Miguel Bonnefoy’un “Miras” adlı romanı İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Birsel Uzma ile konuştuk.

Miras’ı çevirmeye nasıl karar verdiniz?

İş Bankası Kültür Yayınları’ndan editörüm Başak Güntekin aradı. Daha önce başka yayınevlerinde birlikte çalışmıştık. Yeni bir seriye başladıklarını söyleyerek bu kitabın çevirisini teklif etti. Çoğunlukla çağdaş yazarlardan kaçındığımdan, önce tereddüt ettim. Sonra merakıma yenilip bir göz atmaya kalkışınca, kitabın diline vuruldum.

Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?

Çeviriye keyif aldığım için başlamıştım. Lise döneminde, Almanca eğitim gören bir arkadaşım bana Borchert’in, Bachmann’ın çevrilmemiş öykülerini, şiirlerini çevirirdi ve ben de ona okumak istediği Fransızca metinleri çevirirdim. Bu işe meslek olarak, on sekiz yaşında Meydan Larousse’un eklerinde çalışarak başladım. Önceki kuşağın çevirmenleri ve emekçileriyle tanışmak beni çok etkiledi. Ülkenin koşulları malum, edebi çeviriye ayıracağım zamanı, patent çevirileri, tercüme bürosu işleri yaparak finanse ettim. İlk zamanlar yayınevlerinin teklif ettiği kitaplar arasından seçim yapmam gerekiyordu. Zaman içinde çevirmek istediğim kitapları seçme şansına kavuştum. Yıllar içinde tercihleriniz az çok ortaya çıktığından size gelen teklifler de ona göre olmaya başlıyor. Edebi çeviriyi tercih ediyorum, kurgu dışı metinlerde kendimi rahat hissetmiyorum.

Çeviri rutinim var. Kendime günlük bir sayfa sayısı belirliyorum. Bu her kitabın ilk elli sayfasında kendiliğinden ortaya çıkıyor. Neredeyse her kitaba başladığımda, “bu çeviri iyi olmayacak” hissine kapılıyorum. İlk elli sayfadan sonra kendimi başka bir dünyanın içinde buluyorum. Bazı kitaplarda günde en çok beş sayfa ilerleyebiliyorum bazılarında on beş sayfaya kadar çıkıyor. Daha fazlası hiç olmadı galiba. Ben roman ve öykü çevirmekten zevk alıyorum, sözünü ettiğim içinde kaybolma meselesinden dolayı da roman beni daha çok mutlu ediyor.

Miras’ın çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?Bir yandan çok keyifli bir süreçti zira uzun araştırmalar yapmak zorunda kaldım. Bir yandan da aynı nedenle zorlayıcıydı zira üsluptan uzaklaşmamaya özen göstermek gerekiyordu. Kitap farklı coğrafyalara, farklı zaman dilimlerine uzanıyor, ayrıntı konulara giriyordu. Üzüm bağlarında görülen salgın hastalıklar, Güney Amerika’daki dağ sıraları ve kuş çeşitleri, Dünya savaşları sırasında kullanılan uçak türleri gibi, yanlış terim kullanma kaygısı yaratacak pek çok konu vardı karşımda. Ancak yazarın dili o kadar büyüleyiciydi ki, sonuç beni mutlu etti.

Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı Miguel Bonnefoy? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?

Bonnefoy’u daha önce okumamıştım, hatta tanımıyordum. Çevirmeye başlamadan biraz araştırma yaptım. Çok gençti, 36 yaşındaydı. Venezüellalı bir anne ve Şilili diplomat bir babadan Fransa’da dünyaya gelmiş, Venezüella ve Portekiz’de büyümüştü. Göçmenliğin izlerini taşıyan, zengin, kendine özgü bir dili vardı. Diğer kitaplarını da okudum ve çevirdim. Onlar da sırasıyla İş Bankası Kültür Yayınları’ndan yayınlanacak.

Miguel Bonnefoy orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?

Miguel Bonnefoy çok kültürlü bir yazar. Göçmen bir ailede, farklı ülkelerde büyümüş. Fransızca yazmakla birlikte, Güney Amerika edebiyatı geleneğini sürdürüyor. Büyülü gerçeklik fonunda masala yakın bir anlatım tercih ediyor. Karakterler üzerine kurulu bir metin yaratıyor. Kitapları arasında göndermeler, devam eden karakterler, kendi aile hikayesinden alıntılara rastlıyoruz.

Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir öykü ya da bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?

Beni özellikle etkileyen bir bölüm olmadı. Kitap başladığı gibi akarak devam ediyor. Ancak mutlaka bir seçim yapmam gerekirse, Michel René’nin hikayesi diyebilirim.