Uğraş Abanoz

Güneşin altın rengi yatağa düştü. Gün başladı, gün bitti. Gün, yüz kere vurdu siyah boş saksıya. Ölümün soğukluğu köpeğin kuyruğunda. Saksı, örtü, çam ağacı… Işık, bozkıra bir ton daha kattı. Otlara süzülen çiy damlaları arazideki tek evi sis bulutuna aldı. Uzakta köpek ulumaları başlamıştı, sesleri dinlediler. Zaman bir çift gözdü, izliyordu, tik tak, tik tak, tik tak, tik tak…

Kadın, yatağın kenarında, ışık yok. Tüy’e seslendi. Tüy, duymadı. Kocasının neşeyle söylediği şarkıyı dinledi.

“Ho ho ho, bu ev, bu ev, bu ev, bu sonsuz boşlukta, tatlı bir ışık, göz kamaştıran dünya…”

Kadın, sonsuz devinim içinde inip kalkan beyaz göğse bakıp iç çekti. Eli, saçında. Eli, mavi elbisesinde. Eriyen çelimsiz bacağı, kolu, yol yol mosmor. Diri memeler, kuytuda açlıkla dolaşan boyalı eller artık uzaklarda. Ayağa kalktı, yürüdü, tik tak, tik tak, tik. Halıda narin dolaştı topuk, tik tak, tik tak… pencereye geldi, ıslak ağaçlara, panikle güneye uçan kuşlara baktı.

***

Tüy, dili dışarıda, nefes nefese, küçük mırıltılarla girdi odaya. Nil uyuyordu, halıda dolaştı. Soluklandı. Bal rengi tüylerini silkeledi. Yatağa sızan güneşe koydu patisini, leke büyüyüp pencere şeklini aldı, odada iki pencere var! Menekşe; tomurcuklandı, yapraklandı, koktu, soldu, kurudu, böceklendi, devrildi… Tüy, toprağı koklayıp tartının üstüne kıvrıldı. Elinde fırçayla, duman saçarak girdi odaya adam. Lekeye, kadına, köpeğe baktı. Nil, maviliğin içinde ilk gün kadar çiçekti, ilk gün kadar taze. Adam köpeği alıp çıktı, gördüklerini çizdi. Tüy, aralık kapıdan; sisli, çiy düşmüş bozkıra koştu. Adam soyunup öptü güneşi. Işık, Nil’in saçında, bacağında. Gülüştüler. Toprak saksıya, ışık eve, adam, hiç bitmeyeceğini sandığı dirilikle Nil’in içine doldu.

***

Orhan, pipoya tütün koydu. Tuvale, boyalara, bozkıra baktı. Kibriti çakıp körükledi, koku yayıldı. Yağmurda kanat çırpan kuşlar ağaca dizildi. Açık kapıda sert rüzgârlar. Tüy, bej karoya yansıyan tüvit ceketin yanında. Ölümü düşündü adam, var olmayı, yok olmayı, sonsuzluğu, yitip gitmeyi…

“Bu ev, bu ev, bu ev, bu sonsuz boşlukta, tatlı bir ışık, göz kamaştıran dünyaaaaaaa!”

Tüy, nefes nefese süzüldü salona, yara bere içinde adamın ayağının dibine kıvrıldı. Bacağından kan damlıyordu, rengi değişti.

“Dün siyahtın, bugün bej,” dedi Orhan, güldü, “işte mükemmellik, işte yaratmanın gücü!”

Eline baktı, lekeler kayboluyordu, saksı çizdi. Yerinden kalkıp kapıyı kapadı, mutfağa girdi, 1775 Massandra’yla döndü. İki kadeh koydu ufak masaya –aklına şiir geldi, ufak masa görünce aklına durma bu şiir gelirdi, “Aklım geçmiş yazlara değiniyor, sis basmış kıyılarda, parlak garip beyaz çiçekler, bir yer baktım, uzun uzun arkama atıyorum, üstü biralı ufak masaları, kâğıt capon fenerlerini, ben böyleyim”[1]– doldurdu. Nil, tebessümle resme baktı.

“Gelmene sevindim,” dedi adam, “gelmezsin sanmıştım, buradan nefret ettiğini söylemiştin, artık buraya benzediğini, yorulduğunu, bıktığını! Hani yaşamın tekdüzeliği üzerine söylediğin laflar, kitaplar, ideal ömür safsataları!”

“Geldim, evet, elimde değil, seni seviyorum! Buraya benzediğim doğru, bu evin parçasıyım, bir eşya, bir tablo, vazodan farksız! Yavaş yavaş eriyip bu bozkıra karıştım! Hep yanındayım!”

“Hep aklımdasın!”

“Sanırım resme[2] başlamaya karar verdin!”

Tüy, inledi, yaradan kan sızıyordu, koyulaştı.

Evet,” dedi Orhan, “sana anlattığım kompozisyonu sonunda kurdum, tek eksik sendin, şarabımızı içince, kokunu, tenini düşününce, işte buradasın!”

Nil, şarabı yudumladı, dudağını içe büküp kalan damlayı yuttu, eli alnında, yerde bir tutam saç…

“Hep uyuyorum, yine uykum var, tartıya çıkmaya korkuyorum, sence bu olanlar normal mi?”

Nil, yok oldu, gri bulutlar toplandı, çinko dama pıtır pıtır düştü damlalar, pencere açılıp kapandı. Orhan sustu, yağmur başlamıştı, koltuğa oturdu, şarabı bir dikişte içti. Pencereye döndü, Tüy’e göz kırptı. Güneşle birlikte Nil yeniden arkasında. Resme baktılar… Nil, kucağında…

“Ama tatlım,” dedi adam, hâlinden gayet memnun, “sen böyle yaparsan, çalışamam ki!”

“Çalışma, benimle ilgilen, zamanım yok..!”

Tüy’ün gözleri kapandı, kan kurudu. Şöminede ateş kabardı, şarap bitti. Orhan, palete uzandı, sarı, bej, beyaz, yeşil, haki renkler karıştı… Paletin küçük oyukları bozkırlaştı. Adam, bir iki tuş vurdu tuvale, uzaklaşıp resme baktı, tik…

***

Güneşin altın rengi yatağa düştü. Tüy, dili dışarıda, nefes nefese, küçük mırıltılarla girdi odaya.

Orhan, pipoya tütün koydu. Tuvale, boyalara, bozkıra baktı.

Uğraş Abanoz


[1] Kanada Menekşeli İyi Uzun Balkon, Turgut Uyar.

[2] Master Bedroom, Andrew Wyeth.