İlk kitabın heyecanı ayrıdır. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar tıpkı sonrakiler gibi kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın? Yazarlık bize özgü hatalarımızla, acemiliğimizle birlikte bir uzun yolda yürümek değil mi zaten?
İlk öykü kitapları yayımlanmış yazarlarla 2015 yılından beri “İlk Göz Ağrısı” söyleşileri yapıyor, ilk kitaplarının heyecanını paylaşıyoruz. Vildan Külahlı Tanış, 161. konuğumuz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Hep iyi bir okur olmaya çabaladım. Okudukça hem o denizde boğuldum hem de ara ara boğulduğum o sudan başımı çıkarıp bakmaya çalıştım. Çıkarabildiğim zamanlar sanırım kaleme gitti elim. Dünyadan öylesine geçip gidecek biri olarak kalmanın, üzerime yüklediği kaygı da sanırım en büyük tetikçim oldu. Yazdıklarımı gün yüzüne çıkarma cesaretim olmadı uzun zaman. Kendi halinde, kendince bir şeyler karalayan biriydim. Otuzlu yaşlarımdan sonra -ki sanırım bu eşikte bir keramet var- artık yavaş yavaş çeşitli yarışmalara ve dergilere öykülerimi göndermeye başlamıştım. Benim için çok kıymetli olan mecralarda yayımlanma şansım oldu. Bu süreç “bir dosya oluşturmam gerekiyor” fikrine sıcak bakmamı sağladı. Nihayet içime sinen öykülerimi bir araya getirdiğimde bir kitap olabilecek yeterliliğe ulaşmışlardı. Çizgide Bir Kukla böylece ortaya çıktı.
Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?
Üniversiteden mezun olduğumda ilk maaşımın üzerine biraz da borçlanarak analog bir fotoğraf makinesi almıştım. Kadraja sığdıracağınız o karenin seçimi, o küçücük kareye neleri dâhil edip etmeyeceğiniz, neleri dışarıda bırakacağınız ve en önemlisi neye odaklanıp neleri arka planda bırakacağınız bir hikâye yaratmaya çok benzerdi aslında.
Öykü yazmayı da fotoğrafın bu yolculuğuna çok benzetiyor, kafamda hep özdeşleştiriyordum. Bir kareye sığdırmaya çalıştığım dünya ile öykünün kelime iktisadıyla kurulan evreni arasında büyük bir bağ hissediyordum. O daracık alanda hem duyguyu okura geçirmek hem de okuru hikâyenin merkezine alabilmek büyülü geliyordu bana. Bu his sanırım beni öyküye sürükledi.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?
Yola illa bir kitabım olsun niyetiyle çıkmamıştım açıkçası. Yazmayı seviyordum ve yazabiliyordum. En önemlisi buydu. Fakat yazan çoğu insan gibi bir süre sonra öykülerimi iki kapak arasında, ete kemiğe bürünmüş halde görmek istediğimi fark ettim. Fakat şunu söyleyebilirim ki kitapsız bir hevesliden kitaplı bir yazar olmaya giden yol büyük bir tutku dahası çokça sabır gerektiriyor. Dosyamı hazırladığımda şansımı birkaç yayınevinde denemek istemiş, olumsuz dönüşler alırsam tekrar revize ederek yeni bir yol haritası çizmeyi planlamıştım. Ne mutlu ki altı ay kadar sonra Everest Yayınları olumlu dönüş yaptı. Sonrasında kitabın yayımlanması bir yılı buldu hatta geçti diyebilirim.
Dosya gönderme ve kitabı elime arasında çok da kısa diyemeyeceğimiz bir bekleme sürecim olsa da kendimi şanslı hissediyorum. Çok istediğim bir yayınevinde dosyamın karşılık bulması bu bekleme sürecini telafi etti diyebilirim.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?
Editörüm sevgili Elif Yeşilkaya ile çalışma fırsatım olduğu için kendimi hep çok şanslı hissettim. Çok titiz ve süreci keyifle yöneten biri. Ona da buradan sevgilerimi iletmek isterim.
Tabii bir de dosyamı yayınevlerine göndermeden önce İshak Edebiyat’ta öyküye gönül vermiş dostlarımın nazarından geçtiğini söyleyebilirim.
İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?
Değişen pek fazla bir şey yok aslında. Hayatımda çok büyük değişiklikler olmayacağını biliyordum. Fakat şu var sizin bazen bulaşıklardan geçilmeyen bir mutfak tezgahına sırtınıza dönerek bazen ütü masasını salona açıp bir çalışma alanı yaratarak yazdığınız öykülerin hiç tanımadığınız evlerde, hiç tanımadığınız zihinlerde kendine yer bulması biraz tuhaf, çokça güzel bir duyguymuş.
Telif aldınız mı?
Evet aldım.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?
Dergiler benim kitaplaşma sürecinde kapısını en çok aşındırdığım alanlardı diyebilirim. Yazdıklarımın bir nevi eleği gibiydi her biri. Elbette kesin kanaat mecraları olmasalar da oralarda yer almayı, ben de varım diyebilmeyi anlamlı ve kıymetli buluyorum. Üç dört yıl kadar yer aldığım birbirinden değerli dergiler, yazdıklarım hakkında okurların fikir sahibi olabilmesi açısından da ayrı bir yerdedirler gönlümde. Buradan isimlerini anarak onlara da selam vermek isterim. Sözcükler, Notos, Hece Öykü, Ecinniler, Öykü Gazetesi, Sin Edebiyat, Altı Yedi yer aldığım değerli dergilerden bazıları.
Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?
Yakın çevrem uzun zamandır yazma uğraşı içinde olduğumu biliyorlardı. Kitabımın çıkması biraz da beklenen bir durumdu.
Peki, bundan sonra?
Sonrası… O da kendi hikâyesini yazar diye düşünüyorum.