“Okuma vakti, sevme vakti gibi, yaşama vaktini genişletir.”
Daniel Pennac

Okuma mutluluğundan söz etmek büyük bir kendine dönüş ister diyor Daniel Pennac, Roman Gibi kitabında ve bu içe dönüşü başlatabilmek için bir takım dogmalara aykırı düşen düşüncelerimizi fark etmemiz gerekir diye ekliyor. Yetişkinlerin ciddi kitaplar okuması gerektiği ve de okuduktan sonra ciddi konular üzerine yorum yapmaları gerektiği; çocukların okuma yazma öğrendikleri andan itibaren sürekli okumaları gerektiği ve de kendi istediklerini değil yetişkinlerin onlar için seçtiklerini okumaları gerektiği; başlanılan bir kitabın sonuna kadar bitirilmesi gerektiği, okumanın keyiften ziyade mesleki olgunluk, benlik gelişimi, akademik başarı, ideolojik çatışmalar gibi bizim dışımızda belirlenen konular üzerine olması gerektiği gibi bir takım dogmalarla okuma alışkanlığımızı şekillendirmeye çalışıyoruz çoğu zaman. Pennac buna karşın aslında bizi yetiştiren okumalarımızın çoğunu bir şey için değil bir şeye karşı yaptığımızı belirtiyor. Günlük işlerimizin arasında sayfaların arasında kaybolmak istediğimiz; zor zamanlarımızda bizi zorlayan durumları reddeden kahramanlarla yoldaş olduğumuz; heyecanımızı, özlemimizi, sevgimizi sözcüklere dönüştüren hikayelere sığındığımız zamanlar okumanın mutluluğunu yakaladığımız zamanlar.
Daha güzel yaşamak adına okuyabileceğimiz kitaplardan bir tanesi de Çocuk, Köstebek, Tilki ve At. Charlie Mackesy tarafından 2019 yılında yazılan kitabın uzun süre çok satanlar listesinde kalması, pek çok ödül alması ve pek çok dile çevrilmesi, yazarın 7’den 70’e herkes için evrensel olan, özdeğer, sevgi, dostluk gibi değerleri felsefi bir bakış açısıyla vermesinden kaynaklanıyor. Yazar aynı zamanda kitabın suluboya ve mürekkeple çizimlerini de yapmış. Kendisi bunu şu şekilde ifade ediyor:
“Kitap okuma konusunda iyi değilim. İşin doğrusu hep resim olsun istiyorum, birer ada gibiler, sözcüklerin denizinde onlara sığınabilirsiniz.”
Kitaptaki çizimler, vurgulanan duyguları ve düşünceleri çok güzel tamamlamış; yazar hayatın bir anda değişebileceğini ve bu değişimi fark edenlerin bir öyküsü olacağını bize resmetmiş. Kitapta sayfa numarası yok, yazar istediğiniz zaman istediğiniz sayfadan başlayabileceğiniz bir okuma özgürlüğü sunuyor. “Çocuk, Köstebek, Tilki ve At”ı okuduğumda başlangıcı ve de sonu olan bir hikayeden ziyade, bir dostun sohbetine ihtiyaç duyduğumuzda ya da kendimizi iyi hissetmek istediğimizde okuyup derin bir nefes alabileceğimiz bir mektup okuyormuş gibi hissettim. İçinden çıkamadığımız, sıkışıp kaldığımız korkularımız, çaresizliklerimiz, zayıflıklarımız ve bunlarla baş etmek için atacağımız cesur adımlar ve dostlarımıza sarılmak gibi küçük ama değerli farkındalıklarla ilgili bir manifesto gibi okudum.
Kitaptaki dört karakter bireyin farklı yönlerini temsil ediyor. Meraklı ve sorgulayan çocuk; hevesli ama biraz açgözlü köstebek; kalbi kırıldığı için içine kapanık, diğerlerine göre güven konusunda tereddütlü olan tilki ve benliğin en derininde bulunan en bilge tarafımızı yansıtan at. Hepsi de birbirinden farklı ama ortak özellikleri kendilerine özgü bir takım zayıflıklarının olması. Çocuğun diğer karakterlerle sırayla karşılaştığı ve yolculuğunu birlikte devam ettirdiği bu süreçte doğanın derinliklerinde mevsimlerin değişimine tanık oluyoruz. Birey ve doğa ilişkisinin giderek koparıldığı, insanların mekanlara hapsolduğu ve de bu yüzden dürtülerine, tutkularına, isteklerine gem vurduğu bir dünyada yazar, insan olmaya dair korumamız gereken duygularımızı ve değerlerimizi fark etmemizi, doğayla olan bağımızı tekrar güçlendirmemizi istiyor. Küçük bir çocuk yaşamın büyük sorularıyla yüzleşiyor: “Korkularımızla nasıl yaşarız?”, “Sevmenin ve de sevilmenin anlamı nedir?”, “En derin ve en saf tatmini nerelerde aramalıyız?”
