulmak için de İstanbul’daki dostlarını harekete geçirir. Mektuplar yazar, basın yoluyla kampanya çağrısı yapar, ülkenin her köşesinden yardım toplar. Sonunda amacına ulaşır. “Yapısı asla bitmeyecek yapı ustası” diye tarif ettiği sanatçı bu kez yapıyı bitirmiş, içinde kütüphanesiyle, yanında lojmanıyla birlikte tam donanımlı bir eğitim kurumunu yoktan var etmiştir. Şiirlerinde savunduğu o büyük erdemi hayatın içinde elle tutulur hale getirmiş, inançlı bir direnişin neler başarabileceğini kanıtlamıştır şair. Kâmran S. Yüce’nin Uncular köyünde yaptırdığı o okulda yıllar boyunca sayısız köy çocuğu okuma yazma öğrenecek, şiir okuyacak, yazı yazacak ve sonra mezun olarak hayata atılacaktır.

O döneme ait şiirlerinde taşradaki ağır şartların izlerine, saf ve temiz çocuklarının özlemlerine rastlarız:
Seni sevmek en zoru
kirlerine küçük ellerin
daha günleri bilmiyorlar üşümeyi öğretiyorum
seni hiç bilmiyorlar öğretiyorum
kara bir armut ağacı
karın uzak rum şarkılarını ıslattığına
inanmıyor öğretiyorum bizans buluntularını
bu ses gelmeden hep kaçmak vardı
ak gecelere inmeden kurt
bilmiyorlar öğretiyorum öğretmek en zoru [19]
1965’te büyük aşkı Tülay Toksoy ile tanışır, kısa sürede hayatlarını birleştirirler. Ertesi yıl kızları Deniz doğar, mutlulukları katlanır. Şairin hayatındaki iki büyük tutkuya, şiire ve tiyatroya bir üçüncüsü eklenmiştir: ailesi.

1971’de bütün şiirlerini Güneş Yorgunu Atlar adı altında toplar. Kendi yönettiği Kent Yayınları’ndan çıkan bu kitabında Gölge ve Soyunuk’takilerin yanı sıra eski tarihli (1949’a geri giden) dokuz şiirine ve 1960-70 aralığında yazdığı 24 yeni şiire yer vermiştir:
gözleriniz yine dalgın hayal haneniz boş
biz bu yılbaşını evde geçirdik siz nasılsınız
siz nasılsınız bebeler aç mısınız
Aslında üç ayrı kitabın toplamı olan Güneş Yorgunu Atlar 90 şiirden oluşmaktadır. Bu toplam Kâmran Yüce’nin 1940’larda başlayıp 70’lere dek uzanan (o güne kadarki) şiir yolculuğunu gözler önüne sermektedir. Yalın ve duyarlı dizelerle insanlara duyduğu sevgiyi anlatır, mutluluğu arar. Bulduğu vakit de paylaşmak ister.
bulunur toprağı kazacak biri
uzamışsa yanıp sönen ışıktan
canım benim kötü kızım yanlışım
çok kısa bir nokta bir çizgi bir an
bırak kuytulara insin akşam [20]
Kâmran S. Yüce 13 Ekim 1986 günü Şükran Güngör’ün kullandığı, Yıldız Kenter’in de içinde bulunduğu bir otomobille İstanbul’dan Edirne’ye doğru yola çıkar. Uzaklar adlı oyunun turnesidir gittiği, geri dönemeyeceği o son turne. Çorlu’nun Ulaş köyü Çamlık mevkiinde, Unilever Yağ Fabrikası’nın önünde karşı yönden gelen çimento yüklü damperli bir kamyonla çarpışırlar. Şair olay mahallinde hayata gözlerini yumar. Şükran Güngör ve Yıldız Kenter kazadan yaralı olarak kurtulacaktır.
Yaşanacakları 1951’de kaleme alıp hiç yayınlamadığı şiirinde anlatmıştır zaten:
İyi çocuktu diyecek bir kaçınız
Aranızdan bilenler namazımı kılacak
Sınıf arkadaşlığımız gelip aklına
Meselâ Şükran ağlıyacak
Sonra ağır ya da çabuk adımlarla
Günün dertlerine koşacaksınız
Şu bu filân derken
Unutacaksınız [21]

Kâmran S. Yüce 1940’lı yıllardan başlayarak 1980’lerin ortasındaki ölümüne dek şiir düşünmüş, yaşayan şiiri takip etmiş, yazmış, -arada yer yer boşluklar bıraksa da- yazdıklarını yayınlamış, edebiyat yolculuğunu sürdürmüş bir şairdir. Henüz 15’inde yetim kalıp üç kız kardeş, bir ananın sorumluluğunu üstlenmiş gencecik bir sanatçı adayı olarak çıktığı bu çetin yolculuğu noktaladığında geriye kalan olgun bir ses, tanınmış bir kültür insanı, güvenilir bir dost, eksikliği hayal bile edilemeyecek bir aile babasıdır. Yaşamı boyunca şiire verdiği emeğin yanı sıra aktörlük, tiyatroda yönetmenlik, sinemada yapımcılık, seslendirme sanatçılığı, yayıncılık yapmıştır. Bütün o yaşantıların izleri Kâmran S. Yüce’nin dizelerinde buram buram tüter.
İçinden geçtiği koşullardan, tanıklık ettiği dünyanın ikiyüzlü hallerinden, omuz verdiği ya da kendi sesini aradığı farklı akımlardan süzüp damıttığı, geriye, bizlere bıraktığı şiiri, söylediği bütün o sözü bugün dahi dimdik ayaktadır. İşte duyulsun, unutulmasın diye çabaladığımız bu sözdür.
Dünyaya Sevgilerle adını verdiğimiz bu çalışma kapsamında Yüce’nin şahsi arşivinin dışında yaklaşık kırk yıllık bir dönemin belli başlı edebiyat dergilerini taradık. Araştırmalarımız sonucu -üç kitabındaki 90 şiirden ayrı olarak- yazım yılları 1940’lara kadar geri giden 63 şiirini daha tespit ettik.
“Kitaplardakiler” adını verdiğimiz ilk bölümde yer alan 90 şiir yazım tarihlerine göre kronolojik olarak dizildi. Şiirlerin Güneş Yorgunu Atlar (1971) kitabında yer verilen son halleri ve verilen tarihler dikkate alınmış, daha önceki basımlarda ya da dergi yayınlarında rastlanan farklılıklar dipnotlarda belirtilmiştir.

