Geçenlerde katıldığım bir söyleşide (yine) öykünün yükselişte olduğu ve artık daha çok okunduğu ifade edildi. Bana daha çok wishful thinking gibi gelen bu tespit acaba gerçeği yansıtıyor mu? Geniş okur kesimlerinin öykü sanatıyla olan mesafesi azalıyor mu? Bence açıklayıcı bir örnek: Birkaç gün önce çok okuyan, kalabalık ortamlarda bile romanına gömülüp dünyayı unutabilen bir arkadaşım bana bu aralar yeni bir kitabımın çıkıp çıkmayacağını sordu. Ben de ona bekleyen bir öykü dosyam olduğunu ve belki yakında kitaplaşacağını söyledim. Arkadaşım bana baktı ve şöyle dedi: Senin için okurum!

Bunda şaşılacak bir şey yok. Geniş okur kesimlerinde roman hep daha çok tercih edilmiştir. Kitap okuyor musun, şeklindeki klasik soruda kasıt genelde romandır. Uzun bir zamana yayılması, belli karakterlerin ve olayların dönüşümünü ele alması romanı okur nezdinde hep daha çekici yapmıştır. Peki öyküyü kimler okur? Bu türe özel ilgi duyan bir avuç meraklı, zaten kendileri de öykü yazan edebiyat heveslileri ve belki birkaç kişi daha!

***

En son yaptığımız Erasmus online sözlü sınavında bir öğrencimiz –bir doktor adayı– kendini çok güzel ifade etti. O esnada arka planda bir muhabbet kuşunun kesintisiz ötmesi hoş bir detaydı. 6-7 dakikalık konuşma boyunca öğrencimiz akıcı İngilizcesiyle sorularımı cevaplarken ekranda görünmeyen kuş da belli ki neşesiyle ona eşlik etmek istiyordu (tweet, tweet, tweet!) Sınav biterken, maşallah ikisi de şakıdı, diye düşündüm ama bunu öğrenciye söylemedim!

***

Selçuk Altun’un Kitap İçin’lerinin tiryakisiyim. Bir yazarın hiçbir romanını okumadığınız halde onun edebiyat anlayışına yakın hissetmek diye bir şey varsa, benim için burada durum budur! Tiryaki sözcüğü belki doğru olmadı zira Cumhuriyet Kitap’ta yazmayı bıraktıktan sonra onu aylık olarak takip edemedim. Kitaplarını bekledim. Geçen yıl çıkan ve Enis Batur’a ithaf edilen Kitap İçin 5 bugünlerde okuma keyfimi “varsıllaştırıyor.” Diğer dördü de kitaplığımdadır. Öyle görünüyor ki, Günizleri’nde Kitap İçin’den alıntılar da eksik olmayacaktır.

Selçuk Altun

İşte ilki: 4307. maddedeki Küresel Kültürazzi’ye göre yazar Stanley Larkin “Galiba tüm okurlarımı adları ve soyadlarıyla tanıyorum,” dermiş.

Acaba bu alıntıyı biraz da beni anlattığı için mi sevdim!

***

2019’da İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinin (seçimin!) iptal ve yenilenme süreci Ramazan ayına denk gelmişti. O günlerde gelişmelerden rahatsız olan (ve zaten daha sonra DEVA partisine geçen) AKP Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, tuttuğumuz oruçlar bizi kurtarmayabilir, mealinde bir tweet atmıştı. Anlamlıydı. Şimdi yine bir Ramazan ayındayız ve yine sandık yolunda dörtnala koşuyoruz. Bugünlerde bazı demeçler okuyorum, sözde ifşalar ve tuhafın tuhafı sokak röportajları izliyorum – Yeneroğlu’nun o tweetini hatırlamadan edemiyorum!

***

Ayçin Kantoğlu zaman zaman Twitter’da İlahi Komedya’dan pasajlar okuyor. Eserin aynı zamanda çevirmeni olan Ayçin Hanım’ın ses tonu ve şiirleri okuma tarzı onun tiyatro oyunculuğuna da yatkın olduğunu hissettiriyor. Bu videoları büyük bir keyifle izliyorum (dinliyorum). Geçen yaz ona yazdığım bir mesajda kendisinden bir ricada bulunmuş, Edip Cansever’in Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir adlı eserini seslendirmesinin de hoş olabileceğini söylemiştim (hani şu, ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç, diye giden şiir). Ayçin Hanım o zaman OK anlamında bir emojiyle önerime yeşil ışık yakmıştı. Hâlâ bekliyorum!

***

Murat Bey merhaba, nasılsınız?

Geçen akşam sosyal medyadaki duyuruyu görünce hemen televizyonu açtım. Zira edebiyat dergilerini ve editörlük mesleğinin zorluklarını konu alan bir söyleşiyi kaçıramazdım. Bunlar zaten ilgilendiğim konulardı fakat beni iyice şaşırtan başka bir durum daha vardı ortada: Ekran başına geçtiğimde söz sizdeydi. Evet, siz konuşuyordunuz ve tam o anda benden bahsediyordunuz!

“Skor olarak görüyor.”

“18. dergi de Kitap-lık olmasın.” 

“Çok dergide çıkmayı eksi olarak görüyorum ben.” 

Kabaca aklımda kaldığı kadarıyla böyle şeylerdi söyledikleriniz ve, şaka bir yana, o an hakkında konuşulan, “dergilere yazı gönderen kişi” profiline kendimin de uyduğunu hemen anladım.

Ben bu açıdan hiç bakmamıştım olaya; programı izlemek sizin yaklaşımınızı öğrenmemi sağladı. Üstelik söyledikleriniz az çok kafama da yattı. Böylece kendim için de, doğru mu bilmem, bir sonuç çıkardım: Demek şimdiye kadar Kitap-lık’a gönderdiğim ürünlerin hepsi de kötü veya yetersiz değildi, öykülerimin listeye girememesi dergi editörünün meseleye biraz farklı bir şekilde yaklaşmasından kaynaklanıyordu.

Ama “skor olarak görmek” meselesinde bir sorun görmüyorum ben. Yazan kişi güvendiği, iyi olduğuna inandığı bir metni çekmecesinde saklamaz; onu sevdiği, saydığı insanlarla paylaşmak ister. Şüphesiz editörler de bu insanların arasında başı çeker. Yazan insanlar, hele yeni başlayanlar (doğal olarak) editörlerce onaylanmak, beğenilmek isterler. Bu, farklı bir ölçekte de olsa, Demir Özlü’den Pera Mera hakkında güzel şeyler duymaya benzetilebilir. Özlü’nün övgü dolu sözleri kitabın müellifini kim bilir ne kadar mutlu etmiştir.

Saygı ve sevgiyle…