“Bizi kurtarması için O’NA yalvarıyoruz ve O bizi duymuyor, çünkü aramızdaki mesafe çok büyük.”
Körler Kıssası, Gert Hofmann

“Kör körün kılavuzu” deyimi bir metafor; hiçbir şey bilmeyen birinin, hiçbir şey bilmeyenlere kılavuzluk etmesi. İlk kez, Milattan birkaç yüz yıl önce Sanskritçede kullanıldığı biliniyor; Budistler ve Romalılar — derken, kutsal kitaplarla günümüze kadar geliyor.
Körler Kıssası (1985), Alman yazar Gert Hofmann’ın bir Aydınlanma resmini fotoğrafa dönüştürme çabasıdır. 62 yaşında Münih’te kalp krizinden ölen ödüllü yazar Hoffmann, tiyatro oyunları ve son dönemindeki romanlarıyla tanınıyor.
Geçen yıl Jaguar Kitap etiketiyle basılan, Gül Gürtunca’nın çevirdiği kitabın konusu, Hollandalı Aydınlanma ressamı Pieter Bruegel’in, esinini İncil’deki bir meselden alan, ölümünden bir yıl önce (1568) yaptığı ve bir başyapıt olarak değerlendirilen “Kör Körün Kılavuzu” adlı resmidir. Tablo, Napoli’de Capodimonte Müzesinde sergilenmektedir. Bugün yaşasaydı, belgesel film yönetmeni olacağına kesin gözüyle bakılan Bruegel, eserleri en fazla araştırılan ve tartışılan ressamların başında gelmektedir. Bruegel, ayrıca ilk modernist şairlerden Baudelaire’i ve imgeci şair William Carlos Williams’ı etkilemiştir (Brueghel’den Resimler, WCW, 1962).
Bruegel’in bu resmi tıp araştırmalarına da konu olmuş; İstanbul doğumlu, Amerika’da yaşayan bir Türk olan göz doktoru Zeynel Karcıoğlu (d. 1946) resme konu olan körlerin her birinin göz hastalıkları üzerine açıklamada bulunmuş ve Bruegel’in diğer resimlerinde de yer alan kilisenin, muhtaç insanları simgelediğini savunmuştur.
Körler Kıssası, uzun zamandır birlikteliklerini sürdüren altı körün, bir ressam tarafından birarada resimlerinin yapıldığı, hayatlarının en önemli gününde geçer. O gün, aynı zamanda, gut hastalığından dolayı fırçayı zor tutan elleriyle yaşlı ressamın hayatında da önemli bir gün sayılmalıdır. Aynı günün sabahından akşamına değin körlerin düşünceleri, yaptıkları, konuştukları en küçük ayrıntısına kadar, hepsi adına “biz” diye konuşan Anlatıcıdan öğrenilir.
Şimdiki zaman kipiyle yazılmış olan Körler Kıssası adlı novella, körlerin yaşamlarını tüm gerçekliğiyle yansıtan diyaloglarıyla ve onların uzaklara yürüdüklerini sandıkları, aslında bir köyün içinde dönüp durdukları sınırlı mekânın sahnesiyle Gert Hofmann’ın oyun yazarlığından güç alır.

Körler Kıssası’nın, basitçe bir resmin yapılış öyküsünün öncesi ve sonrasıyla anlatıldığı bir kurmaca metin olduğu sanılmamalıdır. Anlatı, aynı zamanda körlerin karanlık dünyalarına ışık tutar; onların sınırlanmış günlük yaşamlarında en aza indirgenen eylemlerini ve birbirleriyle ve diğer insanlarla ilişkilerinde yalnızca gereksindikleri sözcüklere hapsolmuş dillerini bilince çıkarır. Körlerin hayatlarına dokunan her fiil, anlamından kaybeder ve bir âdetaya dönüşür. “Her şeyin âdeta gibi olduğu” bir dünyadır onlarınki. Sözcüklerin anlamını kaybettiği bir dünyada yaşarlar. “Geçmişin sözcüklerinin, hiç şüphe yok ki, yarısından fazlası” unutulmuştur. Bunların başında tüm işaret sözcükleri gelir: “Orada!” “Şurada!” “Burada!”
