Franz Hartmann (1838–1912): Alman hekim, teozof, okültist, astrolog ve yazar. Madame Blavatsky’nin yakın dostu. Kitapları arasında ezoterik araştırmalar ve Jakob Böhme ile Paracelsus’un biyografileri de bulunuyor. Bu öyküsü ilk kez Eylül 1909’da “The Occult Review”da yayımlanmış. “Esrarengiz portre”yi de o yayından aldım.

İki not: 1) Öyküde geçen solar plexus, “karın boşluğu” anlamında kullanılmış. 2) “S.P.R.” ise psişik ve paranormal fenomenlerle ilgili iddiaları araştıran ilk bilimsel kuruluş olan Society for Psychical Research (Psişik Araştırmalar Derneği). 1882’de Londra’da kurulan ve çalışmalarını günümüzde de sürdüren derneğin başkanları arasında William James ve Henri Bergson da yer almış.

Selahattin Özpalabıyıklar

Franz Hartmann

10 Haziran 1909’da Viyana’nın önde gelen gazetelerinden birinde (Neues Wiener Journal) bir haber çıktı. Haberde köylü çocukları arasında çok sayıda ölüm vakaları görüldüğü ve bu durumun ölünce vampir olduğu düşünülen sonuncu B— Kontunun saldırısından kaynaklandığına inanıldığı için B— şatosunun halk tarafından yakıldığı belirtiliyordu. Şato, Karpat Dağları’nın vahşi ve ıssız bir bölgesinde yer alıyordu ve eskiden Türklere karşı yapılmış bir tahkimattı. Hayaletlerin elinde olduğuna inanıldığı için şatoda oturulmuyordu, sadece bir kanadı bekçi ve karısı için konut olarak kullanılıyordu.

Bu haberi okuduğum sırada, Viyana’da bir kahvede, deneyimli bir okültist ve tanınmış bir derginin editörü olan ve şato civarında birkaç ay geçirmiş olan eski bir arkadaşımla oturuyordum. Ondan aşağıdaki anlatımı dinledim ve söz konusu vampirin muhtemelen yaşlı Kont değil de güzel kızı Kontes Elga olduğu ortaya çıktı, kendisinin orijinal resimden alınmış fotoğrafını da elde ettim. Arkadaşım şunları anlattı:—

Esrarengiz portre

“İki yıl önce Hermannstadt’ta yaşıyordum ve tepelerden geçen bir yolun mühendislik işlerini yaptığım için sık sık eski şatonun yakınlarına gidiyordum, burada evin kanadının neredeyse binanın ana gövdesinden ayrı olan bir kısmını işgal eden ihtiyar şato muhafızı ya da bekçi ve karısıyla tanıştım. Sessiz ve yaşlı bir çiftti ve geceleri ıssız salonlarda sık sık duyulan garip sesler ya da Eflaklı köylülerin hava karardıktan sonra çevrede dolaşırken gördüklerini iddia ettikleri hayaletler hakkında bilgi vermek ya da fikir beyan etmek konusunda oldukça suskundular. Tek öğrenebildiğim, yaşlı Kont’un dul olduğu ve güzel bir kızı bulunduğu, kızın bir gün attan düşerek öldüğü, kısa bir süre sonra da yaşlı adamın gizemli bir şekilde öldüğü ve cesetlerin komşu bir köydeki ıssız bir mezarlığa gömüldüğü oldu. Ölümlerinden kısa bir süre sonra köy sakinleri arasında olağandışı bir ölüm oranı fark edilmiş: Birkaç çocuk, hatta birkaç yetişkin görünürde herhangi bir hastalık olmaksızın ölmüşler; sadece eriyip gidiyorlarmış; böylece de yaşlı Kont’un ölümünden sonra vampire dönüştüğüne dair bir söylenti başlamış. İçkiye düşkün olduğu için bir aziz olmadığına şüphe yokmuş, onun ve kızının davranışları hakkında bazı şok edici hikâyeler dolaşıyordu; ancak bunlarda herhangi bir gerçek olup olmadığı belli değil. Ben bunu söyleyecek durumda değilim.

“Daha sonra mülk, ailenin uzak bir akrabası olan ve Viyana’da bir süvari alayında subay olan genç bir adamın eline geçmiş. Görünüşe göre vâris, başkentteki hayatının tadını çıkarıyormuş ve ıssız bir yerde olan eski şatoyla pek ilgilenmemiş; bakmaya bile gelmemiş, ihtiyar görevliye mektupla talimat vermiş, sadece her şeyi düzenli tutmasını ve gerekirse onarımlarla ilgilenmesini söylemiş. Böylece, bekçi aslında evin efendisiydi ve bana ve arkadaşlarıma konukseverliğini sunuyordu.

