İki cebine de sahip olduğu tüm zamanları doldurup sokak sokak, mahalle mahalle gezip her köşeye bunlardan bazı parçaları bırakarak, hiç oralardan geçmemiş gibi, yeniden dolaşıp aynı yere gelince, kendi parçasına başkası ya da yine kendisi olarak uzun uzun bakan, şaşıran, hal hatır soran bir yazar.
Neden bu kadar seviyor acaba zamanı anlatmayı? Onun yerine de cevap veriyorum: Daha neyi anlatabilir ki insan? Zamanı, ölümü ve muzip bir tedirginlikle metinlerine doğumu da katan bir yazar İlker Aslan.

İnsanlar ve İnsanlar İthaki Yayınları etiketiyle Eylül 2022’de yayımlandı. Sarı bir kitap. Üzerinde karıncaların yürüdüğü bir kapağı var. Doksan yedi sayfa. Geçmiş zaman, caminin avlusunda beni beklerken ayağında sarı spor ayakkabı vardı. Üzerinde akademisyen montu. Onunla bütün hatıralarımız yürümek üzerine kurulu.
Genel kavramlar ve genel ifadelerle kitabı ıskalamak gibi bir derdim yok. Kitabı, anladığım yerden anlatmak istiyorum. Toplamda on tane öykü var derdim ama demiyorum. Önceki kitaba belki bundan sonraki kitaplara belki de ortaya çıkarmayacağı dosyalara ek olan öyküler vardır ve bu sayılar artıyor olabilir. Yazarlar oyun oynamayı severler. İlker Aslan bunu biraz fazla seven biri. Böyle olunca insan biraz temkinli konuşuyor. Ama benim bu kitap hakkında istediğim gibi konuşma hakkım var. Öyküler ve yazar bana izin veriyor.

İhtimallerin, zamanın şekillenmesine olan etkisi aslında günlük hayatta kurguya hizmet ediyor. Bunu fark edebilmek çocuksu bir oyunun sonucu. Diğer yolun nereye gittiği ve gittiği yerde neyle karşılaşıldığı hep ilgi çekici olmuştur. Seçtiklerimiz, seçmek istediklerimiz ve seçtiğimizi zannettiğimiz her şeyin sonucunda bir şey oluyor. Bu yazılabilince öykü, yazılamayınca hayat anlamına geliyor.
Gerçekten “Bu vapurların en az biriyle ilgili güzel bir hikâyemiz” olabilir. Belki ikisiyle de. İsimlerine dikkatle bakalım bindiğimiz vapurların. İnince iskeleye dönerek evimize giderken hiç o vapurlara binmemiş gibi yapmayalım. Unutmayalım yani oradaki hikâyeyi. Unutamayalım. Kapısında mektup gördüğümüz evleri, yanımızda oturan insanları o an çalan şarkıları bir fotoğraftaki izleri.
Bu hikâyelerin hepsini yaşamış olma ihtimalimizi es geçmeyelim. Çünkü bir fotoğrafa bakıyorsak ve o fotoğraf ile ilgili hatıraları dinlediysek, kendimizi orada anlatılanlara ekleyebilme gücümüzü hafife almayalım.
Ölümün, doğumun ikizi olduğundan emin oluruz ama pencereden gördüğümüz bir armut ağacının kuruduğunu ya da kurumadığını asla tam bilemeyiz. Evden çıkıp avluya gidene kadar başka bir hikâyeye geçiş yapabiliriz.
Bunların hepsi, İlker’in yazdığı metinlerden benim anladıklarım. Belki o bunların hiçbirini anlatmak istememiştir. Ya da tam olarak budur derdi. Belki de bunların hepsini İlker Aslan söyledi. Bana. Yok yok kitabım hakkında yaz demedi.
Halil Yörükoğlu