Bizler, yani Çehov’dan 100 yıl sonra bu dünyadan geçmekte olanlar, Rusya tarihini bilmekten, karakterlerin başarılı sınıf analizinden, yaklaşmakta olan devrimi sezdirmesinden dolayı etkilenmeyiz Çehov oyunlarından, bizim için asıl sarsıcı olan kendi hayatlarımızda yaşadığımız kapana kısılmışlık duygusunu Çehov’un oyunlarını izlerken en berrak haliyle görebilmemizdir.

Geçtiğimiz hafta Çehov’un oyun karakterleri her akşam adeta birer hayalet gibi Ankara’nın sokaklarında bizlerle birlikte gezindiler. Küçük Tiyatro’dan çıkıp da Kızılay’a doğru yürürken Madam Ranyevskaya hemen yanı başımızda, çocukluk anılarıyla dolu Vişne Bahçesi’ni satmak zorunda kaldığı için nasıl üzgün olduğunu anlatıp, burnunu çeke çeke ağladı. Güven Park’taki dolmuş sırasına bizimle birlikte giren Vanya Dayı ile Sonya hayatın anlamı üzerine söyleştiler. Akün Sahnesi’nde omzumuzun üstünden gelecek oyunların afişlerine bakan Kostya “Yeni biçimlere gereksinim var. Yeni biçimler bulunamıyorsa eğer, hiçbir şey olmasın daha iyi” diye mırıldandı. Eskişehir Yolu’ndan eve dönerken, arabanın ön koltuğuna kurulmuş Üç Kızkardeş’ten Olga ile arka koltuktaki Maşa ve İrina ise yol boyu “Moskova’ya nasıl gideriz?” diye sordular. Hepsi ama hepsi mutsuzdu, hayat onlara ümit ettiklerini vermemişti; “bütün bu yaşadıklarımız, bu acılar neden, ne için bütün bunlar?” diyorlardı durmaksızın.

Devlet Tiyatroları’nın sekiz sahnesi, perdelerini bir hafta boyunca, her akşam Çehov’un oyunları için açtı. Ankara’nın sisli, puslu geceleri, bol betonlu, sıkışık kent düzeni ise Çehov karakterlerinin hayatı sorguladıkları oyunlara da, onların bizzat yazarlarını köşeye sıkıştırdıkları Grotesk atmosferli Çehov Makinesi’ne de son derece uygun bir dekor oldu.

Şaka bir yana Devlete Tiyatrosu’nun varlığı “denize uzak” Ankara’da yaşamayı sevme sebeplerinden biri olabilir. Ortalama beğeni için “sıkıcı ve fazla uzun” olarak nitelenen, ticari kaygılar nedeniyle özel tiyatrolar tarafından kolayca sahneye konulamayan oyunları Devlet Tiyatroları’nın varlığı sayesinde izleme imkânı buluyoruz.

Anton Çehov 1860-1904 yılları arasında yaşamış ve sadece 44 yaşındayken, verem nedeniyle bu dünyadan göçüp gitmiştir.

Yaşadığı dönemin Rusyası, toplumsal anlamda çok büyük değişimlere tanıklık eder. Çar II Aleksandr, 3 Mart 1861’de serfliği yasal olarak kaldırır. Yasanın 1863’de uygulanmaya başlaması ile Rusya tarımında feodal üretim ilişkileri çözülmeye ve kapitalizm gelişmeye başlar. Kapitalizmin gelişmeye başlaması nüfusun sınıfsal yapısını köklü bir biçimde değiştirir. Feodal Rusya’da sadece toprak sahibi soylular ve köylüler olmak üzere başlıca iki sınıf varken, kapitalizmin gelişmesi ve serfliğin kaldırılması ile burjuvazi, işçi sınıfı ve zengin toprak sahibi köylülerden (kulaklar) oluşan yeni sınıflar ortaya çıkar. 1861-1916 arasında soylulara ait toprağın dörtte birinden daha fazlası tüccarlar, zengin köylüler ve serfler tarafından satın alınır. Serbest kalan ve ağır vergileri ödeyemeyip, toprak sahibi olamayan köylüler ise kentlere göç edip yeni gelişmeye başlayan sanayi için ucuz işgücü olurlar. Eskinin toprak sahipleri olan soylular, yeni beliren burjuvazi ile zenginleşen köylüler karşısında rekabet edemez.

