Öykü severler Tuğba Çelik ismine altZine, Varlık, Cumhuriyet, Trendeki Yabancı ve Notos gibi dergilerden aşinadır muhtemelen. Yazarın “Dil ve Edebiyat Öğretimi” (2011) ile “Varoluş ve Roman” (2013) adlarında kurgu dışı iki kitabı bulunuyor. Hayatı Lyon, Kayseri, Ankara, Magosa, Niğde gibi türlü şehirlerde geçen Çelik, şimdilerde TED ve Bahçeşehir üniversitelerinde dersler veriyor. 2022’nin Haziran ayında ise ilk öykü kitabı Yolda Ansızın, Everest Yayınları etiketiyle okurlarla buluştu. İçinde 2011 yılında Orhan Kemal Öykü Ödülleri’nde ÇED özel ödülünü aldığı “Afrika Kıtası”nın da olduğu on üç öykü bulunuyor. Hemen hemen her öyküde Ankara’nın sokaklarında dolaşıp havasını soluduğumuz bu kitapta Ankara da öykülerdeki karakterlerden biri gibi yanı başında yer alıyor okurun.

Peki neler okuyoruz Yolda Ansızın’da? Hakikaten yolda, ansızın karşılaşılabilecek insanların birbirine dolaşan hayatlarını öncelikle… İlk öykü “Göl Bekçisi”yle birlikte bir göl çevresinde konumlandırılan lüks bir sitede başlayan ve her birinin hayatı diğerine teğet geçen öykülerle devam eden bir kitap bu. Her biri birbiriyle ilintili üç dört öyküden oluşan kümeler mevcut ve bunlar bir nizam dahilinde bir araya getirilmiş. Bir öyküdeki yan karakterin başka bir öykünün ana karakteri olması yoluyla, yaşanan durumlara farklı bakış açıları kazandırmış yazar. Örneğin “Göl Bekçisi”nde adı geçen mimar Orhan, “Her Şeye Yeniden Başla”nın ana karakteri olarak çıkıyor karşımıza. “İçim Deniz Dışım Deniz”de ise kızı Ezgi ile birlikte onu yine görüyoruz. Diğer kümede “Tamirhane” ile karşımıza çıkan Latif ve ailesini “Borç” ve “İtiraf” öykülerinde tekrar okuyoruz. Birbiriyle ilintili olan başka bir küme de “Balkonda”, “Bahçe” ve kitaba da adını veren “Yolda Ansızın”dan oluşuyor. “Yolda Ansızın”da kendisinden ayrılan sevgilisine e-posta atarak sitemini dile getiren Barbaros var. Bir sanatçı olarak dikiş tutturamayışını, ilişkilerinde de başarılı olamadığını anlatıyor uzun uzun. Hepsi bir yerde benziyor birbirine aslında; birbirlerini hiç tanımasalar da yalnızlıkları ve hayatta bir tutamak arayışları ortak noktaları. İyi bir yazar olmakla sadece kitapları çok satan bir yazar olmak arasında bocalayan Raşit, çareyi lüks bir sitede göl bekçisi olmakta bulan Serbülent, edebiyat dergilerine tutunarak yaşayan Feriha, seramik sanatını icra etmekle para kazanmak arasında tercih yapmak zorunda kalan Barbaros, hayatını ev geçindirmeye adamış Kadriye… Yolda ansızın karşılaşsalar ne derler birbirlerine? Birbirini tanımayan bu insanlar dostane sarılırlar birbirlerine, sırtlarını sıvazlarlar muhtemelen.
Kişisel dertleri içinde kavrulanları okurken arka planda ülkenin gündemine de şahit oluyoruz bu öykülerde. Genelde haber bültenlerini seviyor Çelik’in karakterleri. Örneğin “İtiraf”ta şu cümleleri okuyoruz:
“Televizyon otomatik olarak açıldı. Patlamada hayatını kaybedenlerin aileleri konuşuyordu. Sorumluların yakalanmasını istiyorlarmış. İlgili kurumlara başvurup dava açacaklarmış.” (s.94)
“Afrika Kıtası” öyküsünde de şu cümleleri okuyoruz:
“Spiker kadın başbakanın muhtarları toplandığından, yerel bazda insani gelişmişlik düzeyini artırmak üzere onlarla işbirliği yapılacağından söz etti. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ise polislerin 3600 ek göstergeye geçmeleri için çalıştıklarını söylemişti.” (s.96)
“İçim Deniz Dışım Deniz”de ise “tanıdık” tartışmalar var:
“Karşı masada oturan, ufak tefek, siyah saçlı, kaptan şapkalı bir balıkçı televizyonun kumandasına basıp bir haber kanalı açtı, kızmış gibiydi, ‘Piyasayı manipüle ediyorlar. Dış güçler, faiz lobileri paramızı değersizleştirmeye çalışıyor. Ne yaparlarsa yapsınlar bize diz çöktüremeyecekler,’ dedi.” (s.109)
Yazarın ülkede olup bitenleri öykülerin arka planına yerleştirmeyi seçtiğini, böylece tarihsel anlamda bir im koyduğunu anlıyoruz. Çelik, öykülerde farklı sosyal ve ekonomik sınıflardan insanları da bir araya getirmiş. Bu çeşitlilik okuru kitaba daha da bağlıyor, kendine yakın birini bulma ihtimalini kuvvetlendiriyor çünkü. İşçileri görüyoruz örneğin; otomobil tamircilerini, evlere temizliğe gidenleri, elektrikçinin yanında çırak olanları, ek iş olarak hamallık yapanları… Ya da sanatçıları, yazarları, seramikle uğraşanları… Öte yandan komiserleri, mimarları… Bir de işsiz kalanlar var, ev hanımı olup tüm ailenin yükünü çekenler var. Ankara üzerinden adeta bir ülke panoraması sunuyor Tuğba Çelik okura.
Bu öykülerde aslında herkes bir diğeri; hepsine tanıdık bu yalnızlık ve olmamışlık hissi. Fakat sessizce geçip gidiyorlar yanlarından. Yolda, bir caddede çarpışmamaya çalıştığımız, benzer hayatları yaşadığımız insanlar bu öykülerdeki karakterler. Tuğba Çelik’in üslubu ve birbiriyle örüntülü olarak kurduğu tekniğini görmemek elde değil. Önümüzdeki günlerde başka öykülerini da okumayı umut ediyorum, heyecanla bekliyorum.
Nagihan Kahraman