Mario Benedetti’nin “Mola” adlı romanı Yedi Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Banu Karakaş ile konuştuk.

Banu Karakaş

“Mola”yı çevirmeye nasıl karar verdiniz?

Mola’yı ilk okuduğum sırada Uruguay’da yaşıyordum. Ülke edebiyatıyla epey haşır neşir olduğum bir dönemdi. Uruguay edebiyatını araştırmaya kalkan herkesin hemen hemen ilk tanıştığı yazardır Mario Benedetti. Benim için de öyle oldu; başta öykülerini keşfettim ve çok beğendim. Sonra pandeminin ilk yılında biraz daha derinleşmeye başlayıp romanlarına el attım ve Mola ile karşılaşmam kaçınılmaz oldu zira Benedetti’nin dünya çapında en bilinen, en çok dile çevrilmiş eseridir. Cevabını bulacağımdan çok emin bir şekilde Türkçedeki yayıncısını ve çevirmenini araştırmaya koyuldum ve Mola’nın Türkçe çevirisinin artık bulunmadığını fark edince o sıralar daha ziyade baskısı tükenmiş iyi edebiyat eserlerini dilimize yeniden kazandırmaya emek veren, benim başka bir projede de birlikte çalışıp çok keyif aldığım yayıncılarımdan Yedi Yayınları’na önerdim. Yayınevinin de aklına yatınca ortaya çıkardık eseri.

Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?

Çevirdiğim eserler yıllar içerisinde ilginç, eklektik bir seçki oluşturdu. Aslında kurgu dışı metinleri, hatta akademik diyebileceğim düzeyde kuramsal eserleri çevirmekle başladım ama sonradan esas istediğim alan olan kurgu edebiyata, daha spesifik olarak da Latin Amerika edebiyatına kaydım. Ben 8 senedir Latin Amerika’da yaşıyorum. Dünyanın bir ucuna taşınmaktaki amacım buydu ve amacıma yönelik eserler çeviriyorum artık. Kuramsal eserlere tamamen kapalı değilim ama en çok anlatı çevirmekten keyif alıyorum ve önceliğim bu.

Belli bir rutinim hem var hem yok. Nasıl bir dönemden geçtiğime bağlı olarak değişiklik gösteriyor ama genelde sabahları ve bloklar halinde, uzun ve derinlemesine çalışırım. Kitap çevirisinde parça parça çalışmak çok verimli sonuç vermiyor bende. Görece uzun süre odaklanmaya çalışıyorum çünkü her kitabın bir dünyası var ve çevirirken o dünyaya girmek gerekiyor. Bir defa girdikten sonra da uzun süre aynı dünyada kalırsanız iş biraz sünebiliyor. Aklınızın bir parçasının hep o öteki dünyada kalması yıpratıcı olabiliyor zamanla. O nedenle momentumu kaybetmeden toparlayıp bitirmeye çalışırım genelde.

“Mola”nın çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Baştan tanıdığım bir eser olduğu için bu kitap özelinde sürecin epey rahat ve hızlı geçtiğini söyleyebilirim. Modern bir roman, ortalama alelade bir karakterin ağzından günlük şeklinde yazılmış; haliyle dili epey yalındı. Ana karakterin mesleği ile ilgili birkaç teknik terimi bilmediğimden onları araştırdığımı hatırlıyorum ama onun dışında pek zorlanmadım. Hatta Uruguay’da yaşadığım için bu terimleri de arkadaşlarıma danışmam kafi gelmişti.

Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı Mario Benedetti? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?

İlk sorunuzu biraz ayrıntılı yanıtlayınca bu konuyu biraz açıklamış oldum aslında. Mario Benedetti’yi Uruguay edebiyatını araştırırken tanıdım. Uruguaylıların en çok gurur duydukları milli karakterlerinden biridir. 1920 doğumlu olduğu için pandeminin ilk senesinde Montevideo’nun her köşesinde 100. yaş kutlamaları vardı hatta. O nedenle orada yaşayıp tanışmamak olmazdı zaten. Ben özellikle öykülerini de çok kuvvetli bulurum okuduğum ilk günden beri. Keza şiirleri de çok iyidir. Mola ile tanıştığımda kendisini halihazırda epeyce tanıyordum yani. Mola da kendi projemdi ve çok keyifle çevirdim.

Mario Benedetti orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?

Mario Benedetti Uruguay’daki 45 Kuşağı denen entelektüel gruba mensuptur ve bu özelliğiyle dikkati çeker. Bu grup aşağı yukarı 1945-1950 yılları arasında üretmiş yazarlardan (aralarında ressamlar, müzisyenler de var tabii) meydana gelir ve aslında Uruguay’ın o döneme dek daha ziyade kırsalla, doğa ile iç içe olan gauço edebiyatının kent ve modernizmle kavuştuğu dönemi temsil eder. Bu yazarların hemen hepsi gibi Benedetti de Montevideolu bir yazar ve eserlerindeki en temel mizansen de burasıdır. Hatta Montevideolular adlı bir öykü kitabı da var; buna Dublinliler’in Montevideo versiyonu diyebiliriz. Mario Benedetti gündelik dili, karakterlerin psikolojilerini, iç hesaplaşmalarını kendi yalınlığı içinden çok iyi yansıtan bir yazar. Bu grup içinde de bu özellikleri ile dikkati çeker, bu yönüyle kendine hastır. Mesela Juan Carlos Onetti de aynı kuşaktan fakat Onetti’nin dili çok daha ağır, anlatısı çok daha karmaşıktır, Benedetti’ye hiç benzemez.

Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir öykü ya da bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?

Özellikle bir bölüm gösteremeyeceğim fakat bu kitabın dürüstlüğü beni en çok etkileyen yanıydı sanırım. 1900’lerin ilk yarısının sonlarında yazılmış, yine o dönemin hakim bakış açılarını yansıtan bir tavrı var ve dolayısıyla hayli ataerkil bir anlayışın normallik olarak sunulduğu bir anlatı kurulmuş. Fakat buna rağmen ana kahramanın günlüğü karakterin açmazlarını, öz güvensizliklerini gayet açık yüreklilikle ortaya koyuyor. Kahramana tam kızacağım kızamıyorum da. Dolayısıyla böyle çelişkili duygular yaratabilen bir romanın edebi kuvvetini takdir etmek de işten değil. Ayrıyeten ben kitabı pandeminin ilk senesinde çevirdiğim için herkesin kendi içine kapanıp kendisiyle mecburen hesaplaşmaya girdiği o dönemde emekliliğini beklerken birdenbire kendiyle ve yaşadığı hayatla hesaplaşmaya girmek zorunda kalan bu karakteri Türkçede konuşturmak benim için çok ilginç ve besleyici bir deneyim olmuştu.