“Bir akşam ben ve iki yardımcım, genç bir avukat olan Dr. E— ile bir edebiyatçı olan Bay W—, binayı incelemeye gittik. Önce ahırlara baktık. Satılmış oldukları için hiç at yoktu; ama özellikle dikkatimizi çeken şey, yaldızlı süsleri olan ve ailenin armalarını taşıyan garip donanımlı eski bir araba oldu. Daha sonra odaları inceledik, herhangi bir eski şatoda bulunabilecek türde birkaç salondan ve kasvetli koridorlardan geçtik. Mobilyalarda dikkat çekici bir şey yoktu; ancak salonlardan birinde bir çerçeve içinde, büyük şapkalı ve kürk mantolu bir kadını temsil eden yağlıboya bir portre asılı duruyordu. Bu resmi görünce hepimiz ister istemez irkildik; kadının güzelliğinden çok gözlerindeki tekinsiz ifadeden dolayı, Dr. E—, resme kısa bir süre baktıktan sonra, aniden haykırdı—

“‘Çok garip! Resim gözlerini kapatıp tekrar açıyor, şimdi de gülümsemeye başlıyor!’

“Dr. E— çok hassas bir insandır ve spiritüalizm konusunda birden fazla deneyimi olmuştur, bu fenomeni araştırmak amacıyla bir çember oluşturmaya karar verdik. Bu kararımıza uyarak, aynı akşam bitişik bir odada bir masanın etrafında oturduk ve ellerimizle bir manyetik zincir oluşturduk. Kısa süre sonra masa hareket etmeye başladı ve ‘Elga’ ismi hecelendi. Bu Elga’nın kim olduğunu sorduk, ‘Resmini gördüğünüz hanımefendi’ cevabını aldık.

“‘Hanımefendi yaşıyor mu?’ diye sordu Bay W—. Bu soruya cevap verilmedi; ama onun yerine bir şeyler söylendi: ‘Eğer W— arzu ederse, bu gece saat ikide ona bedensel olarak görüneceğim.’ W— razı oldu ve masa birden sanki hayatla donandı, W—’ye büyük bir sevgi gösterdi; iki ayağı üzerinde yükseldi ve sanki onu kucaklamak istiyormuş gibi göğsüne abandı.

“Şato bekçisine resmin kimi temsil ettiğini sorduk; ama bizi şaşırtarak bilmediğini söyledi. Resmin Viyanalı ünlü ressam Hans Markart tarafından yapılmış bir resmin kopyası olduğunu ve yaşlı Kont’un onu şeytani görüntüsü çok hoşuna gittiği için satın aldığını söyledi.

“Şatodan ayrıldık, W— oradan yarım saatlik mesafede bir handaki odasına çekildi. Kendisi biraz şüpheci bir zihin yapısına sahipti, hortlak ve hayaletlere ne kesin olarak inanırdı, ne de bunların olasılığını inkâr etmeye hazırdı. Korkmuyormuş ama anlaşmasından ne çıkacağını görmek için sabırsızlanıyormuş ve kendini uyanık tutmak amacıyla oturup bir dergi için makale yazmaya başlamış.

“Saat ikiye doğru merdivenlerde ayak sesleri duymuş, ardından salonun kapısı açılmış, ipek bir elbisenin hışırtısı ve koridorda bir ileri bir geri yürüyen bir kadının ayak sesleri duyulmuş.

“W— tabii ki biraz ürkmüş; ama cesaretini toplayarak kendi kendine, ‘Eğer bu Elga ise, bırakayım içeri girsin’ demiş. Sonra odanın kapısı açılmış, Elga içeri girdi. Çok şık giyimliymiş ve resimdekinden çok daha genç ve baştan çıkarıcı görünüyormuş. W—’nin yazı yazdığı masanın diğer tarafında bir sedir vardı, Elga orada sessizce durmuş. Konuşmuyormuş ama bakışları ve jestleri arzu ve niyetleri konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmıyormuş.

“Bay W— baştan çıkarılmaya karşı direnmiş ve kararlı durmuş. Bunu prensiplerinden mi yoksa çekingenliğinden ya da korkusundan mı yaptığı bilinmiyor. Her ne olursa olsun, yazmaya devam etmiş, zaman zaman ziyaretçisine bakmış ve sessizce gitmesini dilemiş. Nihayet, ona çok daha uzun gelen yarım saat sonra, hanımefendi geldiği gibi gitmiş.

“Bu macera W—’ye hiç huzur vermedi, sonunda eski şatoda çeşitli tekinsiz fenomenlerin yaşandığı birkaç oturum düzenledik. Örneğin, bir keresinde hizmetçi kız sobada ateş yakmak üzereyken dairenin kapısı açıldı ve Elga orada durdu. Korkudan aklını kaçıran kız odadan fırladı, elindeki gaz lambasıyla dehşet içinde merdivenlerden yuvarlandı, lamba kırıldı, neredeyse kızın elbiselerini tutuşturacaktı. Yanan lambalar ve mumlar resmin yanına yaklaştırıldığında söndü, anlatması sıkıcı olacak daha birçok ‘tezahür’ gerçekleşti; ancak aşağıdaki olayı atlamamak gerekir.

