
“Ayda üç kilo verdiriyormuş bu diyet, kuzenim altı aydır yapıyor, kuşa döndü kız.”
Vermeyeceğim. Hatta daha da yiyeceğim. Balıketli ve iyiyim. On yaşımda da balıketli ve iyiydim, otuz yaşımda da öyleyim.
“Meyve soyayım mı sana?”
İyi olmaktan başka marifetlerim de var. Çok güzel meyve soyarım mesela. Hele portakal. Altı eşit çizgi atarım kabuğuna bıçakla. Serçe parmağımı, kestiğim tepesinden usulca sokup öyle bir soyarım ki bir damla su akmaz. Sonra elma var, çok güzel elmalar var, kültür kütür, yeşil yeşil. Yiyeceksem eğer ithal elma yerim. Birini soyarak ötekini soymadan dilimlerim. Birini hafif tuzlayarak ötekini olduğu gibi yerim. Evde kimse yokken ya da annem tuhaf diziler izlerken, açken, tokken, iyiyken –ki hep iyiyimdir– ya da kötüyken, ama her halükarda balıketliyken yerim. Böyle meyve soymayı kimden öğrendim bilmem. Düşünmem de böyle şeyler üzerine.
“Seni geçen gün bahçelerindeki ağaca bakarken görmüş Özlem. Uzun uzun bakıp gitmişsin.”
Çünkü siz bakmıyorsunuz hiçbir şeye. Tek bildiğiniz ağacın ağaç olduğu. Bakarım hem, Özlem’e mi düşmüş tasası. Başlatmasın bahçesinden. Evlendi ya, Ahmetlerin bahçe onların oldu. Sırık Ahmet, şırıl şırıl Ahmet. Sokak ortasında üstüne işerdi keriz. Hem o ağacı da biz diktik, ona mı soracağım kendi diktiğim ağaca bakarken. O önce kocasına sahip çıksın. Ne bulurlarsa o devede.
“Yok kız, gözüm dalmıştır.”
Demek arkamdan konuşuyorlar. Balıketli yine deli deli geziyordu diyorlar demek. Bir işe bile girmez, annesini dinlemez, babasını zaten iplemez diyorlar. Bizim bahçedeki ağacı keseceğim, bakmasın durup durup, diyor belki Özlem. Sanki balta tutmayı bilirmiş haspam. Hem mahalleye geleli kaç zaman olmuş ki bana hesap soracak. Annesi hemşire diye herkes kapısını aşındırmaya başlamıştı daha ilk haftadan. Düşman askerine mızrak saplar gibi saplardı kadın şırıngayı damara. Sanki bedavaya yapıyor bana, orospu. Hem ağzı da durmaz, dırdırdır, elin şeyiyle gerdeğe girmeye bayılır. Yok Doktor Sema şöyle dediydi, yok diğeri böyle yaptıydı. O da anasının kopyası işte. Boşboğaz.
“Elmalar da suluymuş.”
Elma işte, ye evine git sen de. İki günde bir gelip televizyonda izlediği ne saçmalık varsa anlatır bu da. Daha yaralı parmağa işemişliğini görmedim. İki sokak aşağıdaki markette çalışıyor yıllardır. Ne vakit misafirliğe gelseler annesi, “Benim kızın da matematiği çok iyi maşallah,” der dururdu. Biliyor ya benim notlarımın kırık olduğunu, aklı sıra hem hava atacak hem laf sokuşturacak. Al işte, o kız büyüdü, profesör oldu sanki bana. Kasada kâğıt para alıp bozuk para veriyor altı üstü.
“Dur çay koyayım sana bir bardak daha.”
Yok demez, anca o ağaca niye bakıyordun diye hesap sorar. Sana ne be. Allah’ın ağacı işte. Etrafına çit çekince koynuna aldığı kocası sandı herhalde Özlem hanım kaç yıllık ağacı. Götüne girsin o çitler. Evlendikten sonra tutturmuş Ahmet’e niye böyle açık bu bahçe diye. Çoluk çombalak meyvelere dalıyormuş. Sanki meyveden anlarmış da. Bir kere elma soyduydu. Yarısını çöp etmişti meyvelerin. Çocukların göz hakkı onlar be. O Ahmet sırığına da aşk olsun, çöp gibi karıya köle oldu. Bir sözünü ikiletmeden çakıverdi kazıkları.
“İlyas amca kaçta gelir? Kalkayım adam gelmeden.”
