İlk kitabın heyecanı ayrıdır. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar tıpkı sonrakiler gibi kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın? Yazarlık bize özgü hatalarımızla, acemiliğimizle birlikte bir uzun yolda yürümek değil mi zaten?

İlk öykü kitapları yayımlanmış yazarlarla 2015 yılından beri “İlk Göz Ağrısı” söyleşileri yapıyor, ilk kitaplarının heyecanını paylaşıyoruz. Hatice Akalın, 162. konuğumuz.

Hatice Akalın

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Anlatmak, bir var olma biçimi bana göre. Ben hikâye anlatıcılığını önemsiyorum, yaptığım işi de yazmaktan ziyade anlatmak olarak nitelendirebilirim. Bu yüzden şimdilerde kitaplı bir hevesliyim diyebilirim. Yazar olma payesi, bana tek kitapla hak edilebilecek bir şey değilmiş gibi geliyor. Bu yüzden kitabım çıktığı için çok tatlı bir heyecanın içerisinde olsam da yolumun uzun olduğunun farkındayım.

Kitabın oluşma sürecine gelecek olursak, yazdığım öyküleri son üç yıldır birileriyle paylaşma cesaretini gösterebiliyorum diyebilirim. Bu hususta Mahal Dergi’nin bana çokça desteği oldu. Ekip olarak farklı şehirlerde yaşıyoruz fakat çeşitli etkinlikler vesilesi ile bir araya geldiğimizde edebiyata dair besleyici sohbetlerin içinde buluyoruz kendimizi. Bu hem yazma konusunda beni cesaretlendirdi hem de farklı kalemlerle tanışıp dilimi ileriye taşımada bana katkı sundu. Çok Bekleyince Acır’da yer alan öyküler, böyle bir sürecin içerisinde yoğuruldu diyebilirim.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Ben sanatın merkezinde şiirin olduğuna inanıyorum ve önceleri şiir denemelerim de oldu fakat şiirin büyüsüne erişebilmek, çokça maharet isteyen bir şey. Şiirden sonra en yoğun türün öykü olduğuna inanıyorum. Romanda yüzlerce sayfada, ayrıntıları ile anlatabileceğiniz bir duyguyu, öyküde daha az sayfada okura iletmeniz gerekiyor. Böylelikle metin, boşluklu -çağrışıma açık- bir yapıya evriliyor. Öykünün şiire yakınlaştığını hissettiğim noktaların başında da bu var. Buna ek olarak, ben hareketten yana değil de durağanlıktan yana öyküler kaleme almaya gayret ediyorum. Sunmaya çalıştığım şey, bir insana, nesneye veya mekâna ait bir fotoğraf. Bunca durağanlığın içerisindeki duygu geçişlerini, yavaşlığın barındırdığı lezzeti sunmaya çalışıyorum okurlara. Bu katmanlı anlatıma, öykü türü imkân verdiği için, bu türde kalemimi yetiştirmeye çalışıyorum.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Yayıncılık sektörü, özellikle son yıllarda büyük bir çıkmazın içerisinde maalesef. Döviz kurları sebebiyle artan kitap maliyetleri, orta ölçekli yayınevlerini çokça zorluyor. Bu durumda geriye, sektörde nam salmış yayınevleri kalıyor. Doğruyu söylemek gerekirse büyük yayınevlerinin dosya kabulündeki kıstasının sadece “nitelikli metin” olduğunu düşünmüyorum. Bu yüzden, yayıncılık sektöründe alternatif seslerin yükselmesini son derece önemsiyorum. Tek derdi iyi edebiyat üretmek olan, bunu yaparken akıntıya kürek çekmeyi göğüsleyebilen yayınevlerine alan açılması gerekiyor. Ben, Çok Bekleyince Acır’ı, parçası olmaktan büyük gurur duyduğum, her geçen gün büyük bir emekle var etmeye çalıştığımız Mahal Yayınları’ndan çıkartmayı uygun gördüm. Umarım yayınevimiz, nitelikli nice kitapla okurlarıyla buluşur.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Evet, kitabımın editörü sevgili Onur Özkoparan. Mesleki ve kişisel anlamda takdir ettiğim biriyle çalışabilmek, kitabın yayına hazırlanması sürecinde beni çok rahatlattı. Yazar ve editör arasındaki uyumun kitabı daha iyi notalara taşıdığına inanıyorum. Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olmam ve hâlihazırda Mahal Dergi’de editörlük yapmam sebebiyle öyküleri yazarken ve tekrar tekrar üzerinden geçerken dilimi elimden geldiğince kılçıklarından temizlemeye çalıştım fakat süreç içerisinde duygusal bağ kurduğunuz, içine çok girdiğiniz metinlere daha uzaktan bakabilen birine mutlaka ihtiyacınız oluyor. İşte bu konuda, Onur benim imdadıma yetişti diyebilirim. Son derece matematiksel bir bakışla, öykülerimdeki fazlalıkları –yer yer beni ikna etmeye de çalışarak- ayıkladı. Kitabımı ona emanet ettiğim için kendimi çok mutlu hissediyorum.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Son üç yıldır çevrimiçi mecralarda öykülerim yayınlanıyordu fakat her ne kadar dijital dünya hayatımızın artık merkezinde desek de kanlı canlı bir halde kitabımı elime almak bana bambaşka hissettirdi. Yayınevinden gelen kargoyu ilk açtığımda, elimde tutuğum kitapta yer alan cümlelerin benim dimağımdan süzüldüğüne bir süre ikna olamadım. Bu ilk şoku atlatınca geriye, anne olmaya benzer büyülü bir sevinç ve heyecan kaldı. Dostlarım ve ailem de en az benim kadar heyecanlandı kitap çıkınca.

