“Nasreddin Hoca’yı böyle bilmezdik.” Bu cümle, ufkumuzda, “biz Hoca’yı böyle istemiyoruz”un bir çevirisi olarak belirdi aslında. Karagöz metinlerinde olduğu gibi ayıklanmış, aklanıp paklanmış, bu yoldan yükü atılmış bir “corpus”te uzlaşılmasıydı amaç; aşırılık fazlalıktı, halk kaynaklı bir bilgeliğin halkı korumak, ola ki kendinden korumak için törpülenmesiydi hedeflenen. Pertev Naili Boratav’ın ulaştığı elyazmalarına şüpheyle bakanlar gördüm, duydum.

Tersine, kök kültürün açığa çıkarılmış bu boyutundan gönenç duymak gerekmez miydi? Yakası açılmadık Carmina Burana şarkılarının, Villon’un ağzıbozuk şiirlerinin, Gargantua’da patlayan şen bilim dilinin bir karşılığının bu topraklarda da duyulmuş, yayılmış olduğunu öğrenmekten bir gurur payı çıkaramaz mıydık? Olduysa bile, akıl erdirilmesi güç bir suskunluk eşliğinde olmuş olmalı.

Geniş Türkili’ne, ondan ötesine yayılan bu en küçük hikâyelerden, mantıkçının külâhını önüne düşüren, feylesofun ayağının altına muz kabuğu süren, siyasa adamını ağzından çıkan söz yumağında boğan, din adamını ikiyüzlülüğünde kekeme kılan bir üslûp sızar. Onlarca sinema başyapıtına imzasını atmış Carriére, senaryo yazımı derslerinde Nasreddin Hoca’nın kıssalarındaki tekniğin ekonomisinin altını çizer: Bir şey ancak bu kadar iyi anlatılabilir.

Boratav’ın Nasreddin Hoca’sı, kültür birikimimizin bir avuç temel, kaynak metni içindeki yerinden bakıyor: Biz onu görebilecek miyiz, gözgöze duracak yürekliliği gösterebilecek miyiz – bu karşılaşmadan kazanımlı çıkıp çıkmamak hâlâ elimizde.”

Nasreddin Hoca: Zaman zaman ne kadar çağdışı kaldığımızı gösteren çağdaşımız değil midir?

Enis Batur

Altını çizdiğimiz yerler

Nasraddin Hoca bir gün bir minare görmiş. “Şuna ne derler?” demiş. “Buna şar siki derler.” demişler. Nasraddin Hoca bunlara ayıtmış ki: “Andan, buna olur götünüz var mıdur?” demiş.

***

Meğer günlerde bir gün Nasraddin Hoca’ya “Am uçar.” demişler. Nasraddin Hoca başını kaldurdı, dahı zekerine yapışdı; Hoca ayıtdı: “Uçarsa uçsun! Âhir konacağı yer budur.” demiş.

***

Nasraddin Hoca bir gün ocak yanında otururken avratınun fercini görür. “Karı! Ne derler şuna?” demiş. “Dılak.” demiş. Nasraddin Hocam aydur: “Benden boş ol üç talak.” demiş. ‘Avrat ayıtmış: “Hay er! N’eylersin?” demiş. Hoca ayıtmış: “Hey emcüğin sikdüğüm! Senden ötürü kafiyemi mi terk edeyin?” demiş.

***

Nasraddin Hoca’ya: “Fülan kişi oruc yedi.” demişler. Hoca da ayıtmış: “Vay bir kişi dahı olayıdı, namazı da yiyeyidi!” demiş.

***

Hoca merhum çocukluğunda memleketi olan Sivrihisar’dan Akşehir’e geldiğinde minarede mü’ezzinin ezan okuduğunu görmekle aşağıdan bağırarak demiş ki: “Ne yapayım, a babam? Pek dalsız budaksız bir ağaca çıkmışsın. Ben sana nasıl imdâd edebilirim?”

***

Birisi, hanesinin hiç güneş görmediğini Hoca’ya şikayet etmiş. Hoca: “Tarlan güneş görüyor mu?” diye sorup: “Evet.” diyince: “O surette haneni tarlaya nakl et.” demiştir.