Vişne Bahçesi’nde özgür olduktan sonra ne yapacağını bilemeyen ve sadece efendilerini düşünme alışkanlığından bir türlü vazgeçemeyen uşak Firs, soylu sınıftan Madam Ranyevskaya, yeni zengin tüccar Lopahin hep bu sınıfsal dönüşümlerin temsilcileridir. Sadece birer toprak kölesi olan dedesi ve babasının, mutfağına bile girmeye cesaret edemeyeceği çiftliği ve Vişne Bahçesi’ni, Lopahin oyunun sonunda satın alır. Madam Ranyevskaya değişen düzende para kazanmayı ve üretmeyi bilmeyen, kendisine miras kalan son toprakları da borçları nedeniyle elden çıkaran soylu sınıfın temsilcisidir. Vişne Bahçesi ise sınıflar arasında el değiştiren serveti temsil eder.

Yeni sınıfların ortaya çıkması, aynı zamanda eski değerlerin erozyona uğramasına, sorgulanmasına ve insanların bastıkları zeminin ayaklarının altından kayıp gittiği duygusunu yaşamalarına neden olur. Çehov’un karakterleri hep yeni gelişen düzene ayak uyduramamanın baskısı altındadırlar. Oyunlarda dile gelen umutsuz, karamsar, aylak adamlar Rusya’da 1880’lerin tipik kişiliği olarak tanımlanır. Karakterler çoğu zaman yeni düzen içerisinde bir yer bulamazlar, kendilerini kaybolmuş hissederler. Gidecek bir yerleri, geleceğe dair bir umutları yoktur. Vişne Bahçesi’nde Charlotta’nın ya da Varya’nın gidecek bir evi yoktur. Varya’nın Lopahin’e aşkı da karşılıksız kalır. Oyunun sonunda, yeni dönemi temsil eden Lopahin dışında ne yapacağını bilen tek kişi yoktur aslında, tüm karakterler kendilerine yeni yollar çizmek zorundadır. Lopahin ise Vişne Bahçesi’ni baştan aşağı yok edip, yerine kendisine çok para kazandıracak olan yazlık evler yapıp kiraya verme işine girişir. Bilmiyorum bu proje sizlere de tanıdık geldi mi?

Çar Liberator olarak da adlandırılan Çar II Aleksandr, sadece serfliği kaldırmaz, Büyük Reformlar diye anılan bir reform paketi ile sansür hafifletilir, mahkemelerde jüri sitemi yerleştirilir ve yerel meclisler kurulur. Eğitim kurumları da reformlardan nasibini alır, yalnızca St. Petersburg Üniversitesi’nde öğrenci sayısı 1855-61 arasında üç misli artar ve daha özgür bir tartışma ortamı oluşur. Bütün bunlar, geçmişte devlet bürokrasisi içinde küçük bir memurluktan başka bir şey ummayan soylu, tüccar ve zanaatkâr çocuklarının önünde yepyeni ufuklar açar. Gençlerin yazarlık hayallerini besleyen bir yayın ortamı oluşur. Ancak 19. yüzyıl ortası Rusyası sadece reformların getirdiği özgürlüklerle açıklanamayacak kadar bir dinamizm de yaşamaktadır. Dostoyevsi’nin Suç ve Ceza’sı, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı hep bu dönemde yazılır. Turgenyev’in Babalar ve Oğullar kitabında, toplumsal alanda yeni bir karakter olarak görünür kıldığı nihilistler dönemin değerlerini sorgulayan kişilerdir artık.[1]

Martı’da, Üç Kızkardeş’te ve Vanya Dayı’da hep umutsuzluk içindeki bir orta-üst sınıf temsiliyeti vardır. Taşra sıkıntısıyla Moskova’yı idealleştirerek yaşayan Olga, Maşa ve İrina, o sırada Moskova’da yaşanan büyük toplumsal değişikliğin farkında değillerdir. Eğer gidebilecek olsalar hayallerinde yaşattıkları, çocukluklarına ait Moskova’yı bulmaları imkânsızdır. Çehov, yaklaşmakta olan iç savaşı sezer. Maşa ile bir ilişki yaşayan Yarbay Verşinin ise ülkenin değişeceğini hissetmekte, belirsiz bir geleceğe dönük umutlar taşımakta, ancak gelmekte olan bu değişimin niteliğini kavrayamamaktadır. 