Altı körün öyküsü anlatılırken körlerden dördünün her fırsatta adı geçer. En önde giden Ripolus’tur. Peş peşe yürürlerken her biri önündekinin ya asasını tutar ya da elini onun omzuna koyar. Ripolus aralarında çok az da olsa ışığı görebilmektedir. Ama, her çok az gören kör gibi bu önemli günde neyi ne kadar gördüğünden emin değildir: “Bugün iyi görmüyorum.” Ressama modellik yaptıklarında da Ripolus en öndedir ve nehre en önce düşen o olacaktır. Bruegel’in resmine bakan bir göz, Ripolus’u sırt üstü nehre yuvarlanırken görür. Onun hemen arkasında Oyukgöz vardır. O, yaptığı hırsızlık nedeniyle gözleri oyularak cezalandırılan bir kördür ve resimde Ripolus’un üzerine kapaklanmak üzeredir. Sıranın en sonunda “boyunsuz” Malente vardır. Bir de sık sık Bellejambe’nin adı geçer ama onun resimde nerede olduğu belirtilmez.
Anlatıda, resme modellik eden körlerden dördünün adı belliyken, ikisinin adını hiçbir zaman öğrenemeyiz. Bunlardan ilki Anlatıcı’dır. Bu, bir bakıma yazarın seçimi sayılabilir, lakin yazarın altıncı köre bir isim vermemesi düşündürücüdür. Bu, yazarın anlatımda baştan sona birinci çoğul şahısı sürdürebilmesi için bulduğu bir çözüm olabilir. Diğer körler adlarıyla anılsa bile, Anlatıcı “biz” dediğinde, en az iki körün kastedildiğini anlarız. Öte yandan, “Biz (körler)” bir ötekileşmeyi de temsil eder. Yazarın “biz” zamirinde ısrarı aynı zamanda sözcüğün bir birlik ifadesi taşımasından, birlikte varoluşu vurgulamasındandır. Dil Profesörü Gert Hofmann’ın Alman dili, Rusça, Slav dilleri ve bazı yaşayan dillerde uzman bir yazar olduğunu da burada belirtelim.
Çevrelerinde olan bitenle ilgili, “Bize söylediklerine inanmalı mıyız? Gözlerimiz görseydi, söylediklerini mi görürdük?” diyen körlerin şüphesi, kuşkusuz çağımızın da şüphesidir. Bu sözler, daima birilerine çalışan çağdaş basının manipülasyonlarını anımsatır. Anlamak bağlamla olanaklıdır. Bağlamından çekip alınan haberlerle her gün biraz daha körleştirilmiyor muyuz? Sözlükte, “Bağlam, bir şey meydana gelirken içinde bulunduğu ilişkilive ona anlam kazandıran koşullardır,” denmekte. Bağlamın, edebiyattaki ve felsefedeki tanımları da bir ilişkiden söz eder. Her gün televizyonda, ilişkisinden koparılan olayların haberleri “Bize söylediklerine inanmalı mıyız?” sorusunu sordurtup duruyorsa, bir körden farkımız yok demektir.
Bruegel, geniş açılı resimleriyle tanınıyor. O, herhangi bir nedenle resim yapan biri değil. Yaşamının sonunda körlere odaklanması oldukça anlamlı. Hofmann, ressamın “Kör Körün Kılavuzu” eserinin, dünyanın doğasını ve insanın kaderini mükemmel şekilde ifade ettiğini ve resimde, dünyanın ve insanlığın sonunun işaret edildiğini yazar. Bruegel’in kendi çağının gözlemiyle ortaya koyduğu insanlığın sonuyla ilgili kehanetinin ne derece isabetli olduğunu, bugünün dünyasının bir adım ötesini göremeyen liderlerine ve onların “kör” takipçilerine bakarak değerlendirmek de “biz”e düşmektedir.
Nazmi Özüçelik
emeğinize kaleminize sağlık
Teşekkür ederim.