***

Nasreddin Hoca’nın müsâfir olduğu köyün ağası: “Hoca! Padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi?” demekle Hoca demiş ki: “Elbette çiftçi büyük. Çiftçi buğday vermese padişah acından ölür.”

***

Bir gün Hoca’nın karısı va’z meclisine varır. Dinleyüp eve gelüp Hoca ayıtdı: “Karı! Va’iz ne söyledi?” dedikde karısı: “Efendi! Va’iz bugün buyurdu ki: Bir kimse helaliyle bir gece cimâ eylese andan ötüri Hak-ta’âlâ Cennetde bir köşk yapar.” dedi. Çün gece oldı, yatdılar. Karı ayıtdı: “Hay Hoca! Dur, eğer Cennetde ev yapmak safan varsa.” dedi. Hoca bir kerre bindi. Karı yine ayıtdı: “Ey Hoca! Kendüne ev yapdın. Tez ol, bana da yap.” dedi. Hoca: “Gayrı bakalım.” demiş.

***

Bir gece Hoca hatunına aydur: “Ey karı! Gel, beni, lutf eyle, her zaman rencide eyleme. Seninle bir kavl edelim: Her cum’a gecesi oldukça seninle âlem edelim. Amma benim eşgalim vardır; sen benim hatırıma getür.” Karı ayıtdı: “Ya nice getüreyim?” dedi. Hoca: “Her cum’a gecesi oldukda sen benim sarığım yük üstine ko; ben de cum’a gecesi olduğın bilürüm.” demiş. ‘Avrat dahı: “N’ola?” deyüp bu kavle razı olup bir zaman bunun üzerine zevk eylediler. Amma bir zamandan sonra ‘avrat buna razı olmayup bayağı gece dahı sanğın yük üstıne kodı. Hoca aydur: “Karı! Bu gece ne gecesidir?” dedi. Karı ayıtdı: “Ey koca’. Bilmez misin?” dedi. Hoca ah edüp ayıtdı: “Bu evde ya cum’a gecesi dursun, ya ben durayım.” demiş.

***

Hoca merkebini pazara getirüp dellâla verir. Gelen müşteri, yaşını anlamak içün dişine bakacak olur; eşek elini ısırır. Herif söğüp sayarak çekilüp gider. Diğer bir müşteri zuhur ederek kuyruğunu kaldıracak olur; kaba yerine demirden bir tekme yer; topallayarak, la’net ederek gider. Dellâl gelir: “Efendi! Bu merkebi kimse almaz. Önüne geleni kapıyor, ardına geleni tepiyor.” demesiyle Hoca: “Zaten ben de onu satmak içün getirmedim. Müslümanlar görsünler de benim neler çektiğimi anlasınlar diye getirdim.” demiştir.

***

Hoca’yı aldatarak bir çirkin kadın almışlardı. Sabahleyin Hoca giyinüp sokağa fırlayacağı esnada nazenin kırıtarak: “Efendi! Akrabanızın erkeklerinden hangilerine görünüp hangilerine görünmeyeceğim?” diyince Hoca: “Bana görünme de hangisine istersen görün.” demiştir.

***

Bir gün… Meğer Hoca ramazanda oruc tutmaz imiş… Lakin saburda kalkup ta’am eder imiş… Ahbabları ayıtdı: “Hoca Efendi. Siz oruc tutmuyorsuz; niçün sahurda kalkup ta’am edersiniz?” dediler. Hoca ayıtdı: “Farzı terk etdüğime göre sünneti dahı terk mi edeyim?” demiş.

***

Nasraddin Hoca bir gün yolda giderken dest-mâlına bir avuç leblebi koyar. Yiye yiye giderken yolda birez oğlancuklar bulur: “Oğlancuklar! Size leblebi vereyim.” der. Oğlancuklar da: “Ver!” demişler. Ayıtmış: “Size Allah verür gibi mi vereyin, yoksa âdem verür gibi mi?” demiş. Oğlancuklar da demiş ki: “Allah verdüği gibi ver.” demişler. Nasraddin Hoca da kimine az, kimine çok verür. “Hay Hoca! Niçün beraber vermezsin?” derler. Nasraddin Hoca da aydur: “Bak a, gör e! Allah kimine az verür, kimine çok verür.” OğIancuklar da gine derler ki: “Adem verdüği gibi ver.” derler. Ol vaktın Nasraddin Hoca: “Allah, Allah! İşid, gör! Dutalum ben hiç tınmamışım, der. Gör şu oğlancuklar bile beğenmez senün verdüğini.” demiş.

