yavuz türk’e

senin adını silahlarını toprağa gömmüş bir mahalleye vermişler
senin adını artık sokaklarında atların koşmadığı bir caddeye
oğullarımız tuz içinde, parklar endişeli, minareler tersine
terk edilmiş gözlemevleri, üzüm kurutulan çatılar, solgun tabelalarla
içimizde kapısı eksik kalmış evler, yarısına kadar inmiş kepenk
bir kitabın eskirken, bir kalemin eksilirken çıkardığı sesle
senin adını denizi görmeden ölen kötürüm dağlara vermişler

kardeşliğin rutubetle sıvanmış engebeli odalarında
senin bakırın güçlü, kalayın geçmişi parlatma derdinde
kıyıya yürüyerek çıkan bir tekne, asılı kalmış güneş
çavdar tarlasına bozgun, yanlış çizilmiş otoportre
kargalar neyi çağırır, neden güneye akar kuzeyli bir anne
senin adını denizin ıslıkla çağrıldığı aydınlık gecelerde
bir balkondan bir balkona atlayan kömür kokusuna vermişler
yalnızlık bir elmas gibi parıldamış dumandan yapılmış kahvelerde

kaç vakittir sonbaharsın, kaç vakittir dilinde bir lehim
parmakların bir meyhaneyi çiziyor göğün kareli defterine
avlulara tasa gelmiş, bahçeler çamur içinde, tarlalar kıt
bir baba heykeline pisleyen kuşlar, cami duvarından sökülmüş taşlarla
senin adını haritada görünmeyen bir kasabanın meydanına vermişler
bulutlara yama yapıyor çocuklar, ağaçları sallıyor sıcaklık
bir terzi kendi etine dikiyor gördüğü son rüyayı
senin adını üstünde türkülerin oturduğu yırtık minderlere

her şeyin bir adı vardır, her şeyin bir yaşı ve yanlışı
şiir eğreti bir kelebek gibi duruyor rüzgârın işlediği perdelerde

Gökhan Arslan