Kitaptaki karakterlerimin çoğunu kadınlar oluşturuyor, bu yüzden öyküler nice kadının eline geçsin, kendi uzağını arayan nice insan öykülerimde kendinden bir şeyler bulsun istiyordum. Kitap çıktıktan sonra gerek okuldaki öğrencilerim gerekse hiç tanımadığım kadınlardan güzel dönütler aldım. Ve bir kez daha fark ettim ki çoğu kadının derdi aynı. Sosyal statümüz veya aslında kim olduğumuz, yaralarımızı pek değiştirmiyor. Sosyete Akif, 27 Numara Nezahat, Bağrımda Açan Külü Söndürdüm’deki Peruzat…Her biri arada kalmış, hayata dair büyük keşkeleri olan, bir şeyleri olduramamış karakterler. Okuyanlar, bu karakterlerde kendinden bir tını bulabilirse, ne mutlu bana. Tek gayem bu.

Telif aldınız mı?

Evet aldım.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Salona, misafirlerin karşısına çıkmak gerginlik verici bir durum. Haklısınız, dergiler bu işte size çok güzel bir alan sağlıyor. Ben de bu alanı, Mahal Dergi ile buldum diyebilirim. Dergide yayınladığım öykülerin yanı sıra, dosyalarımız için kaleme aldığım inceleme/ makaleler için son üç yılda bolca okuma yaptım. Tematik veya yazar odaklı dosyalarımız için bana kaynaklık eden kitaplar veya makaleler hem öykü türünün tarihsel gelişimini izleyebilmemi sağladı hem de nitelikli kalemlerle tanışmama vesile oldu. Yazdığım metinlerin redaksiyon sürecinden geçiyor oluşu da beni sonraları kaleme alacağım metinleri inşa ederken daha dikkatli davranmaya sevk etti.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Evet, oldu. İnsanlar yakın çevrelerinden birinin kitap çıkarmasından büyük gurur duyuyorlarmış, bunu fark ettim. Arkadaş çevrem ve aile üyelerimin, kitabıma dair düzenlediğimiz söyleşi ve imza günlerine gözleri ışıl ışıl geldiğini görmek beni çok mutlu etti. Kitap yazarken, sürecin bu yönünü hiç hayal etmemiştim; bu yüzden insanların gözlerindeki o mutlulukta payımın oluşu beni bir kat daha gururlandırdı. Daha önceki çalışmalarımdan haberdar olmayan arkadaşlarım, kitap çıktıktan sonra yaptıklarıma daha dikkatle yaklaşır oldu, bu da sizin söyleminizle bana ileriki çalışmalarım için bir özgürlük alanı kazandırdı.

Peki, bundan sonra?

Hayata bir öykücü gözünden bakmayı sevdim sanırım. Yaşamın her anında saklı olan hikâyeleri, bundan sonra da elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım. Onca hikâye arasından yazılmak için bana çivilenenleri kâğıda dökmeden edemem. Şimdilik öykülerim taslak halinde, belki de zamanını bekliyorlar. “Sonra”sı gelince kâğıda döküleceklerdir diye umuyorum.