***

Bir gün Hoca ile balık avına giderler. Suya ağ salarlar. Hoca götürür, kendüyi ağ içine atar. Ayıtmışlar: “Hay Hoca! N’eylersin?” “Vallahi ben beni balık sandum.” demiş.

***

Hoca’ya, çocuk iken: “Sen mi büyüksün, kardeşin mi?” demişler.” Validem geçen sene: ‘Biraderin senden bir yaş büyük’ demişti. Bu hesapça bu sene ikimiz bir yaş olmamız lâzım gelir.” demiştir.

Pertev Naili Boratav

Pertev Naili Boratav (Bulgaristan, 1907 – Fransa, 16 Mart 1998) Asıladı Mustafa Pertev. İlk yazılarından başlayarak ikinci ad olarak kullandığı Naili’yi resmi yazışmalar dışında Soyadı Kanunu’ndan sonra da kullanmaya devam etti.

Kazandığı bursla Berlin’e giden Pertev Naili burada folklor üzerine incelemeler yaptı. Berlin’den döndükten sonra “Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği” adlı teziyle doçent oldu (1941), daha sonra profesörlüğe yükseldi (1946). Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde Sebahattin Eyuboğlu ile öğretmenlere folklor derlemelerinin yöntemlerini öğretti. Yetiştirdikleri öğretmenler bu alanda başarılı araştırmalar yaparak uzmanlaştılar.

Boratav, 21. sayısından itibaren imtiyaz sahibi olduğu, ilk sayısı Ocak 1941’de yayımlanan “Yurt ve Dünya” dergisinde siyasal tavrını, kültür ve sanata, özellikle de folklor ve halk edebiyatı konularında bakışını belirleyen yazılar yayımladı. Bu yazılar, Türkiye’de yaşanan siyasal gelişmelere karşı belirli bir tavrı ve tepkiyi de simgelediği için, birçoğu gençlik arkadaşı olan kişilerin ve bunların yer aldığı çevrelerin dikkatini olumsuz anlamda çekti. Resmi ve gayrı resmi tepkiler, eleştiriler, ihbarlar ve yönetici kadrolarca alınan önlemler yoğunlaştı. Boratav, 12 Temmuz 1948’de Behice Boran ve Niyazi Berkes’le birlikte açığa alınarak, ders verdiği kürsü Komünizmi yaydığı gerekçesiyle CHP tarafından kapatıldı.

ABD, Almanya ve Fransa’da çalıştı. 1948 yılında Stanford Üniversitesi “Türkiye Bölümü”nü kurdu. 1952 yılında Fransa’ya gitti ve ölümüne kadar Paris’te CNRS’de (Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi) çalıştı. Türk halk edebiyatı konusunda uzman olarak birçok seminer ve uluslararası kongreye katıldı. 1983 yılında “Folklor ve Edebiyat” adlı eseriyle Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’ne değer görüldü.

Türk kültürünün kaynakları arasında en başta halk edebiyatının geldiğine inanan ve halk edebiyatı araştırmalarında öncü olan Pertev Naili Boratav 2.000 masal, 40 halk hikâyesi, çocuk oyunları, türküler, tiyatrolar, şarkılar, fıkralar, şiirlerden oluşan zengin bir arşiv kurdu.

Boratav’ın “Nasreddin Hoca” adlı kitabı ilk olarak 1995 yılında YKY tarafından yayımlandı ancak satışa sunulmadan toplatılıp imha edildi. Daha sonra, başta Enis Batur’un büyük çabalarıyla bu eser önce Edebiyatçılar Derneği (1996) sonra da Kırmızı Yayınları (2006) tarafından yayımlandı. Kitabın yeni baskıları 2014 yılından beri Islık Yayınları tarafından yapılıyor.