“Kitaplaşmamış Şiirler” başlıklı ikinci bölümde yer alan 63 şiirin pek çoğunun yazıldığı tarih hakkında kesin bilgi yoktur. Buna rağmen bu şiirleri de tercih edilen dil, üslup ve temalar üzerinden değerlendirerek (yaklaşık) bir kronolojik sıraya sokmayı denedik. İkinci bölümdeki bu 63 şiirin 28’i yazıldığı dönemlerde çeşitli dergilerde basılmış, 35’i ise hiç yayınlanmamış, okurlarla buluşmak için bugünü beklemiştir. Daha önce gün yüzüne çıkmamış bu satırların yazımından yıllar sonra kitaplaşması edebiyatımız adına kuşkusuz büyük bir sevinç vesilesidir.
Süreli yayınlarda yayımlanmış bazı şiirler daha sonraki bir tarihte bizzat Kâmran S. Yüce tarafından tekrar daktilo edilmiş ya da elden geçirilmiştir. Böyle durumlar saptandığında şairin verdiği son haller esas alınmış, yayımlanmış biçimlere göre farklılıkları dipnotlarda belirtilmiştir.
Kitabın başına koyduğumuz “içindekiler/bibliyografya” bölümünde Kâmran S. Yüce’ye ait 153 şiirin -saptayabildiğimiz kadarıyla- yazılış tarihlerini, yayımlandılarsa ilgili dergi, gazete, kitap ya da antolojilerin künyelerini derledik. Umulur ki çalışmamız yayıncılık ve edebiyat tarihiyle ilgilenen okur ve araştırmacılara mütevazı bir katkı sağlayacaktır.
Adı eskilerde kalmış bir şairin yazın serüveni boyunca lekesiz bir içtenlikle kaleme aldığı, bir bölümü dergilerde kalmış, bazıları hiç yayımlanmamış olan dizelerini tekrar gün ışığına çıkarmaktan, meraklısıyla paylaşmaktan büyük bir heyecan ve mutluluk duymaktayız. Çünkü yaşamı gibi şiiri de iyilik doludur, aydınlıktır Kâmran Yüce’nin.

Ölümünden iki yıl kadar önce, 3 Ocak 1984’te kaleme aldığı son şiirlerinden biri olan “Oyun”u hatırlayarak bitirelim:
Adı Kâmran Yüce
Altı dize
Üç perde.
Konu
Dünyaya sevgilerle
Perde.
Başar Başarır
[1] Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü. Varlık Yayınları, Nisan, 1964, 2. baskı, s. 239.
[2] 1926’ya kadar Malatya’ya bağlı olan Besni ilçesi bu tarihten itibaren Gaziantep’e geçer. 1933’te tekrar Malatya’ya, 1954’te ise Malatya’dan ayrılarak il yapılan Adıyaman’a bağlanır.
[3] Eski adıyla Eğin. Cumhuriyet döneminde önce Elazığ’a, 1926’dan sonra Malatya’ya, 1938’den itibaren Erzincan’a bağlı ilçe.
[4] O sırada Gaziantep’in ilçesi, 1995’ten sonra il.
[5] “Karşıt” şiiri, 1955.
[6] Ses dergisi, 26 Mayıs 1962.
[7] Age.
[8] Ortağım, 1952.
[9] Küçük Dergi, Ocak-Şubat 1953, S. 9-10.
[10] Kâmran S. Yüce, Gölge, Yeni Ufuklar Yayınları, Mart, 1955.
[11] Orman, 1953.
[12] Yeni Ufuklar, Kasım 1976, s. 275.
[13] Gülünçlü Oyun, 1956.
[14] Yenilik, Mart 1956, 7. cilt, S. 39, s. 317.
[15] Yenilik, 15 Aralık 1956, 10. cilt, S. 50, s. 47.
[16] Kâmran Yüce, Soyunuk, Yeditepe Yayınları, Aralık, 1961. Kitabın sonuna eklenen “içindekiler” sayfasında bir dizgi hatası sonucu “Kaçmak” adlı şiir atlanmış, 26 yerine 25 şiir listelenmiştir.
[17] “Sanatçılar Konuşuyor”, Hür Vatan, 10 Ocak 1962.
[18] Yelpaze dergisi, 20 Mart 1963.
[19] Uzakta II, 1964.
[20] Kötü, 1964.
[21] Bildiri, 1951.