Babam utanır gibi bakıyor yüzüme. Evde de durmuyor yedi aydır. Emekli adam, iyice de yaşlandı. Bir çıktı mı karanlık çökmeden dönmez. İster yağmur indirsin ister güneş bindirsin… Bazen ayakları su içinde, bazen suratı kıpkırmızı. Sırtındaki kambur büyüdükçe büyüyor. Ben küçükken filinta gibiydi. Deri ceket giyerdi sürekli. Her mevsim için vardı bir deri ceketi. Annem kızardı yalandan yaz ayında bu giyilir mi diye. Ama içten içe hoşuna giderdi. İki gecede bir odadan gelen seslerden anlardım hoşuna gittiğini. Elimden tutup mahallede gezdirirdi beni. Bak prensesim, bu böyledir, bak kraliçem şu şöyledir, diye anlatır dururdu. Ben tombul prenses, babasının iyisi, kıymetlisi. Mahalledeki çocuklar kedi yavrusu öldürüyor diye ayağa kaldırmıştım ortalığı. İşe el koyup çekmişti hepsinin kulaklarını. Gecesinde ”Aferin,” dedi, “hep böyle iyi kal, iyiler iyisi.”
“Sırma’nın düğün davetiyesi geldi mi size kız?”
Geldi tabii, gelmez mi? Kaçırır mı fırsatı. Bir de kendisi geldi bırakmaya. Ağzını yaya yaya, “Geleceksin di miiii? diye de sordu hatta. Koca götlü bir şeydi iki sene öncesine kadar. O spor salonuna gitmeye başlayınca bıkar sandım iki aya ama nerde. İnatçı şıllık. Davetiyeyi verirken baştan aşağı süzdü boyumu posumu. Şişko demenin yeni yolu bu herhalde. Ama bilse, böylesini sevenler de var. Kadın dediğin ele gelecek, ne o öyle tahta gibi. Ayı gibi de koca buldu kendine. Herkül’ün yandan yemişi.
“Bizim market sahibinin oğlu da benden hoşlanıyor galiba, gözü sürekli üzerimde.”
Bir insanın market sahibinin oğlu olmak dışında bir işlevi yoksa ne yapar ki zaten. Sana bakar işte. Sen de ilkokulda matematiğim iyiydi, buna yüz vermeyeyim demez kırıtırsın oğlana. O da gece eve gidip otuz bir çeker. Kaç yaşına gelmişler hâlâ birbirlerini kesiyorlar. Adam olsa gelir konuşur, ama nerde adamlık, onun da adamlığı babasının marketi kadar. Bir paket çikolata, yarım kilo pirinç, iki somun ekmek eden bir adamlık. Hem gördüm onu ben. Bir karış boyu, boyundan büyük de göbeği var. Özlem en azından andaval mandaval da olsa uzun çocuğu kaptı. O ağacı da biz diktik, yıllarca biz suladık ayrıca.
“Ay çocukken ne güzel oynardık sokakta. Eve hapsolduk şimdi.”
Çocuk olmanın en güzel yanı onu öğrenmek zorunda olmamak. Şimdi her şeyi öğrenmeye mecburuz. Kaç yaşına gelirsek gelelim böyle bu. Düzgün konuş, gerçeği söyleme sakın. Gerçeğin nesi düzgün değilse artık. Düzgün değilse ne halt yemeye gerçek ki? Özlemiyorum çocukluğumu falan ayrıca. Uzaktan bakmayı o zaman belledim ben. Uzaktan sevmeyi, gizli gizli, içli içli ağlamayı. Şimdiden de memnun değilim. Tek özlediğim yarın. Babamın utanan gözleri yarın olmayacak çünkü. Bir daha yakalanmayacağım o gözlere. Hem neyi varmış evin. Mis gibi işte. Sıcak, meyve de var. Ne olsun daha.
“Tolga Yıldıran yeni diziye başlamış duydun mu?”
Duymadım, bilmiyorum canım, valla bilmiyorum. Ben balıketli olmayı biliyorum sadece. İyi olmayı, çok güzel portakal ve elma soymayı biliyorum. Ahmet’i sevmeyi, Özlem’i gizli gizli kıskanmayı, o ağaca bakıp bakıp içlenmeyi biliyorum. Artık babamın iyiler iyisi kızı olmadığımı, utancın ağırlığını biliyorum. Bilmiyorum Tolga Yıldıran hangi diziye başlamış. Hatta Tolga Yıldıran kim, onu bile bilmiyorum.
Devrim Horlu
Sevgili Devrim Horlu
Kaleminize sağlık, çok severek okudum öykünüzü, güldüm, hüzünlendim, gözlem ve tesbitleriniz şahane…
Sağolun.
şairane hikaye 🙂
Çok güzel bir öykü. Kaleminize sağlık 👏👏👏