İlk kitabın heyecanı ayrıdır. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar tıpkı sonrakiler gibi kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın? Yazarlık bize özgü hatalarımızla, acemiliğimizle birlikte bir uzun yolda yürümek değil mi zaten?
İlk öykü kitapları yayımlanmış yazarlarla 2015 yılından beri “İlk Göz Ağrısı” söyleşileri yapıyor, ilk kitaplarının heyecanını paylaşıyoruz. Ayla Burçin Kahraman, 158. konuğumuz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Klişe bir giriş olacak biliyorum ama çocukluğumdan beri kelimelerle oynamayı seven biriyim. Küçükken en büyük merakım sözlüklerdi mesela. Okul çantamdan hiç çıkarmaz, satır satır okur, anlamını bildiğim kelimelerin üstünü kırmızı kalemle çizer sonra bu çizgileri sayarak kendi rekorumu geçmeye çalışırdım. Okul gazetesine bulmacalar hazırlardım. Çengel, kare, ne olursa. Elimde sözlük, yukarıdan aşağı ne yazsam, soldan sağa nasıl denk getirsem diye uğraşır dururdum. Bunların dışında sevdiğim kişilere eften püften sebeplerle yazdığım onlarca sayfalık mektupları da saymazsak masanın başına geçip ciddi anlamda yazmaya başlamam bir arkadaşımın kendi internet sitesinde bana editörlük teklif etmesiyle oldu. Sonra yine aynı arkadaşımın ısrarıyla ilk öykümü yazdım. Yazdığım öykünün geri dönüşleri beni çok heyecanlandırdı. Bir tane daha yazdım. Sonra bir tane daha. Yazdıklarım dergilerde yayımlanmaya başladı, yarışmalardan da güzel sonuçlar gelince kendimi kitap hayali kurarken buldum.
Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?
Öyküyü çok sanatsal buluyorum. Dans gibi. Bir koreografi düşünün. Her biri bir öncekini izleyen, kısacık bir âna sığdırılmış, birbiriyle bağlantılı hareketler toplamı. Ritmi vardır. Bedenin bütün uzuvları bu ritme ahenkle eşlik eder. Ayaklar ileri geri adımlar atar, beden esner, baş ve boyun denge kurmaya çalışırken kollar da dâhil olur kendiliğinden. Yönü belli olmayan daireler, hilekâr manevralar, düzensiz tekrarlar ve tabii ki jestler. Her figürün bir sırası vardır ve izleyen kişi bir sonraki figürün ne olduğunu, ne kadar tekrar edeceğini ve ne zaman biteceğini bilmez. Hep merak içindedir. Çıkarımlar yapar, tahminlerde bulunur ama asla emin olamaz. Daha önce hiç izlemediği bu dansı, bunca bilinmezliğine rağmen izlemeye devam eder. Haz ve heyecan uğruna. Öykü de böyle değil midir? Çıkarımlar ve tahminlerle finaline ulaşmaya çalıştığımız, merak duygusuyla beslenen haz ve heyecan dolu kısacık bir an.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?
Aslında etik olan elbette dosyanızı tek yayınevine yollayıp gelecek olan sonuca göre hareket etmektir ama ben öyle yapmadım. Kitap hayali kurmaya başladığım ilk günden beri çizgisini beğendiğim birkaç yayınevi vardı aklımda. Aynı anda hepsine yolladım dosyamı, ilk dönen benimdir, dedim. İthâki Yayınları, çatısı altında olmaktan gurur duyacağım yayınevlerinden biriydi ve olumlu dönüşüyle beni çok mutlu etti. Aynı gün diğer yayınevlerine mail atarak vakitlerini çalmamak adına geri çektim dosyamı.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?
Her kitabın olduğu gibi Onuncu Ay’ın da bir editörü var elbette. Sevgili Devrim Horlu ilk günden bu yana öykülerime olan güvenini dile getirerek beni sürekli yüreklendirdi, heyecanımı sabırla yönetti. Yayıma hazırlanma sürecinin her aşaması keyifliydi. Bunun yanında benim de içinde olduğum ve öykü konusunda fikirlerine sınırsız güvendiğim İshak Edebiyat yayın kurulu ekibi benim için çok kıymetlidir, anmadan geçemeyeceğim.
İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?
Aslına bakarsanız bir şey umdum mu bilmiyorum. Buraya kadarını hayal ettim ben hep. Kitap çıktıktan sonra ne olur diye düşünmedim. Bundan sonrası çalışmadığım kısım. Daha ilk kitapla imza günlerimde izdihamlar yaşanmayacağının bilincindeyim fakat şunu söyleyebilirim, kitap çıkalı iki ay kadar oldu ve şu ana kadarki geri dönüşler yüzümde gülümsemeler oluşturuyor.
Telif aldınız mı?
Evet, aldım.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?
Edebiyatla ilgilenen herkesin yolu bir şekilde dergilerden geçer. Çoğu yazar gibi, ben de dergilerle adım attım yazarlığa. Mutfakta epeyce vakit geçirdim. Öykümü bir dergiye gönderdikten sonra cevap geldi mi diye her gün mail kutusu kontrol ettiğim çok oldu. Nasıl güzel bir heyecandır. Olumlu dönülmüşse sevindim, o şevkle yeni bir öykü yazmaya giriştim. Cevap olumsuzsa gelen öneriler doğrultusunda öyküye yeniden şekil verdim, gerekirse tekrar denedim. Bazen de vazgeçilip çöpe gönderdim yazdıklarımı. Nihayetinde öykülerim; Varlık, Notos, Öykü Gazetesi, HeceÖykü, Lacivert, KafkaOkur, KE, Sinedebiyat, Ecinniler gibi dergilerde yayımlandı.
Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?
Etrafımdaki herkesin beklediği bir şeydi çünkü öykü yazdığım zamanlar kendimi iletişime kapattığım için bu işi ne kadar ciddiye aldığımın farkındaydılar.
Peki, bundan sonra?
Henüz yazmadığım en güzel öyküyü aramaya devam edeceğim.