Roni War

Kimimizi söz çarpar
Kimimizi yol

Geldiğini duyumsuyorum. Demek geldin. Duyumsamak fazla kalıyor demek, iyi. Aydınlığını içimde yaşıyorum. Hoş geldin. Işıkla aydınlanan karanlığın içindeki canlılar, aydınlanamayan karanlığın ne demek olduğunu bilebilseydiler keşke. Keşke bilebilseydiler, o zaman her şey yerli yerine daha iyi otururdu. Dokunulamayan aydınlık ve karanlıktan biri eksik bende, ondandır aydınlığın değerini biliyorum. Her eksik ile eksiliyormuş insan. Aydınlığı kaybetmemiş insana, karanlığın ne olduğuna dair hislerimi nasıl dile getirebileceğimi bilemedim hiç. Sabah güneşinin suya değince, oluşan o güzelliğe duyulan özlemi, dağın gölgesi dereye düşünce oluşan o güzel görüntüyü bir daha görememenin ne olduğunu nasıl anlatabilirim. Sözün de gelip dayandığı ve aşamadığı bir yer var. İçinden çıkamadığı, gücünü aştığı an var, anlamı dinleyene taşıyamadığı zamanlar var.

Sesini duyuyorum. Uzun süredir yüzünü göremedim. Görmem de mümkün değil zaten. Varlığını biliyorum ve varlığın içimdeki beni keşfetmeme yol açıyor. Yaşadığımı anlıyorum. Varlığın, sevdiğim anıları önüme seriyor, hayallerimdeki görüntülerin sesleri kulaklarımda yankılanıyor. Önce senin varlığını duyumsuyorum, sonra görüntü ve sesten oluşan dünyaların içinde kendi izimi sürüyorum. Sessizliğin içinde kopan fırtınaların sese döndüğü bu dünyanın bir yanı var elimde.

Yanan çırasının pırpır sallanan ışığına derdini anlatan insanın yalnızlığını tüm benliğimde yaşıyorum. Anlatmanın hazzını, anlatacağın bir şeyin bulunmasını, o özlemi biliyorum. İsteyip de ulaşamadığın bir adım ötende olsa ne fayda, ulaşılmaz olduktan sonra. Geçmiş kadar insanı avucuna alan bir şey yok. Benim gibi kopuksanız her şeyden, kendinizi geçmişin avucunda bulursunuz.

Işığın, içimdeki karanlığı aydınlatıyor. Benden beklediğin başka şeyler, biliyorum. Öyle birden olmuyor. Konuşmamı ve bir şeyler anlatmamı istiyorsun. Beklentini biliyorum ama gel gör ki konuşmak için konuşamıyorum. Ne istediğini tahmin edebiliyorum ama henüz nereden başlamam gerekiyor bilemiyorum.

Bir çocuk var şimdi hayallerimin ufkunda. Netleşiyor. Sabah ışığının, evin içine düştüğü aralık kapıda durup annesini bulma umuduyla avluya göz gezdiriyor. Güneş doğmadan kalkıyormuş annesi. Dağ eteğine kurulan köydeki evlerin yüzü, akan dereye ve karşı dağa dönük yapılmış. Uyanıp dışarı çıkan insanın ilk gördüğü güneşin aydınlığı, suyun berraklığı ve dağın sessizliği oluyor.

Görüntü ve ses bir bütün olunca beni hep çocuksu bir heyecan, çocuksu düşünceler ve çocuksu hayaller sarar. Karanlığa mahkûm olmadığım zamanların içindeydim yaşamım boyunca. Ses, görüntüyü oluşturuyor, sonra düşünceler uçuşuyor aklımda. Gördüğün gibi bir süre sonra anlatma isteğim baş gösteriyor.

Benden beklediğin, sözün sihirli büyüsüyle insanları yolculuklara çıkardığım zamanların hikâyeleri. Ben de aydınlığa özlem duyup, geçmişin görüntüleriyle oyalanıyorum. Ne çok eğlendirdim, duygulandırdım, düşündürdüm ve hayallere saldım dinleyenlerimi. Dinlendiğini bilmenin verdiği coşkuyu, hazzı ve gururu yaşadım. Kimsenin dinlemediği insanın ezikliğini, hüznünü ve sevimsizliğini yaşadığım şu an gibi. Birinde değerli olma hissi, birinde işe yaramaz bir fazlalık olma hissi insanı avuçluyor. İnsanlar sana gereksinim duydukları ölçüde değer verirler bunu da zamanla öğrendim. Zamanla ne çok şey öğrendim. Yüklendiğin geçmişine yaslanıp iyice dinlersen ne güzel öğreticidir zaman.

