İlk kitabın heyecanı ayrıdır. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar tıpkı sonrakiler gibi kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın? Yazarlık bize özgü hatalarımızla, acemiliğimizle birlikte bir uzun yolda yürümek değil mi zaten?
İlk öykü kitapları yayımlanmış yazarlarla 2015 yılından beri “İlk Göz Ağrısı” söyleşileri yapıyor, ilk kitaplarının heyecanını paylaşıyoruz. Meltem Dağcı, 163. konuğumuz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Hâlihazırda bir okurum ve kitapların dünyası büyülü geliyor bana. Söz büyüdür nihayetinde. Okumalarım daha çok öykü oluyor ve kimi zaman da şiire alan açıyorum. Ortaokulu takip eden üniversite yıllarımda ve sonrasında öykü yazmaya başladım. Öykü yazmamı perçinleyen şeylerin başında yine öykü okumam geliyor. Çünkü çok iyi bir öykü okumanın vermiş olduğu haz bambaşka. O an keşfe çıkmış ve hayal dünyasından eli boş dönmemiş bir maceraperest gibi oluyorum. Bu durumla birlikte öykü yazmanın yıllara yayılması ve kitaba dönüşmesi uzun bir süreç oldu. Çünkü değişip dönüşmem gereken evrelerimin var olduğunu düşünüyordum. Bu yüzden öykü kitabı için acele etmedim. Bir gün olmasını istediğim hayallerimin arasındaydı ama zamanını bilmiyordum o vakit. Şu andayım, öykü kitabım masamda.
Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?
Çok az da olsa roman okuruyum ama roman yazarı olarak kendimi hiç bu noktadan göremiyorum, şu an için en azından. Şiir ise öyküden sonra çok sevdiğim tür. Yazacağım meselenin kapsayacağı en uygun metinsel alan kesinlikle öyküye çıkıyor. Uzun sözün kısası, “İşte bu kadar derdim” diyebildiğim öykü formu bana çokça uygun. Romancılığı geveze, öykücülüğü kısa ve öz ama yerinde konuşan bireye benzetebilirim. Eh, yine de yaşasın öykücülük diyeyim.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?
Yazdığım öykülerin kapsayacağı konu ve temalarıyla birlikte alt türlerini de düşündüğümde ilk aklıma gelen yayınevi İthaki olmuştu. Dosyayı birlikte çalıştığım editörüm Melisa Ceren Hasmaden ile ortak fikir bu yönde oldu hatta. Sadece bu yayınevine gönderdim ve tam bir yıl bir hafta bekledim. Bu süreçte sabretmek gerekiyordu. Olumlu ya da olumsuz herhangi bir dönüş için bekledim sadece. Arada birkaç maille dosyanın okunup okunmadığına dair bilgi aldım. Karşı tarafa fazla rahatsızlık vermek istemedim o vakitlerde. Son birkaç ayda umudumu yitirmeme ramak kalmıştı. Olumsuz haber alacağım diye bir duyguya kapıldım. Bu heyecanlı bekleyişin sonucunu görebilmek hepsine değdi doğrusu.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?
Dosyayı toparladıktan sonra editöre ihtiyacım vardı. Ön araştırma yaptım bu konuda açıkcası. Sevgili editörüm Melisa Ceren Hasmaden ile -onun da kabul görmesiyle elbette- dosyaya çalışmaya karar verdik. Bilimkurgu alanında ufkumu açabilecek örneklerle yardımcı oldu, sağ olsun. Kitaplar, filmler, videolar vesaire, önerilerine her zaman açık olduğum biri kendisi. Dosyaya olan inancına, sabrına ve emeğine sizin aracılığınızla da yeniden teşekkür ediyorum.
İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?
Hiçbir şey değişmedi. Çok yakın tanıdığım insanlar artık “kitapsız” demeyiz sana diye şakalar yaptı o kadar. Tatlı bir anımı aktarayım. Yayınevinden kitaplarımın kargoyla bana geleceği gün resmi tatile denk geldi. Çalıştığım kurum gereği ofiste değildik. Kargo mesajı geldi, uygulama üzerinden esnaf kargoya yönlendirdim. Kitaplarımı yönlendirdiğim bir marketten alacaktık yani. İlçede biraz turlayarak marketi bulduk. Market sonrası çarşı pazardan sebze meyve alıp kargo paketiyle eve döndük. Kitaplarımın bana gelecek nüshalarını bir marketten teslim alacağımı hiç ummazdım ama çok da güzel bir anısı kaldı. Bu küçük, hoş detaylar, işte kıymetlim.
Telif aldınız mı?
Telif alacağım, evet. Henüz almadım.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?
Mutfakta epey zaman geçirdim. Çok misafir geldi gitti eve. Mutfakta yatıp kalktım çoğu zaman. Üzümlü kek nasıl yapılır, damla parçacıklı muffinler kabını taşırmadan nasıl doldurulur döke saça öğrendim. Defneyaprakları yaktım, misafirler ehh biraz yorduklarında. Dergilerde çokça kitap inceleme yazılarım, kitap söyleşilerim ve öykülerim yayımlandı. Çiçekli, rengârenk kanaviçeyi duvarda asılı görmeyi sevdiğimden olsa gerek mutfak masasında da yazdığım zamanlar oldu. Dergiler mutfakta geçirilen yıllar içerisinde çok özel yerde. Hatta fanzinler. Fanzinler ayrı kıymetlidir benim için, halen.
Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?
Öykü okumayı ve yazmayı sevdiğimi bilen tanıdıklarım, eş dost falan öykü kitabım için destekliyordu zaten. Dosyanın yayınevi sürecinde olduğunu bilen çok yakın arkadaşlarım tebrik ettiler. Bir mutluluğu beraber paylaşmış olduk yani. Okunması gereken kitaplar ve izlenmesi gereken iyi filmler sırasını bekliyor. Özgürlük ve huzur alanı açacak çokça yeni şeyler birikti.
Peki, bundan sonra?
Okumaya, yazmaya devam. Gerisini zaman halledecek.