Atakan Boran

Dilsiz bir evdeydin.

Dilsiz bir evdeydim. Babam roman yazdığı için çıt çıkaramazdı hiç kimse. Üst katta işlemeli ahşaptan bir kapı, ardında ne var bilmiyordum. Merak ediyordun. Merak ediyordum. Babam, anlatılacak hiçbir şeyin kalmadığını söylüyordu. Söylenecek her şey zaten söylenmiş diyordu. Şayet öyleyse yazmasına, daha doğrusu odasına kapanmasına ne gerek vardı? Bilmiyordum, kimse bilmiyordu. Yani, kendisini odaya kapatarak hiçbir şey yazmıyor mu, diye soruyordum anneme. Anlatacak bir şey kalmadıysa yazmıyor olmalı. Bir şey yazmıyorsa neden konu komşuya babamın roman yazdığını söylüyorduk. Kafamda yüzlerce soru, annemden almadığım yanıtlar yüzünden belli belirsiz, bulanıktı.

Babam tam üç sene roman yazdı/yazmadı/yazamadı. Sonunda intihar etti odasında. Tavandan yere avize gibi sarkıyordu. Odaya annemin peşinden girdim. Çığlıkları takip ettim, ölüyü buldum. Oda duman altıydı. Köşedeki tenekenin içerisinde yakmıştı yazdıklarını. Yazamadıklarını, boş kağıtları belki. Romanını yazamadı, kendisini astı, bana baktı ve güldü. Annem, babamın gülmediğini, bana bakmadığını iddia etti. Onu gördüm, babamı gördüm, babamın bana güldüğünü. Boynundaki ip fırsat verse belki kahkaha bile atabilirdi. İyi değilsin. Galiba iyi değilim.

Sonunda odayı gördüm, dedim Selda’ya. İki göz iki çeşme ağlıyordu. Merak ediyor musun sen de? Annem kapıyı kilitlemişti. Yani görevliler babamı bir torbada götürdükten sonra kapıyı kilitledi. Önceden zaten yasaklıydı, artık hiç giremezdik. Neyse ki okulda değildim. Öğretmenimiz raporlu olacak en uygun zamanı bulmuştu. Yoksa babamın odasını görmeyi başaramazdım. Kapı benim için hepi topu on dakika boyunca açık kaldı. Babamın ölümünden istifade ettim. Haddimi ve bütün sınırları aştım. Selda beni kıskanmıyor. Selda beni kıskanmalı. Kendimle gurur duyuyorum. Artık bir fatih oldum. Odayı fethettim. Zaferimin sarhoşluğuyla Selda’yı ağlama krizinden kurtarmak istiyorum. Komik bir şey anlatıyorum bu yüzden. Babam bana güldü biliyor musun? Hem de havada sallanırken. Yalan söylüyorsun. Ekmek çarpsın. Anneme sor istersen.

Odada ne vardı? Tavandan sarkan bir avize. Yerden yüksek oynayan babam sırıtıyordu. Sonra duvardan duvara bir kitaplık. Önünde masa. Köşede bir kanepe. Babamın ayaklarının biraz berisinde yan yatmış bir sandalye. Köşede yanan bir teneke. Boydan boya cam. Ağaçlıklı manzaramız. O güne özel kararmış bulutlar. Bunları Selda’ya anlattım. “Sahi mi” dedi “Peki babamın canı yanmış mıdır?” Canı yansaydı gülmezdi. Canı yansaydı bana gülmezdi.

Babam romanını doğuramadan öldü. Biraz daha ıkınsaydı, kendini zorlasaydı belki nur topu gibi bir roman peyda olurdu. Tüm gerginliği giderdi. En sevdiği çocuğunu kendi elleriyle, kendi istediği gibi… Safkan bir Haldun. Annemin yumurtasıyla kirlenmemiş. Haldun Bey’in göz bebeği. İlk göz ağrısı. Selda ve şu ufaklığı saymazsak. En iyisi ikisini de saymayalım. Bu roman bir şaheser canım. Artık çocuklarını ve karını dövmene lüzum yok. Üniversitedeki işine dönebilirsin. Yeter bu inziva. Bilgi birikiminden gençleri mahrum etme. Bu evdeki zırcahiller anlamaz irfanını. Anlıyorum baba, yazamadığın o romanı çok iyi anladım. Derin şeylerden bahsetmişsin. İnsanlığın durumu mesela. Hoşuna mı gitti, neden gülüyorsun? Eve doluşan komşular, sokaktaki çocuklar, okuldaki arkadaşlarım, hatta öğretmenim bana neden güldü? Hepsi babanın başının altından çıktı. Hepsi babamın başının altından çıktı.