Martı’da ise yine kültürel anlamda geçmiş dönemi simgeleyen, ünlü bir aktris olan Arkadina ile yüzeysel bir yazar olan Trigorin geçerler sahneden. Yeni bir tiyatro anlayışı yaratmaya çalışan Kostya ise ilgisine en çok ihtiyaç duyduğu annesi Arkadina ve sevdiği genç kız Nina tarafından bile anlaşılamamakta, taşradaki bu dar çevrede yazdıkları gülünç bulunmaktadır.

Vanya Dayı’da, bir çitlikte yaşayan insanların tüm emeklerini, hayatlarını sömürmekte sakınca görmeyen Profesör, onların ideallerinin ölümüne de neden olur. Üç Kızkardeş’te yaşanan taşra sıkıntısı ve hayatlarını bir türlü değiştiremeyen insanlar burada da vardır. Sonya oyunun sonundaki ünlü tiradında şunları söyler: 

“Biz yaşayacağız, Vanya dayı. Uzun, çok uzun günler, uzun, sıkıcı geceler geçireceğiz. Kaderin bize sunduğu bütün sınavlara sabırla katlanacağız. Şimdi de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden hep başkaları için çalışacağız. Zamanımız dolduğunda, uysalca boyun eğip öleceğiz ve tanrı bize acıyacak. Ve dinleneceğiz!”

Olga ise şunları söyler Üç Kızkardeş’in sonunda:

“Zaman geçecek, sonsuzca geçip gideceğiz bizler de; unutacaklar bizi, yüzlerimizi unutacaklar, seslerimizi, sayımızı; fakat acılarımız bizden sonra yaşayanlar için sevince dönüşecek, mutluluk ve esenlik gelecek dünyaya ve iyi sözlerle anacaklar bizi… (…) Gün gelecek, bütün bunların, bu acıların nedenini öğrenecek herkes, hiçbir şey gizli kalmayacak, fakat yaşamak gerek şimdi… Çalışmak gerek, sadece çalışmak…”

Her şeye rağmen ve belki de sadece yaşamak mecburiyetinden dolayı, umut hâlâ vardır.

Ancak şu var ki bizler, yani Çehov’dan 100 yıl sonra bu dünyadan geçmekte olanlar, Rusya tarihini bilmekten, karakterlerin başarılı sınıf analizinden, yaklaşmakta olan devrimi sezdirmesinden dolayı etkilenmeyiz Çehov oyunlarından, bizim için asıl sarsıcı olan kendi hayatlarımızda yaşadığımız kapana kısılmışlık duygusunu Çehov’un oyunlarını izlerken en berrak haliyle görebilmemizdir. Sahnedeki karakterlerin hayatlarını değiştirecek güçlerinin olmayışı, kurulu düzen içerisinde hayallerinin göz göre göre solup gitmesi, ideallerini yitirmeleri bize aslında kendi hayatımızdaki çıkışsızlıklarımızı, saplanıp kaldığımız, bir türlü geçemediğimiz eşikleri hatırlatır.

Kurtulamadığımız taşra şehirleri, anlaşılamamak, sevgisiz bir evlilik, karşılıksız bir aşk, ruhumuzu tüketen bir iş… İşte Çehov’un oyunlarının her biri aslında bizler için geçmişte kalan “düşlerimize birer ağıttan” başka bir şey olmaz. Oyundan çıktığımızda varoluş sıkıntımızı anlayabilmekten dolayı bir hafifleme kırıntısı duyarız belki, yalnızca bu…

Funda Mendeş

Yazı 2014 yılında Theleme Tekkesi’nde yayımlanmıştır.


[1] Rusya’nın Kapitalistleşmesi ile ilgili tarihsel bilgiler için bkz. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi (İletişim Yayınları), Cilt 2.