Büyüdükçe sorduğumuz soruların sayısı giderek azalıyor ve nitelik bakımından da zayıflıyor. Bu yüzden çocukların akıllarına gelen her şeyi, herhangi bir korku ya da kompleks duygusuna kapılmadan cesurca sorması bizi şaşırtıyor.
Kitapta, özdeğerimizi yitirmemize neden olan korkulara baktığımızda ilk önce başarısızlık geliyor. Başarısız olma korkusuyla kendini azımsayan birey aslında ne kadar çok şey başardığını görmezden geliyor.
“Çok sevdiğin bir söz var mı?” diye sordu çocuk.
“Evet” dedi köstebek.
“Neymiş?”
“Başta başaramazsan biraz pasta ye.”
“Anladım, işe yarıyor mu peki?”
“Her seferinde.”
Birey kendini başkalarıyla karşılaştırarak acımasızca eleştirme, başarısız olunca kendini cezalandırma eğilimiyle çok zaman kaybediyor. En büyük başarı sevgi diyor köstebek ve başarısız olduğumuzda da kendimizi sevip ödüllendirerek bunu gerçekleştirebileceğimizi vurguluyor.
Bir diğer korkumuz şu kocaman dünyada küçücük bir zerrecik olma, zayıf olma korkusu. Oysaki özdeğerinin farkında olan ve biricikliğine değer veren birey kendi içinde özgür bir deve dönüşebilir. Özdeğer üzerine geçen diyaloglarda sahip olduğumuz özgürlüklerden birisinin olaylara nasıl tepki verdiğimiz olduğu, dış dünyada olan bitenden ziyade asıl olanın içimizde gerçekleştiği, iyiliği kendimizde aramamız gerektiği, gözyaşlarının bize güç vereceği, yardım istemenin aslında pes etmeyi reddetmek olduğu ve en nihayetinde sevilmek için mükemmel olmanın gerekmediği vurgulanıyor.
Dostluk, kitapta bizi güçlendirmek için vurgulanan bir kavram. Kendimizi keşfetmek üzere çıktığımız yaşam yolculuğunda kaybolmamamızı sağlayan, anlarımızı anlamlı kılan dostlarımız en büyük kazancımız. Yazar, birbirini besleyen, destekleyen dostluğun gerçek sevgiden doğduğu ve güven üzerine kurulduğunu ifade ediyor.

“Bazen kaybolmuş gibi hissediyorum kendimi” dedi çocuk.
“Ben de” dedi köstebek, “ama biz seni seviyoruz, sevgi insana yuvasını buldurur.”
Korkuyla yaşamak en derin mutsuzluğumuz. Ne kadar okursak okuyalım, ne kadar yardım alırsak alalım, cesaret edip korkulan şeylerle yüzleşebildiğimizde dipten çıkabiliyoruz. Bu yüzden gerçek sevginin temelinde korkusuzluk ve mücadele duygusu var. Aynı şekilde, kusursuz olma korkusu bizi yalnızlığa itiyor. Kusurlarımızla barışıp kendimizi sevdiğimizde başkasını sevebilir ya da sevilebiliriz. İnsanlara ya da eşyalara bağlanmak zorunda değiliz, bir yere ait olmak zorunda değiliz, olmak istediğimiz her yer bizim yuvamız. “Çocuk, Köstebek, Tilki ve At” çocuğun soruları üzerinden anlatmaya çalıştığı bütün bu duygularla, çizimlerin de verdiği sıcaklıkla, içimdeki çocuğa bir dostun sarılmasıyla aynı etkiyi yarattı. Winnie The Pooh ya da Küçük Prens gibi başucumuzda tutacağımız, tekrar tekrar okuyup her seferinde sahip olduklarımızla ilgili yeni bir şeyi keşfedeceğimiz bu kitabı herkesin okumasını ve sevdikleriyle paylaşmasını dilerim.
Züleyha Çelik
İzledik çok beğendik, sanırım okuyacağız da oaylaşım için teşekkürler