Sonda söyleyeceğimi başta ifade etmeden kendimi alamayacağım; Off Günü –günümüzde çokça hasretini çektiğimiz– emekçi sınıfların hayatına mercek tutan ve bunu da edebi nitelik içerisinde ele alan nadir güncel kitaplardan.
Tekgül Arı’nın yeni romanı hayatımızın son yirmi yılında ortaya çıkan ve en küçük kentlerde dahi sayıları iki üçü bulan alışveriş merkezlerinde yaşananları, emekçiler nezdinde konu ediniyor. Üniversite bitirip atanamayan gençler, öğretmenler, iş bulamayan mühendisler, özelikle genç kadınlar için en önemli iş alanı da son yıllarda bu AVM’ler. Hizmet sektöründeki sorunları algılamak için de AVM’ler tipik bir örnek teşkil ediyor.

Konu bu kadar can yakıcı iken, edebiyat açısından meselenin altından kalkmak da bir o kadar zor görünüyor. Bunun bir nedeni, çok uzun saatler sürekli müşteriyle temas halinde olan çalışanların birey olarak ayırt edici özelliklerini kaybetmeleriyken, bir diğeri de AVM’lerde vakit geçirenlerin, hizmet veren bu kişileri görünmez sanmaları. Edebiyatsa toplumsal sorunlarla ilişkiyi keseli çok oldu. İşte Tekgül Arı böyle zor bir işe girişmiş.
Daha ilk sayfalarda anlıyoruz ki 2000’li yılların başında Ankara’da yaşamaya başladığı anlaşılan Güneş’in yolculuğuna tanık olacağız. Güneş’in kendisinden birkaç yaş büyük halasının gördüğü rüya sayesinde, 1999 depreminde göçük altından sağ çıktıklarını, halasının kolunu kaybettiğini, iki genç kadının ayakta kalabilmek için birbirlerine tutunduklarını öğreniyoruz. Bu rüya ile birlikte okura, farklı bir hikâye ile karşı karşıya olduğu sezdiriliyor. Rüyalar, aynı zamanda halası Zühal’in iç sesini duyabilmemiz için kullanılmış.

Yazar bize mağaza müdürü Güneş’in hayata tutunabilmek için çalıştığı işi, çalışanlar ve üstleriyle ilişkilerini anlatıyor. Emekçilerin yoğun olduğu bir semtte oturan Güneş, otobüs beklerken bir taraftan da iş yerini ve sorunlarını düşünür. Uzun saatler süren, tüm ilişkilerin çalışanlar ve müşterilerle sınırlı olduğu iş yaşamı, çalışanların bütün bir yaşamı haline gelmiştir. Hatta en insani ihtiyaçların giderilmesi, annenin hastalığı, hamilelik muayenesi bile diğer arkadaşlar üzerine iş yükü olarak kaldığından tolere edilemez. Güneş buna isyanını, “Sersemletilmiş kaygan bir iş ortamında çalışanlarla nasıl iletişim kurulabilir ki Zühal’im? Doğru yanlış davranış üzerine düşünecek zamanımız yok ki. Kahretsin! Şu halimize bak.” diye anlatır halasına. Her şeyden yalıtılarak, sürekli daha fazla satışa odaklı çalışma ortamında diğer arkadaşlarının da sıkıştığını bilir. Güneş’i diğerlerinden ayıran onun az çok emekçi bilincinin olmasıdır. Bu nedenle üstlerinden gelen, çalışanları çekip çevirme talimatlarıyla daha da bunalır. Çalışanlar arasında ise dayanışmadan çok bir diğerini kötüleyerek öne çıkma güdüsü yaygındır. Hatta Güneş’in zayıf olanı koruma çabaları ona karşı daha çok tavır almalarına, dışlamalarına neden olur. Bölge müdürü özelinde böl-yönet anlayışı burada devreye girer. Bölge müdürü, Güneş’e daha fazla satış baskısı yaparken, çalışanlar arasındaki çelişkileri de kendi iktidarı için kullanmaktan vazgeçmez.
İş ilişkileri dışında özel yaşamı da yolunda gitmez. Güneş işyerinde var ettiği ilişkisini yine işyerindeki dengeler nedeniyle kaybeder. Ailesi olmayan Güneş kendi başına ayakta kalmaya ve çalışmaya mecburdur. Halası Zühal de emeğiyle geçinen bir kadındır. Yine de Güneş’in tek yardım aldığı, sığındığı kişidir Zühal. AVM emekçilerinin yaşamı Güneş ve iş arkadaşlarının sorunları çerçevesinde akarken, bir taraftan da 2015 ve 2016 Türkiye’sinde yaşanan olaylar hayatlarını etkiler; patlayan bombaların arasında genç insanların daha iyi bir yaşam için arayışları… Kitabın sonunda ise Güneş özelinde “Bir insan ömrünü neye vermeli?” şarkısının sözlerini anımsatan bir sürpriz bekler okuru. Yazar 191 sayfa boyunca, AVM emekçileri özelinde anlattığı hikâyeyi, gerçeğe son derece bağlı kalarak, emekçi yaşantılarını, inandırıcılığını yitirmeden, merak unsurunu da diri tutarak kurgulamış. Fakat Güneş’in o dönem içinde yaşanan bu kadar çok olayın tanığı ve mağduru olması kendi içinde tutarlı olsa da, anlatılan hikâyedeki dengeyi biraz sarsmış bana göre. Yine de kitabı bitirdiğimizde kapağı kapatmakta zorlanmamızın nedeni her şeyin bu ağırlıkta yaşanıyor olduğunu bilmemiz olsa gerek.
Neriman Ağaoğlu