Ağustos 2015’te, yani Angela Merkel’in Almanya’nın sınırlarını mültecilere açtığı yazı Berlin’de geçiriyordum. Günlerce haber izlemekten, Almanya tren istasyonlarına akın akın gelen Suriyeli ailelerin ve diğer mültecilerin haberlerini okumaktan başka bir şey yapmadım. Bir yıl sonra, mültecileri ağırlamak için elinden gelen her şeye yapmaya hazır bir gönüllü namzedi olarak tası tarağı toplayıp Berlin’e taşındım. Almanlarla mültecilerin el işleri yaptığı bir dernekte çalışmaya başladım; ne var ki, acemiliğimle organizatörler için bir yardım elinden daha ziyade sorun oldum. Bu esnada bir “Gündelik Konuşma” kitabından Arapça öğrenmek için boşa çaba sarf ettim. Çok geçmeden arşiv işleri ve çevrilecek kitaplarla daha fazla haşır neşir olmaya başladım; nihayetinde de hevesim kaçtı. Sırf Berlin’de bile on binlerce mülteci vardı, yani insan tek başına ne yapabilirdi ki? Pek çok dilin yanı sıra ağırlıkla İtalyancadan İngilizceye çeviriler yapan bir edebiyat çevirmeni olarak yaptığım işin, ziyadesiyle önemli bulduğum siyasi meselelerle bir bağı olabileceğiyse zerre kadar aklıma gelmemişti.
Sonra bir editörden bir e-posta düştü gelen kutuma: Lampedusa adasında klinik işleten ve ucu Avrupa’ya uzanan tehlikeli bir deniz rotasındaki mültecileri kurtarmayı amaçlayan insani çabanın ön saflarında yer alan İtalyan bir hekimin kaleme aldığı kitabı çevirmek ister miydim? Kitabın tamamını okumadan “evet” dedim. Okuyup bitirdiğimdeyse Tears of Salt’u çevirme ihtimali beni daha da heyecanlandırdı. Adada yaşayan hekim Pietro Bartolo –ve kitabı beraber kaleme aldığı Lidia Tilotta– kurtardığı mültecilerin hikâyelerini anlatıyordu kitapta: Ayrılan ve yeniden birleşen aileler, tecavüze uğrayıp hamile kalan kadınlar, denizde yaşanan trajik kazalar.

Bu hikâyelerin arasınaysa Bartolo’nun yoksul bir balıkçı çocuğu olarak Lampedusa’daki büyüme hikâyesi serpiştirilmişti. Genç Bartolo, adada lise olmadığından eğitimine devam etmesini isteyen ailesince Sicilya’ya gönderilmiş ve sonunda da adanın tek kliniğini açmak için Lampedusa’ya geri dönmüş. Anakaraya uzak bir adada hekim olarak çalışmayı seçmek, –elbette yeterince hizmet alamayan bir topluluk için tıbbi bakımı erişilebilir kıldığından– Bartolo’nun tek, hatta birinci güdüsü bu olmasa bile, alenen siyasi bir eylemdir. Bununla birlikte, Akdeniz’i aşan mültecilerin sayısı kriz çanlarını çaldıracak hale gelince, Bartolo her geçen gün kendisini Avrupa kimliği ve insani taahhütlere ilişkin siyasi bir gündemin daha fazla içinde bulmuş. Tabii bunlar, coğrafi açıdan Tunus kıyılarına Sicilya kıyılarından daha yakın ve Avrupa ile Afrika arasındaki sınırları bulanıklaştıran küçük bir İtalyan limanı olan Lampedusa için bilhassa endişe verici sorunlar.