“Bay W— o sıralarda belli bir derginin yardımcı editörlüğünü elde etmek istiyordu ve yukarıda anlatılan maceradan birkaç gün sonra, yüksek mevkideki soylu bir hanımefendinin bu amaçla kendisine himayesini teklif ettiği bir mektup aldı. Mektubu yazan kişi aynı akşam belli bir yere gelmesini ve orada kendisine daha ayrıntılı bilgi verecek bir beyefendiyle buluşmasını rica ediyordu. Gitti ve tanımadığı bir yabancı tarafından karşılandı, yabancı ona Kontes Elga tarafından Bay W—’yi bir araba gezisine davet etmesinin istendiğini ve Kontes’in onu gece yarısı köyden çok uzak olmayan iki yolun kesiştiği bir yerde bekleyeceğini söyledi. Yabancı sonra aniden ortadan kayboldu.

“Görünüşe göre Bay W—’nin buluşma ve gezinti konusunda bazı şüpheleri vardı ve ne olacağını görmek için bir polisi gece yarısı belirlenen yere gitmek üzere dedektif olarak tuttu. Polis memuru gitti, ertesi sabah, gittiği zaman şatonun o meşhur eski moda arabasından ve ona bağlı iki siyah attan başka bir şey görmediğini, sanki birini bekliyormuş gibi orada durduğunu, müdahale edecek bir durum olmadığını ve sadece araba hareket edene kadar beklediğini bildirdi. Şatonun görevlisine sorulduğunda, arabanın o gece dışarıda olmadığına yemin etti, hem zaten dışarıda olamazdı, çünkü çekecek at yoktu.

“Ama hepsi bu kadar değil, çünkü ertesi gün hayaletler konusunda büyük bir şüpheci ve inançsız olan ve bu tür şeylere her zaman gülen bir arkadaşımla karşılaştım. Ancak şimdi çok ciddi görünüyordu ve şöyle dedi: ‘Dün gece başıma çok garip bir şey geldi. Bu sabah saat bir civarında geç bir ziyaretten döndüm ve köyün mezarlığından geçerken girişte altın yaldızlı süslemeleri olan bir arabanın durduğunu gördüm. Böyle alışılmadık bir saatte ne olduğunu merak ettim, ne olacağını görmek için merakla bekledim. Arabadan şık giyimli iki hanım çıktı. Bunlardan biri genç ve güzeldi ama ikisi de yanımdan geçip mezarlığa girerken bana şeytani ve küçümseyici bir bakış fırlattı. Orada onları iyi giyimli bir adam karşıladı; adam hanımları selamladı ve genç olanla konuşarak şöyle dedi “Vay canına, Bayan Elga! Bu kadar erken mi döndünüz?” O kadar tuhaf bir duyguya kapıldım ki aniden oradan ayrıldım ve aceleyle eve döndüm.’

“Bu konu açıklığa kavuşmadı; ancak daha sonra Elga’nın resmiyle yaptığımız bazı deneyler bazı ilginç gerçekleri ortaya çıkardı.

“Resme belli bir süre bakmak, solar plexus bölgesinde çok nahoş bir duygu hissetmeme neden oluyordu. Portreden hoşlanmamaya başladım ve onu yok etmeyi önerdim. Bitişikteki odada bir oturum düzenledik; masa benim varlığıma karşı büyük bir nefret gösterdi. Çemberden ayrılmam ve resmin yok edilmemesi gerektiği söylendi. Ben de bir Kitab-ı Mukaddes getirttim, Yuhanna İncili’nin ilk babının başlangıcını okudum, bunun üzerine yukarıda adı geçen Bay E— (medyum) ve orada bulunan başka bir adam resmin yüzünü çarpıttığını gördüklerini iddia ettiler. Çerçeveyi çevirip çakımla resmin arkasını farklı yerlerinden deldim, Bay E— ve diğer adam koridora geçmiş olmalarına rağmen bütün darbeleri hissettiler.

“Resmin üzerinde pentagram işareti yaptım, iki beyefendi yine resmin yüzünü korkunç bir şekilde çarpıttığını iddia ettiler.

“Kısa bir süre sonra yurda çağrılıp o ülkeden ayrıldık. Elga hakkında başka bir şey duymadım.”

***

Editör arkadaşımın anlattıkları buraya kadar. İçinde açıklama gerektiren birkaç nokta var. Belki S.P.R.’nin bilgeleri bunu astral düzlemde hüküm süren doğa yasalarını araştırarak bulacaklardır, yoksa daha kolay bir yolu tercih ederek her şeyin saçmalık ve sahtekârlık olduğunu ilan edeceklerdir.

Franz Hartmann

Türkçesi: Selahattin Özpalabıyıklar