Karanlık içimdeki oyuklardan taşacak dört bir yana. İntikam bayrağını dalgalandıracağım göğsünde. Göğüs kafesinin ortasından toprağa saplanan mahzun intikam. Savaş naraları ata ata. Rüyalarda fink atmasın diye Kâbil. Kâbus, kâbus. Biv, iki, üç, dövt, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on biv.

Paragrafın mazereti var. Artık babamın güldüğü o çocuk değilim. Büyüdüm, koca adam oldum. Yine de olan biteni alenen söylemek her baba yiğidin (hele babam gibi baba yiğitlerin) harcı değil. Günlerden salı. Bir akşamüzeri. Hava kararmaya direniyor. Karanlık çöksün istiyorum. Oysa oyalanıyor güneş. Batacaksan bat artık. Aydınlık saçayım kurşunlarla. Yüreğime su serpeyim…

Paragrafın mazereti var. Suçun büyüklüğü anlatmayı zorlaştırıyor.

Bugün babamı öldüreceğim.

Gülmesin diye.

Gülemesin…

Mini mini birler, çalışkan ikiler, tembel üçler, dayak yiyen dörtler.

Allah kaç? Bir. Dünya kaç bucak? Biliyorum. Eli sopalı? Babam. Yedi kere yedi? Kırk dokuz. Nerden geldin pis domuz… Say bakalım. Biv, iki, üç, dövt, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on biv. Önce tokat, sonra sevgi. Okşayayım ki acısı geçsin.

Gündüz düşleri görüyorum artık. Bir an dalıp gitmişim. Annemi gördüm, yatağının başında babama bakıyor. Acıyor ona. Hâlâ ona acıyor. Hâlâ onu seviyor. Annem babamı sevdiği için beni sevmiyor. Öte dünyada yıllar olmuş kavuşamamışlar. Oysa annem bilmiyor mu ki Allah babamı cennetine kabul etmez. Kötüler ve intihar edenler giremez! Bilmesine rağmen dua ediyor annem. Yanına çağırıyor seni. Hasretinizi dindirmek isterdim. Önce babanı gömmelisin. Önce babamı gömmeliyim.

Günlerden salı, bir akşamüstü. Tüm şehir kahkaha atıyor. Kiminle göz göze gelsem bana gülüyor. Gülünecek ne var? On bire kadar sayabiliyorum. Babam bana tokat atmıyor. Hem dövmüyor hem sevmiyor. İşi gücü bırakıp roman yazan kimse yok. Yazılacak bir şey kalmadığını fark edip avizelik eden de kalmadı artık. Neden öyle bakıyorsunuz? Gözlerinizin içi bile… Her tarafınız ayrı oynuyor canım sizin de.

Ölmüş babamı öldüreceğim. Bu nasıl olabilir? İkame bir ölüm elbette. Bugün birini öldüreceğim. Gülen birini, bana gülen birini. Artık gülmesinler diye yapacaksın bunu. Artık gülmesinler diye yapacağım bunu.