Sana ne çok hikâye anlattım. Herkesin dinlemeye doyamadığı eşsiz sesimle ne çok kilam söyledim. Dinleyenleri büyüleyen dilimin, sesimin, şimdi bir önemi yok; sessizliğe gömülmüş dilsiz bir dilim şimdi. Dilsiz bir dilin sağır kuyusundayım. Hayatın acı yüzü çevrilmiş yüzüme. Nedense bugün anlatıya başlayamıyorum. Başlayıp sürdüremiyorum.

Sabah uyandığında, yattığı yerden kalktı, gelip günışığının içeriye uzandığı kapı aralığında durdu çocuk. Gözlerini kamaştıran aydınlığın içinden çevreyi gözden geçirdi. Annesi ortalıkta görünmüyordu. Kapının önündeki ağacın gölgesine sığındı ve oradaki taşın üstüne oturdu. Babasını düşündü. Yüzünü hatırlayamadığı, kokusunu bilemediği, gülüşünü ve konuşmasını hayal edemediği babasını düşündü. Varlığından yoksun olmanın ezikliğini hissetti içinde.

Dinleyenim olmadığını bildiğimde, içimde hissettiğime benzer bir yokluğun acısını yaşıyordu çocuk. Babası bir bahar günü sürüsünden suya kapılan iki keçisini kurtarayım derken canından olmuş. Yokluğuyla başka yoklukların oluşmasını istemezdi elbet ama hayat ne istediğimize bakmaz. Her zaman olmasa da çoğu zaman böyle olur. İstediğimizi değil olanı karşılamak zorunda kalırız.

Büyüyen o çocuğun gözleri hep kızarır, açarken acı duyar ve çapaklanır. Annesi çok çabalar iyileşsin diye. İyileşmez ve görme yetisini kaybeder. Kaybetmenin acısını hayatı boyunca yaşar. Hep kaybetmiş biri olarak yaşamaya çalışır. Kaybedilen bazı şeyleri tekrar yerine koymanın, yeniden var etmenin ve kazanmanın mümkün olmadığını en iyi kendisi anlamıştır. Önce babasından sonra da gözlerinin aydınlığından, kaybetmenin ne olduğunu ondan iyi bilen yoktur bu dünyada.

Sonra sesiyle, görülmeyen, bilinmeyen birçok dünyayı, görmeyen, duymayan insanların, görmesini, duymasını sağlayarak tutunur hayata.

Sana bunları niye mi anlatıyorum? Anlatınca mutlu oluyorum. Sanki zamanı durduruyorum da gelecek olan sonu geciktirip uzaklaştırıyorum. Bir şey anlatınca yaşadığımı tüm hücrelerimle hissediyorum. Sözle dünyalar yaratıyorum. Başka dünyalara gidiyorum. Göremediğim dünyaları görüyor, yaşayamadığım duyguları yaşıyor, bilemediğim şeyleri öğreniyor ve yeni şeyler keşfediyorum. Benim gibi bir adamın elinden başka ne gelir ki? Hayata böyle tutunuyorum. Böyle zamanlarda denizin dalgalanması gibi içim kabarır kabıma sığamam, bir yolunu bulup içimi dökmem, yeniden dünyaya gelmek olur benim için. Bir dinleyenim olsa diyorum, bütün sıkıntım bir dinleyenim yok, yok artık. Eskidendi o dinleyenlerimin çokluğu. Her şey gibi o da mazide kaldı.

Esen rüzgârın tenimde bıraktığı güzelliği yaşıyorum. Akan suyun berraklığını artık göremesem de seviyorum, suyun akışıyla kayganlaşan taşı eskisi gibi hissetmek istiyorum. Bu aralar o çocuğun sabah uyanıp kapı aralığında durup baktığı o derede ne çok yüzüyorum. Çobanların kaval sesini tüm ruhumla dinliyorum. Sürü içinde annesini arayan kuzu gibi bunca insanın içinde çocukluğumu arıyorum ben de. Beni hayata bağlayan geçmiş günlerim ve senin gibi dinleyicileri bulmamdır.

Roni War