Belli metinleri dilsel sınırların ötesine taşıyarak okuyucular için erişilebilir kılan edebiyat çevirisinin son derece siyasi bir eylem olduğunu söylemeye bile gerek yok. Çevirmenler genellikle çevirdikleri yazarların ve kitapların arkasında durur ancak biz çeviriyi her zaman kendi başına siyasi bir savunu biçimi olarak düşünmüyoruz. Dahası düşünmemek zorundayız da: Girift ya da zorlu bir anlatıya sürekli bir dikkat vermenin, neye değer verdiğimize ilişkin siyasi bir beyan olduğu doğrudur ancak iyi kitapları yalnızca bu jestin siyasi anlamı nedeniyle okuyup çevirmiyoruz: Bu kitapları iyi oldukları için okuyoruz, elimizden başka türlüsü gelmiyor.
Tabii bazı kitaplar, sahip oldukları doğrudan siyasi bağlamları nedeniyle çevirmenin görevinin siyasi boyutuna daha çok dikkat çeker. Bu mesele üzerine düşünmeye başlayınca eskiden de sık sık bu türden metinlere ilgi duyduğumu fark ettim. Çevirdiğim ilk kitap, Çin’deki eğitim sisteminde görmezden gelinen ve büyüdüğüm Hong Kong’da neredeyse hiç adı anılmayan, travmatik bir hadise olan Çin Kültür Devrimi’ne dair bir hatırattı. Ji Xianlin’in The Cowshed’i hemen herkese göre Kültür Devrimi’ne ilişkin Çin’de en çok okunan hatırattı ve bu kitabın İngilizce okuyan dünyaya ulaşması gerektiğini düşünüyordum. Tabii böyle bir şey ancak birilerinin çeviriyi üstlenmesiyle mümkündü.
Çeviri işte bunu yapar: Newcastle ya da New Mexico’daki bir okuyucu için Lampedusa’daki İtalyan bir doktorun bakış açısını –diyalogların çoğunun Arapça ya da Sicilya lehçesinden çevrildiği bir hikâyeyi– anlaşılabilir kılar. Pietro Bartolo, Tears of Salt’ta –zorunlu göç krizinin henüz sona ermediğini düşünürsek– Avrupa’nın insani ikilemi için doğru çözüm olduğuna inandığı şeyi ortaya koyuyor. Tamamen katıldığım bir fikir değil bu, ama şu anda meselemiz bu değil zaten: Önemli olan, kitabın İngilizce çevirisinde onun bakış açısının, çeviriyi okuyacak ülkelerdeki insanların nasıl tepki vermesi gerektiğine ilişkin sohbetin bir parçası haline gelmesi. İngilizce konuşulan ülkeler, kıta Avrupası’ndaki açıklanmayan sayılarla ve Ürdün ile Türkiye gibi nispeten çok fazla göçmene ev sahipliği yapan ülkelerle kıyaslandığında epey az göçmene kapılarını açtı; dolayısıyla bu konunun canlılığını koruması bilhassa önemli görünüyor.

Doktor Bartolo’nun Lampedusa adasındaki çabasını, ödüllü Denizdeki Ateş (Fire at Sea, 2016) adlıbelgesel filmde ortaya koyan İtalyan yönetmen Gianfranco Rosi film üzerine şunu söylemişti:
Filmi izleyen insanların salondan çıktıklarında, “Bu konudaki tutumum ne? Ne yapabilirim?” demelerini istiyorum.
Elbette bir kitap ya da filmden çok şey beklemek bu. Tears of Salt’un güçlü anlatısının okuyucularda bir tepki uyandırmasını ümit etsem de, başarması gereken şey için dört başı mamur bir program yok elimde. Belki Bartolo ve Tilotta’nın sözcüklerini çevirmem bir yerlerde Arapça öğrenmekte başarısız olmuş birini, bir el işleri derneğine katılmaya, hatta yardım edebileceği pratik bir yol bulmaya ikna edebilir. Belki kimi okuyucuların fikrini değiştirir, başkalarını da harekete geçirir. Gelgelelim, Tears of Salt, okuyucularını doğrudan harekete geçiremese bile, Bartolo’nun sesi artık İngilizce çeviride duyulabilir ve bu bile hiç yoktan bir şeydir.
Chenxin Jiang
Çeviren: Utku Özmakas
Yazı, Literary Hub adlı sitede yayımlanmıştır.