Selda beni sevmiyor. Görüşmüyoruz onunla. Evli barklı artık. Kocası kıskanıyor. Onunla çok vakit geçiriyormuşum. Eşine, evine vakit ayırmalıymış. Annem ölünce ondan başka kimsem kalmadı. Selda’yı sevdim. Selda tarafından sevildim. Ağladığımda o avuttu. Kızdığında o bağırdı bana. Abla, anne, sevgili. Bana gülmeyen Selda. Yeryüzünde bana gülmeyen tek insan. Şimdi bir başıma kaldım. Arayıp sormuyor. Kocasını tercih etti. Beni önemsemiyor. Kimse seni önemsemiyor. Kimse beni…

Karanlık nihayet çöktü. Bir insan bulup kurban edeceğim. İçim ancak böyle ferahlar. Babamın en az dövdüğü çocuğu Selda’yı aradım. Açmadı. En çok okşanan kardeşiyle konuşmayı lüzumsuz gördü. Suçluyorum onu da bu yüzden. Hepiniz pay sahibisiniz. Fabrikadaki ustabaşı bile beni anlamıyor. İşi savsakladığımı söyleyip küfrediyor. Gülerken küfrediyor. Kimse bana gülmesin diye torba torba ilaç yazdırıyorum doktora. Bir türlü aşamıyorum. Bana gülmelerini.

Selda’nın evinin önünde buldum kendimi. Neden? Bilmiyorum. Biliyorsun.

Artık biliyorum.

Oğuz denen herif canına susamış. Selda’yı on bire kadar saydırdığını kulaklarımla duydum. Duymadım. Selda da benim gibi R’leri söyleyemiyor. Annemin genlerine suçu atardı babam. Annemin kusurlu gen havuzundan bize miras. Haldun Bey Hoca’nın asil damarına dokunuyor. Ben sizi adam edeceğim diyor. Saydırıyor bize durmadan. Biv, iki, üç, dövt, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on biv. Tokat. Babanın vurduğu yerde gül biter. Gül koklanmak içindir. Gül sevilmek… Oğuz da babam gibi bir adam bence. Selda’yı dövdüğüne eminim. Gül gibi kokluyordur dövdüğü yerleri. Eminsin. Evet, eminim.

Merdivenleri çıkıyorum, kararlı. Haldun’u pardon Oğuz’u eşek cennetine göndermek için. Bu benim en önemli vazifemdir. Utanmak istemiyorum artık. İnsanlar bana güldüğünde başımı öne eğmek istemiyorum.

Kapıyı Oğuz açtı. Davetsiz içeri girdim. “Hop ne oluyor.” Salondaki kanepeye oturdum. Selda geliyor içerden. “Sen mi geldin?” Bunun yerine “Hoş geldin” diyebilirdi. Davetsiz misafire uygulanan tarife bu demek ki buralarda.

Belimdeki silahı çıkarınca ikisi de sus pus oluyor. Bu herif seni dövüyor mu diye soruyorum Selda’ya. “Hayır ne diyorsun, ne dövmesi.” Sakin olmamı söylüyor her ikisi de. Sakinim. Sakin değilsin. Sakin değilim. Babamı öldürmem gerek. Bana gülen herkesi öldürmeliyim. Şu kocan olacak herifin suratına bak nasıl gevşek gevşek gülüyor. Söyle hak etmiyor mu? “Ne saçmalıyorsun, hak etmiyor, kimse hak etmiyor.” Selda böyle ağlamaklı olunca onu neşelendirmek isterim hep. Ona babamın odasını anlatıyorum. Binlerce kez dinlemesine rağmen ilk defa bu kadar can kulağıyla dinliyor. Bu sırada Oğuz’un çirkin suratında beliren tebessümü görmezden gelmek için gayret gösteriyorum.

Selda bir anda çıkışıyor. Avazı çıktığı kadar bağırarak konuşuyor. “Daha önce kaç kez girdik o odaya. Sen de çok iyi biliyorsun ne yaşadığımızı…” Sus artık Selda. Susturmalıyım onu. O odaya hiç girmediğini unutmuşsun Selda. Ben sadece bir kez girdim, hatırlıyorum. Unutmuşsun olanı biteni. Unutmuşum…

Selda bağırmayı sürdürüyor. Susmalısın Selda. Kocası kahkaha atarak karşılık veriyor. İkisi bir senfoni oluyor karşımda. Bu gürültüye daha fazla katlanamam. Üstelik kahkahalara son vermek için buradayım. Kimse gülmemeli bana. Tetiğe basıyorum. Kan Selda’nın yüzünü boyuyor.

Ve sessizlik.

Odada kimse gülmüyor.

Atakan Boran